“Randevularıma geç kaldığım olmuştur, ama bütün meyhane randevularına erken gitmişimdir” dedi Mustafa; Üsküdar Mihrimah Sultan Camii önündeki tarihi çeşmeye vardığımda beni bekliyordu. Hani Diken’de Dili seven dikenine katlanmaz yazıları yazıp ona buna iğne batıran adam var ya o, Mustafa Alp Dağıstanlı.

Niyetim yolun karşısındaki Valide-i Cedid Cami’nin arka sokaklarında, bana göre tek kalmış meyhaneye, Çarkıfelek’e götürmek Mustafa’yı. Ben de tam yerini bilmiyordum, onun için meydanda buluştuk. Cep telefonlarının olmadığı zamanlardaki gibi eski usul: Akşam 6’da, çeşmenin önünde.

Mustafa’yla dostluğumuz 30 yıldan fazla, ben Cumhuriyet’te muhabirken, o da yazı işlerinde editördü. Yolumuz sonra Hürriyet dergi grubunda kesişmişti… Eski usul buluşmamız da eskilikten; Mustafa cep telefonu kullanmaz. Arhavi’de yaşıyor bir süredir, İstanbul’a uğrayınca buluşmak için sözleşmiştik, X’ten yazışarak.

Yeni Valide Camii’ne doğru yürürken, “Buralarda bir meyhane daha var, her önünden geçtiğimde şurada bir içsek diye içimden geçirdiğim” dedi.

“E bakalım hadi oraya.”

“Gel, şu sokakta olacaktı, Uncular Caddesi’nde.”

Caminin arkasındaki sokaktan Uncular’a çıktık. Yıllardır gelmemiştim, burada nalburlar falan vardı, bir iki yıldır yiyecek içecek sokağı olmuş, modern, ışıl ışıl, güzel mekanlar; dolu da. Ama içki yok hiçbirinde. Üsküdar böyle değildi halbuki eskiden, şimdi Marmaray ve Metro girişleriyle mavi dolmuşların bulunduğu tarafta irili ufaklı meyhaneler, birahaneler vardı, Şile-Ağva otobüsleri de oradan kalkardı bugünkü gibi. Derken, bilindik bira firmalarının renklerindeki tabelalar birer birer kaybolmaya başladı. Yerlerini fast-food restoranları, nargileli kafeler, pastaneler, içki servisi yapılmayan yerler aldı. Bunun kasıtlı bir operasyon olduğunu tahmin etmek zor olmasa da neler olduğunu birinci ağızdan duymuşluğum yoktu. Ta ki bugüne kadar…

Uncular’ın sonuna doğru solda gördük meyhaneyi: Şadırvan. Kapıdan girip hızla bir göz atıp çıktım. Sonra benim aklımdaki Çarkıfelek’e bakmaya gittik, denize doğru paralel sokakta. Tabelayı uzaktan görünce Mustafa burayı bildiğini söyledi.

“Bir arkadaşımla şöyle çok kısa bir rakı oturuşu yapalım diye girmiştik. At yarışçıların devam ettiği bir birahane aslında. Biz bir 35’lik rakı içtik. Birkaç meze söyledik, parlak değildi, ama patates kızartması lezizdi. Sırf patates için gidilir.”

Mustafa çeşmede beni beklerken Gökhan Tan’ı da çağırmış. Gökhan da gazeteci, ilk çıktığında National Geographic’le boy ölçüşecek düzeydeki Atlas dergisini çıkaran ekipten. Orada fotoğraf editörlüğü yapmıştı… Gökhan biraz gecikecek, acelemiz de yok, biraz oyalanalım dedik. Hem patatesi de tadarız, girdik Çarkıfelek’e, birer fıçı bira söyledik, bir de patates. Güzel gerçekten. Sonra çıkıp Şadırvan’a yollandık.

Şadırvan’ın önünde sigara içmeye çıkmış bir-iki müdavim var. Girer girmez solda Mustafa Kemal Atatürk’le karşılaştık, bayraklar içinde. ‘Sonsuza kadar rezerve’ yazılı masada gerçek boyutuna yakın bir Atatürk maketi var.

Masada Atatürk’ün favori rakılarından Kulüp’ün eski ve yeni 35’lik şişesi, yanında pek sevdiği sakız leblebi, onun emriyle çıkarılan, kendisinin de içtiği Bozkurt sigarasının paketi, Atatürk büstleri, bayraklar, tabağında yapma üç gül duruyor.

Geniş salonun duvarları da muhtelif Atatürk fotoğraf, resim ve kolajlarıyla, bayraklarla donatılmış.

Salon bayağı ferah. Masalar ikisi duvar kenarında üç sıra halinde dizili. Biz ortadaki sıranın sonuna oturduk; bütün salona ve kapıya hakim bir konumdayız.

Arkamızda bira kasaları, rakı ve bardak kolileri var. Meğer onlar salonu ikiye bölüyormuş. Arkaya dolanınca gördük ki, mutfak ve at yarışı gösteren iki televizyon ekranı bulunan küçük bir salon daha var.

İki salon arasında da erkek ve kadın tuvaletlerine giriliyor. Erkekler tuvaletinde iki pisuvar, bir de kabin var.

Meyhanede içmeden beklenmez, biz başladık, Gökhan yetişir. 70’lik rakının yanına dolaptan da barbunya pilaki, acılı ezme, şakşuka, köpoğlu, pazı sote, beyin söğüş söyledik. Mezelerin hepsi taze, iyi malzemeyle yapılmış, lezzetleri de yerli yerinde.

Müşteri trafiği iyi, oturanlar, kalkanlar. Ben yeni öğrensem de bilinen, tamamına yakını müdavimlerinin tercih ettiği bir meyhane.

Gökhan kapıdan girer girmez Atatürk’e bir selam çaktıktan sonra cep telefonunu çıkarıp fotoğrafımızı çekti.

Öpüşmek için kalktık, yanağını uzatırken “Girer girmez ısındım buraya” dedi. Gökhan İstanbul’u çok gezen, iyi bilen, girdisini çıktısını sürekli kolaçan eden biridir. Oturmak için sandalyesini çekerken “Üsküdar’a haddinden fazla muhafazakâr muamelesi yapılması beni rahatsız etmiştir hep” diye sürdürdü. Yahu insan bir selam verir, ta Arhavi’den gelmiş bir arkadaşımız var, fakat Gökhan söyleniyor: “Koskoca ilçede tekel bayii yok denecek kadar az. Esnafın istemesine rağmen, alkollü içki satış ruhsatı verilmediğini de biliyorum. İçmek bu kadar zor olmamalı.”

Masadaki mezelerden tatmaya başlayan Gökhan hayatından memnun: “Burası bir mahalle meyhanesi sanki.”

Tam üstüne bastı, biz de Mustafa’yla aynı şeyi konuşmuş, mahalle meyhanelerinin tadını anmıştık. Ama burası onların en iyilerinden. Gökhan masanın beynini yedikten sonra bir beyin daha söyledi, çok özlemişmiş, buradaki de çok lezzetli ve tazeymiş. Bence de öyleydi.

Bir meyhane masasında tek gazeteci olsa bile masanın ana konusu gazeteciliktir, en azından eskiden öyleydi. Şimdi üç gazeteci oturuyorduk ama tamamen başka konulardan konuştuk. Memleketi bile kurtarmadık. Ankara’daki Ermeni mahallelerinden, o mahallerlerdeki evlerden çıkan piyanolardan nasıl geldikse sof kumaşına geldik. Bu kumaşın üretildiği yünün sahibi Ankara keçisini anlatmaya koyuldu Mustafa, sonra da sofun sanayi devrimi İngilteresine giden macerasını…

“Ya bi dakka sen bunları nerden biliyorsun?” diye kurcaladı Gökhan.

“Al işte, okumamış kitabı!” diye cımbızladı Mustafa.

Mustafa’nın ‘Bildiğin Gibi Değil – Osmanlı’ kitabını okumadıysanız okuyun siz de, hassaten öneririm.

Garson ara sıcak olarak Arnavut ciğer ve hamsi tava önerdi. Patates anne patatesi dediklerinden, şahane; ciğer taze ve leziz; hamsi tam kıvamında tavalanmış. Kendisinden bahsedilmesinden hoşlanmayan Garson X, bütün mezelerin kendi mutfaklarında günlük hazırlandığını anlattı. “İki günlük mezeye nadiren rastlanır burada” dedi. Yahu buraya daha önce niye gelmedik!?

Bir yandan da müşteri trafiğini gözlüyoruz. Bizim de bulunduğumuz büyük salonda 20 kadar masa var, bunların en az sekizi dolu, hatta birinde altı kişi oturuyor. Gelenler, gidenler, oturanlar… Sirkülasyon iyi, mezeler de onun için taze belli ki.

Bir ara bizimkileri baş başa bırakıp Atatürk’ün yanındaki patron masasında oturan beyefendinin yanında aldım soluğu.

Cenk Demirdoğan’ın (47) babası Cemal bey, 1992’de Erzincanlı hemşerisi Kazım beyden devralmış burayı. Ondan önce de Üsküdar-Beşiktaş motorlarının kalktığı yerde, şimdi adı Hacıbaba Parkı olan alanda Hacıbaba Restaurant adlı meyhaneyi işletiyormuş Cemal bey. Bedrettin Dalan zamanında, 1986’da yıkılıp park yapılmış, meyhanenin ismi de parka verilmiş. “Çok eskiydi orası. Buranın dört-beş kat büyüklüğündeydi. Motordan inen arkadaşlarıyla buluşup iki tek attıktan sonra evlerine dağılırdı insanlar.”

Babası Cemal beyi 20 gün önce aniden kaybetmiş; aportta bekleyen Üsküdar Belediyesi ruhsat devri yapmayıp meyhaneyi kapatmaya yeltenince Cenk Demirdoğan hukuk mücadelesine başlamış. ‘Burayı da‘ki ‘da’ bağlacının altı çok dolu maalesef. Üsküdar Belediyesi eline geçen her kozu meyhanelerin aleyhine kullanıp çoğunu kapatmış. Şadırvan’ı da daha önce iki kere kapatsa da baba Cemal bey hukuk mücadelesiyle kapatma kararını kaldırtmış. Bunun nişanesi olarak da belediyenin vurduğu mühürleri çerçeveletip arkasındaki duvara asmış.

Mücadeleyi devralan Cenk bey şöyle diyor:

Üç ay içinde ruhsat intikal davasını kazandık kazandık yoksa son yıllarda kapatılan komşularımız; Çatı, Deniz, Günebakan, Yeni Harman, İmparator gibi Çarkıfelek’le biz de rant ve anlayış değişikliğine kurban gideceğiz. İsmimizden bile rahatsızlar, Şadırvan’dan.”

Şadırvan Farsça’dan geliyor, TDK Sözlük şöyle tanımlıyor: “Genellikle cami avlularında bulunan, çevresindeki musluklardan ve ortasındaki fıskiyeden su akan, üzeri kubbeli veya açık havuz.”

Bakalım Şadırvan bu mücadeleyi kazanabilecek mi?

Tesadüf, Üsküdar’da son kapatılan meyhane İmparator’muş, Şadırvan’dan 20 metre ötedeymiş. Sahibi Hakan Bakırhan (42) şimdi burada garson olarak çalışıyor. 2000 yılında devralmış İmparator’u. Yüz kişilik bir mekanmış; 17 rakı, 10 bira masası varmış. Zeytinyağlı mezeleri, kuzu yaprak ciğeri çok meşhurmuş.

Vapurdan, Metro’dan, Marmaray’dan inen müdavimlerimiz bize uğrar, evlerine öyle geçerdi” diye anlatıyor Hakan Bakırhan. “Neredeyse her gün dolardık. 2018’de belediye ruhsatımızı iptal etti. Kapalıyken kirasını, vergisini ödedim ama geri açamadık. 2019’dan beri burada çalışıyorum.”

İşte şimdi öğrendim Üsküdar meydanı ve çevresindeki meyhanelerin nasıl birer birer yok olduğunu.

Şadırvan’da fiyatlar çok şeffaf; duvarda da, masalarda da fiyat listeleri var. Bizim hesabımız 2 bin 330 lira tuttu. Bira 90, 35Lik rakı 630, mezeler 70-200, beyin söğüş 100, ciğer 200, köfte 240 lira.

10 – 24:00 saatlerinde, seçim yasaklarının olduğu günler hariç, her gün açık.

Saat ilerledi, baktık, çaprazımızdaki beş kişilik masadaki iki kişi tavla oynuyor. Arkamızda istiflenmiş rakı şişelerinin üstünde iki tavla görmüştük daha önce, işte şimdi tutkunları da ortaya çıkmış. O kadar samimi bir ortam. Kimse kimseye rahatsızlık vermiyor. Biz de 40 yıllık müdavim gibi rahatız.

Yiyip içtiğimizden, aldığımız servisten, ortamdan, müşteri kitlesinden pek memnunuz. Ulaşım pek rahat, Beşiktaş’a vapur, Kadıköy’e dolmuş, en uzaktaki semte bile metro ve Marmaray mesafesinde. Lütfen Şadırvan’ı yalnız bırakmayalım.

Gökhan da aynı fikirde:

“Üsküdar’da bir mekân kazanmaktan mutluyum. Kepenk kapatmamak için verdiği mücadeleyi de öğrenince daha da ısındım mekâna. Her hafta gelesim, sevdiklerimi davet edesim var.”

Geç bulduk, erken kaybetmeyiz umarım.

Hamiş: Hazır editörü bulmuşken beraber içtik, beraber yazdık.

QOSHE - Memleketi kurtarmak için Şadırvan’ı kurtarmak gerek - Behzat Şahin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Memleketi kurtarmak için Şadırvan’ı kurtarmak gerek

16 0
22.02.2024

“Randevularıma geç kaldığım olmuştur, ama bütün meyhane randevularına erken gitmişimdir” dedi Mustafa; Üsküdar Mihrimah Sultan Camii önündeki tarihi çeşmeye vardığımda beni bekliyordu. Hani Diken’de Dili seven dikenine katlanmaz yazıları yazıp ona buna iğne batıran adam var ya o, Mustafa Alp Dağıstanlı.

Niyetim yolun karşısındaki Valide-i Cedid Cami’nin arka sokaklarında, bana göre tek kalmış meyhaneye, Çarkıfelek’e götürmek Mustafa’yı. Ben de tam yerini bilmiyordum, onun için meydanda buluştuk. Cep telefonlarının olmadığı zamanlardaki gibi eski usul: Akşam 6’da, çeşmenin önünde.

Mustafa’yla dostluğumuz 30 yıldan fazla, ben Cumhuriyet’te muhabirken, o da yazı işlerinde editördü. Yolumuz sonra Hürriyet dergi grubunda kesişmişti… Eski usul buluşmamız da eskilikten; Mustafa cep telefonu kullanmaz. Arhavi’de yaşıyor bir süredir, İstanbul’a uğrayınca buluşmak için sözleşmiştik, X’ten yazışarak.

Yeni Valide Camii’ne doğru yürürken, “Buralarda bir meyhane daha var, her önünden geçtiğimde şurada bir içsek diye içimden geçirdiğim” dedi.

“E bakalım hadi oraya.”

“Gel, şu sokakta olacaktı, Uncular Caddesi’nde.”

Caminin arkasındaki sokaktan Uncular’a çıktık. Yıllardır gelmemiştim, burada nalburlar falan vardı, bir iki yıldır yiyecek içecek sokağı olmuş, modern, ışıl ışıl, güzel mekanlar; dolu da. Ama içki yok hiçbirinde. Üsküdar böyle değildi halbuki eskiden, şimdi Marmaray ve Metro girişleriyle mavi dolmuşların bulunduğu tarafta irili ufaklı meyhaneler, birahaneler vardı, Şile-Ağva otobüsleri de oradan kalkardı bugünkü gibi. Derken, bilindik bira firmalarının renklerindeki tabelalar birer birer kaybolmaya başladı. Yerlerini fast-food restoranları, nargileli kafeler, pastaneler, içki servisi yapılmayan yerler aldı. Bunun kasıtlı bir operasyon olduğunu tahmin etmek zor olmasa da neler olduğunu birinci ağızdan duymuşluğum yoktu. Ta ki bugüne kadar…

Uncular’ın sonuna doğru solda gördük meyhaneyi: Şadırvan. Kapıdan girip hızla bir göz atıp çıktım. Sonra benim aklımdaki Çarkıfelek’e bakmaya gittik, denize doğru paralel sokakta. Tabelayı uzaktan görünce Mustafa burayı bildiğini söyledi.

“Bir arkadaşımla şöyle çok kısa bir rakı oturuşu yapalım diye girmiştik. At yarışçıların devam ettiği bir birahane aslında. Biz bir 35’lik rakı içtik. Birkaç meze söyledik, parlak değildi, ama patates kızartması lezizdi. Sırf patates için gidilir.”

Mustafa çeşmede beni beklerken Gökhan Tan’ı da çağırmış. Gökhan da gazeteci, ilk çıktığında National Geographic’le boy ölçüşecek düzeydeki Atlas dergisini çıkaran ekipten. Orada fotoğraf editörlüğü yapmıştı… Gökhan biraz gecikecek, acelemiz de yok, biraz oyalanalım dedik. Hem patatesi de tadarız, girdik Çarkıfelek’e, birer fıçı bira söyledik, bir de patates. Güzel gerçekten. Sonra çıkıp Şadırvan’a yollandık.

Şadırvan’ın önünde sigara içmeye çıkmış bir-iki müdavim var. Girer girmez solda Mustafa Kemal Atatürk’le karşılaştık, bayraklar içinde. ‘Sonsuza kadar rezerve’ yazılı masada gerçek boyutuna yakın bir Atatürk maketi var.

Masada Atatürk’ün favori rakılarından Kulüp’ün eski ve yeni 35’lik şişesi, yanında pek sevdiği sakız leblebi, onun emriyle çıkarılan, kendisinin de içtiği Bozkurt sigarasının paketi, Atatürk büstleri, bayraklar, tabağında yapma üç gül duruyor.

Geniş salonun duvarları da muhtelif Atatürk fotoğraf, resim ve kolajlarıyla, bayraklarla........

© Diken


Get it on Google Play