Vakitlice geldim. Burası Alemdağ Caddesi üzerinde, Yamanevler metro durağının tam karşısında. Yüksek tavanlı ferah bir mekân.

Girişte sağdaki masa boş, tüm salona da hakim. Her zamanki gibi önce bir soluklanma birası. Tercih sormadan doğrudan fıçı birayı koydu önüme garson.

“Şişe var mı?”

“Sadece fıçı.”

Bira soğuk, taze. Sirkülasyon iyi olmalı. Zaten oturanların çoğunun önünde sadece bira var.

Giriş kapısının üstünde ve salonun diğer ucunda karşılıklı iki büyük televizyon ekranında Veliefendi’den canlı at yarışları yayınlanıyor. Bir küçük ekran da salonun öbür ucundaki barda.

Masalarda yarış bültenleri, henüz oynanmamış ya da işi bitmiş, buruşturulmuş kuponlar… Her yeni yarışta yeni bir heyecan dalgası, bitiminde yeni hüsranlar… Yeniden derin analizler, akıl yürütmeler, kritikler, yenilenen umutlar…. Sürekli bir kupon trafiği… Ganyan bayii de dükkânın hemen yanı zaten.

İçerisi henüz çok kalabalık değil ama ocakbaşında, barda ve masalarda oturanlar var. Masalar duvar kenarlarına sıralanmış ama dipdibe değil. Ortada geniş bir koridor oluşturulmuş. Zemin halı kaplı. Bir de asma katı var ama ihtiyaç olmadığı için kapalı.

Duvarlarda, büyük çerçeveler içinde renkli Osmanlı dönemi gravürleri asılı, sanırım yağlıboya. Aydınlatma duvardan endirekt beyaz ışık. Ortam loş.

Yaş almış iki garson, bütün masalara yetişiyor. Ben hariç herkesi tanıyor, bazılarıyla da şakalaşıyorlar. Düşünün, sipariş edilen fıstığı içinden yiyerek getirdi. Öyle samimi bir ortam.

Hizamdaki masada oturan beyefendi, gelen çeyrek limonu yeterli bulmayıp, “Al götür bunu, adam gibi limon getir” dedi oldukça sert bir dille. Aynı garson yarım limonu getirirken, “Parayla alıyoruz bunu. Her şey pahalı, sana limon mu yetiştireceğiz?” diye azarladı muhatabını. Kavga çıkacak gibi, endişeliyim… Müşteri bu kez, “Beyefendi burada dikilme, bizi mi dinliyorsun?” diye uyardı garsonu aynı sertlikte. “Neyini dinleyeceğim senin, ne anlatıyorsun ki zaten?” diye cevapladı garson ama ciddiyetini koruyamayıp sonunda gülmeye başladı. Meğer birbirlerine takılıyorlarmış. Beni niye gerdiniz?

Rakı içeyim bari. 35’lik rakının yanına tam kereviz, yarımşar şakşuka, barbunya pilaki, acılı ezme, lahana turşusu söyledim. Acılı ezme turnusol kağıtlarımdan biri, günlük değil, ama henüz sasımamış. Kereviz fazla haşlanmış, lezzeti zayıf. Pilakinin de. Biraz da geçmiş gibi. Diğerleri de eh işte.

Ara sıcakları yok. Meze, ızgara.

Fark ettim ki müzik yayını da yok. Televizyonların sesi kısık. Herkes birbirinin muhabbetini duymakla kalmayıp masadan masaya dahil de oluyor. Çoğunluk ya at yarışı hakkında ya da erkek muhabbeti.

Yarışta bir atak oldu galiba, atçılar ayağa fırladı. İki numara ile bir numara ayrılmış. Demek ki diğerlerinin önüne geçtiler. Doğru anlamışım, iki numara “first finish.”

Masama bira bardağıyla oturan beyefendinin elinde kuponlar, gözünü ekrandan ayırmıyor. Her yarış bittiğinde kuponlarını telefonuna okuttuktan sonra buruşturup masaya bırakıyor, ardından da dışarı çıkıp sigara içiyor. Boşluğunu yakalayıp, “Hiç mi tutmadı?” diye muhabbete girme çabalarımı kısa cevaplarla savuşturdu. Kaç kupon oynadığını saymamış bile ama çok para yatırdığı gerginliğinden belli.

Gözlüklü garson daha ana yemek söylemeden meyve tabağı getirdi, ikram. Adı Ali Ertürk, 59 yaşında. 40 yıldır meslekte, 25 yıl Galatasaray Kulübü’nde çalışmış, yedi yıldır da burada. Gelen müşterilerin hepsini tanıyor, tanımadıklarının tipini beğenmemişse, “Yer yok” deyip almıyormuş. Beni aldı.

“At yarışı , kumar oynamam ama içerim.”

Kazanacağım umuduyla çok para kaybeden görmüş yarışlarda. Ona göre bu işin kazananı olmaz, bugün beş alan yarın 10 kaybedermiş.

Diğer garson Süleyman Özerden de Ali beyle aynı yaşta, yakın arkadaşlar. Galatasaray Kulübü dahil yıllardır birlikte çalışıyorlarmış.

Ana yemek olarak Adana sipariş ettim. Et dolapta fazla beklemiş gibi. Çok fazla seçenek yok. Ayakta kalabilmek için çeşit sayısını da çalışan sayısını da düşürmüşler; iki kişi salonda, iki kişi mutfakta. Bir de barın arkasındaki işletme sahibi Ayhan Çakırcı (56).

Barda sohbet ediyoruz. 1997’de devralmış burayı. Kendisinden önce de bi 10 senesi varmış.

“Kars’tan geldik, komilik momilik, ilk meyhanem Bağlarbaşı Birlik’i 1994’te devraldım. Orayı devredip buraya geçtim sonra.”

Daha önce yazdığım Bağlarbaşı Çarkıfelek’in sahibi Özer Bakırhan ve Üsküdar’da belediye tarafından kapatılan İmparator’un sahibi Hakan Bakırhan’la akrabalar.

Kirada. Eskisi gibi sadık müdavim kitlesi de kalmamış. Son içki zammından sonra işler iyice düşmüş. Eskiden dolup dolup boşalan mekânda hâlâ boş masa var. Ayhan bey, “Zamlar unutulur nasılsa” diye umutlanıyor ama artık daha kimse unutamadan yeni zamlar bindiriliyor.

Herhangi bir baskı?

“Yok. Biz burada sorun yaşamıyoruz ama yeni ruhsat verilmiyor.”

Camdaki Kız’, ‘Yıldızlar Bana Uzak‘ gibi bazı dizilere setlik de yapmış Kent Restaurant. Bence de hoş bir meyhane ortamı, set kursan bu havayı veremezsin.

Ahşap doğramalardaki tül perdeler ayırıyor sokakla içeriyi. Biri asma katta iki tuvalet var, özensiz. Müşterileri arasında yakındaki sanayi sitesi esnafı da var, beyaz yakalılar da. At yarışı meraklıları girişteki iki sıra masada, ondan sonrasında genellikle rakı içmeyi tercih edenler oturuyor.

Her gün 09:30-23:30 saatlerinde servisleri var. Kandil, Ramazan ve seçim günleri kapalı.

Malûm, metroya yetişmem lazım. Hesabıma yüzde 10 servis de eklenmiş, 1300 lira. Bahşişte bonkör olmak gerek, en az yüzde 10.

Fiyatları sorarsanız, bira 90, 35’lik rakı 600, mezeler 75-80, ciğer 160, ızgaralar da 200 liradan başlıyor.

QOSHE - Garson siparişi içinden yiyerek getiriyor, öyle samimi bir ortam - Behzat Şahin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Garson siparişi içinden yiyerek getiriyor, öyle samimi bir ortam

11 0
07.03.2024

Vakitlice geldim. Burası Alemdağ Caddesi üzerinde, Yamanevler metro durağının tam karşısında. Yüksek tavanlı ferah bir mekân.

Girişte sağdaki masa boş, tüm salona da hakim. Her zamanki gibi önce bir soluklanma birası. Tercih sormadan doğrudan fıçı birayı koydu önüme garson.

“Şişe var mı?”

“Sadece fıçı.”

Bira soğuk, taze. Sirkülasyon iyi olmalı. Zaten oturanların çoğunun önünde sadece bira var.

Giriş kapısının üstünde ve salonun diğer ucunda karşılıklı iki büyük televizyon ekranında Veliefendi’den canlı at yarışları yayınlanıyor. Bir küçük ekran da salonun öbür ucundaki barda.

Masalarda yarış bültenleri, henüz oynanmamış ya da işi bitmiş, buruşturulmuş kuponlar… Her yeni yarışta yeni bir heyecan dalgası, bitiminde yeni hüsranlar… Yeniden derin analizler, akıl yürütmeler, kritikler, yenilenen umutlar…. Sürekli bir kupon trafiği… Ganyan bayii de dükkânın hemen yanı zaten.

İçerisi henüz çok kalabalık değil ama ocakbaşında, barda ve masalarda oturanlar var. Masalar duvar kenarlarına sıralanmış ama dipdibe değil. Ortada geniş bir koridor oluşturulmuş. Zemin halı kaplı. Bir de asma katı var ama ihtiyaç olmadığı için kapalı.

Duvarlarda, büyük çerçeveler içinde renkli Osmanlı dönemi gravürleri asılı, sanırım yağlıboya. Aydınlatma duvardan endirekt beyaz ışık. Ortam loş.

Yaş almış iki garson, bütün masalara yetişiyor. Ben hariç herkesi tanıyor, bazılarıyla da şakalaşıyorlar. Düşünün, sipariş edilen fıstığı içinden yiyerek getirdi. Öyle samimi bir ortam.

Hizamdaki masada oturan beyefendi, gelen çeyrek limonu yeterli bulmayıp, “Al götür bunu, adam gibi limon getir” dedi oldukça sert bir dille. Aynı garson yarım limonu getirirken, “Parayla alıyoruz bunu. Her şey pahalı, sana limon mu yetiştireceğiz?” diye azarladı muhatabını. Kavga çıkacak gibi, endişeliyim… Müşteri bu kez, “Beyefendi burada dikilme, bizi mi........

© Diken


Get it on Google Play