31 Mart seçimlerine 20-25 gün kalmış, ortada heyecan var mı derseniz, yok!

Adaylar ve partiler hareketli kuşkusuz; art arda yapılan anketler özellikle büyükşehirlerde yarışı kızıştıran sonuçlar da ortaya koymakta. Gel gör ki tribünler sessiz.

Halkın seçimden çok zamlarla kiraları izlediğini söylemek yanlış olmaz.

Zaten 31 Mart seçimleri, yerel yönetimle ilgili beklentilerden çok genel seçimin bir devamı gibi… Her iki tarafta oy verenleri motive eden duyguların başında ülke sathında kaybedileceklerin korkusu var.

Medya da farklı değil. Adaylarla ilgili birkaç laf edilip anketlere yer verilse de gündemin çoğunu zamlar, davalar, dolandırıcılıklar gibi konular oluşturuyor.

Seçim bildirgelerinin hemen hiç konuşulmaması da ilgimi çekti.

Partilerin yerel yönetim anlayışlarının pek merak edilmediği söylenebilir; oysa, şık kavramlar, büyük vaatlerle dolu bu bildirgeler kaçırılmaz!

AKP’nin seçim bildirgesi Erdoğan tarafından sunuldu; açıklamanın sloganı ‘Türkiye Yüzyılı Şehirleri için Gerçek Belediyecilik‘.

Büyük başa büyük tarak tabii…

Seçim bildirgesinde, yerel yönetim vizyonu sekiz başlık altında anlatılıyor. Katılımcılık, şeffaflık ve hesap verilirlikle başlıyor, dirençli şehirlere, toplumsal refah öncelikli şehir ekonomilerine, huzurlu ve toplumsal yapı için duyarlı sosyal anlayışa, kültür üreten, hizmet veren şehirlere doğru uzanıyor.

Tekrar edeyim, ‘dirençli şehirler, toplumsal refahı önceleyen şehir ekonomileri, sosyal konut ve kentsel dönüşüm’den söz edilmekte.

Bir daha tekrar edeyim, yazılanlara bakarsak, bir yanda katılımcılık, şeffaflık, hesap verilirlikle başlayan bir yönetim anlayışı var, öte yanda huzur, toplumsal refah, hizmet belediyeciliğinden söz edilmekte.

Önümüz ferah demeyeyim de ne diyeyim!

Bildirgede, ayrıca, yapay zekâ kullanılarak ‘Sosyal Doku Haritaları‘ oluşturulacağı ve sosyal yardımların yeni bir anlayışla ele alınacağından söz ediliyor ki bravo dedim.

Bir yandan yapay zekâ uygulamalarıyla böyle haşır neşir olunması övünç kaynağı, öte yandan yapay zekâ yoluyla kim yoksul kim değil, kimin neye ihtiyacı var gibi sorunların kolayca çözüleceği beklenmekte ki ‘sosyal belediyecilik’ açısından çağ atlayacağız demektir.

Ne bizim, ne yoksulun sırtı yere gelir gari; sevinilmez mi!

CHP’ye gelince, ‘İşimiz Gücümüz Türkiye’ başlığını taşıyan seçim bildirgesiyle o da iddialı bir giriş yaptı.

Uzun ve ayrıntılı bir seçim bildirgesi hazırlanmış. ‘Halkçı belediyecilik‘ anlayışı vurgulanırken, demokrasiden katılıma, şeffaflıktan sosyo-ekonomik gelişmeye kadar vaatler de sıralanmış.

Halkçı belediyecilik anlayışlarının, ‘refah, kalkınma ve dayanışma’ olarak üç sacayağı üzerine kurulu olduğu söyleniyor. Kalkınmacı belediyecilik anlayışıyla, dirençli ve güvenli, refah belediyeciliğiyle huzurlu ve konforlu, dayanışmacı belediyecilikle de adil ve yaşanabilir kentler vadediliyor.

Onu bunu bilmem, herkes refah, kalkınma ister de ‘özgürlük, eşitlik ve dayanışma‘ arasında epeydir bir kenara atılmış ‘dayanışma‘dan söz edilmesi bana iyi geldi.

İyi geldi de keşke bu kavram metinlerde kalmayıp hayata geçse…

Keşke, CHP, sosyal demokrasinin ‘dayanışmacı bir ahlakı’ benimsediğini anlayıp ortaya koyabilse…

Sonuç olarak, iktidar ve ana muhalefet olarak her ikisinin de ‘katılımcı demokrasi’ ve ‘şeffaflık‘tan söz ettiği, ikisinin de şehirlerimizi ‘dirençli‘ hale getirmek ve ‘sosyal refah‘ı yaymakta kararlı olduğu görülüyor ki neden “Ne mutlu bize” dediğim anlaşılıyor herhalde.

Tabii şu ‘keşke’ler olmasa…

Keşke, söylediklerine kendileri inansa da bizler da heveslenip heyecanlanabilsek…

Bugüne dek katılımcı demokrasi, şeffaflık, hesap verilirlik gibi çoklukla ders kitaplarıyl reklam metinlerinde geçen kavramların gerçekte ne olduğunu görmek nasip olmadı bu ülkeye.

Yapılacak şey, “Güvendiğiniz dağlara karlar yağdığında, en güzel çare dağ ile karı baş başa bırakmaktır. Gün gelip karlar eridiğinde, dağ yolunuzu gözleyince en güzel cevap, başka bir dağdan selam yollamaktır” diyen Şems’e kulak vermek, ama o da kolay değil.

Yine de, başka dağdan selam vermeye koyulanlar artar mı bilmesem de bu ülkede siyasetçiye güven (0-10 arasında) 2.7’e kadar gerilemişse durup düşünmek gerektiğini söyleyebilirim.

Bildirgelerde vurgulanan bir konu da sosyal belediyecilik.

Sosyal belediyecilik için, ‘yerel sosyal politika‘ tanımı yapılabilir; ancak sosyal politikadan ne anlaşıldığı önemli.

Geniş anlamda alırsak, kentlerin ekonomik, sosyal, kültürel gelişimini hedefleyen, bu nedenle altyapıdan konut politikaları, iş olanakları, spor ve kültürel etkinliklere kadar geniş bir alanda toplumcu hedeflerin izleneceği bir belediyecilik anlayışına geliriz.

Dar anlamda sosyal politika ise kabaca, yoksulluğu esas alır ve yoksullara yönelen hizmet ve desteklere sınırlı kalan bir anlayışı temsil eder.

Sosyal belediyeciliğin daha önce de bazı örnekleri var ama bu anlayışa yasal zemin kazandıran 2005 tarihli 5393 sayılı Belediyeler Kanunu ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu.

Getirilen düzenlemelere bakılırsa yalnız sosyal yardımlardan değil, konut yapımı, sanatsal ve kültürel faaliyetler, spor, çevrenin korunması gibi birçok alandan söz edildiği görülüyor ki geniş anlamda bir sosyal politikanın öngörüldüğü söylenebilir.

Ancak gerçek böyle mi? Değil!

Bir yandan, yasada, sosyal hizmetlerin yerine getirilmesinde önceliğin belediyenin mali durumuna göre belirleneceğini söyleyen bir hüküm var; öte yandan yerel yönetimler özerk olmayıp merkezi hükümetin idari ve mali vesayeti altında…

Erdoğan’ın Kahramanmaraş depreminin birinci yılında, “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi?” sözleri, bu vesayetin teyidi.

Güçlü ya; kimi belediyelere cömert, kimine cimri olabileceğini söyleme hakkı!…

Sonuç olarak, ülkede 80 sonrası hüküm süren neoiberal politikalar da düşünülürse sosyal devletin sosyal yardım devleti olması gibi, sosyal belediyecilik anlayışı da ‘liberal anlayışla geleneksel yaklaşımların karması‘ bir ‘sosyal yardım belediyeciliği’ olabiliyor.

Bu durumda belediyeler parasal bağımlılıklarını borçlanarak azaltmaya çalışıyor kuşkusuz ama borç ararken önceliğin yatırım harcamalarına verildiği de bir gerçek.

Araştırmalar, belediyelerin sosyal refah harcamalarının bütçelerinin en çok yüzde 10’u dolayında kaldığını gösteriyor. İmamoğlu’nun birkaç gün önce açıkladığı İBB bütçesi de aynı oranı veriyor.

Bu konuda daha çok şey söylenebilir ama yoksulluğun yalnız ekonomik değil siyasal, sosyal, kültürel birçok olumsuz sonucu olduğunu düşünüp toplumsal refahı ciddiye alacak anlayışlara ihtiyaç olduğunu söylemekle yetineyim.

CHP’li belediyelerden beklenen de sosyal yardım belediyeciliğinden çıkma yollarını aramak ve bildirgelerinde dile getirilen kalkınmacı ve toplumsal refah belediyeciliğini ciddiye almak.

Örneğin sosyal belediyecilikle ilgili çok önemli bir konu var; ‘sosyal konut‘ meselesi…

Belediyelerle ilgili yasada konut’ konusunda da belediyelere sorumluluk veriliyor. Ancak Türkiye’de ev sahibi olmak öncelendiği gibi, görevi de merkezi hükümet üstlenmiş durumda. Belediyelerin bu konuyla pek ilgisi yok.

Oysa yoksulluğun en büyük nedeni ve göstergesi barınmayla ilgili.

Asgari ücretin 17 bin lira olduğu ülkede çoğunlukla alt gelir gurubundakilerin yaşadığı semtlerde bile üç oda bir salonu olan evler için kiralar 15 bin liradan başlıyor.

Normal koşullarda ücretin ve maaşın üçte biri dolayında olması gereken kiralar orta gelir gurubundakilerin bile karşılayamayacağı düzeye gelmiş durumda. Yüzde 95 kira artışından söz ediliyor.

Dolayısıyla özellikle alt gelir gurubundakiler için ev sahibi olmaktan önce kiralık konut stokunu arttırmayı düşünmek lazım.

Avrupa’da bu yönde uygulamalar var. Çoğunlukla yerel yönetimlerin veya bağımsız birimlerin elinde kiraya verilecek konutlar bulunuyor; bu konutların barınma sorununa önemli bir çözüm getirdiği de görülüyor.

Bu ülkeye gelirsek yıllardır süren inşaat furyasından kiralık konut stoku yaratmak için yararlanmak kimsenin aklına da işine de gelmemiş.

Oysa, imar ruhsatlarında belediyelere o inşaattan belirli bir pay verilmesi zorunluluğu getirilseydi bugün büyükşehirlerde kira sorunu ve fahiş fiyatlar görmeyebilirdik.

Düşünülmesi, konuşulması bile beklenmez, değil mi?

Niye derseniz, tek cevap var; paranın krallığı!…

Onun hükmüne öyle alışmışız ki yoksulu bile buralara gelemiyor!

Paraya dokunamıyor, biraz daha az kazansınlar diyemiyoruz!

Sonra, onlar boş keseden toplumsal refah vadediyorlar, biz de siyasete, siyasetçiye inancımızı yitiriyoruz.

QOSHE - Karışan seçimler ve suyun yüzüne çıkanlar - Meryem Koray
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Karışan seçimler ve suyun yüzüne çıkanlar

5 0
08.03.2024

31 Mart seçimlerine 20-25 gün kalmış, ortada heyecan var mı derseniz, yok!

Adaylar ve partiler hareketli kuşkusuz; art arda yapılan anketler özellikle büyükşehirlerde yarışı kızıştıran sonuçlar da ortaya koymakta. Gel gör ki tribünler sessiz.

Halkın seçimden çok zamlarla kiraları izlediğini söylemek yanlış olmaz.

Zaten 31 Mart seçimleri, yerel yönetimle ilgili beklentilerden çok genel seçimin bir devamı gibi… Her iki tarafta oy verenleri motive eden duyguların başında ülke sathında kaybedileceklerin korkusu var.

Medya da farklı değil. Adaylarla ilgili birkaç laf edilip anketlere yer verilse de gündemin çoğunu zamlar, davalar, dolandırıcılıklar gibi konular oluşturuyor.

Seçim bildirgelerinin hemen hiç konuşulmaması da ilgimi çekti.

Partilerin yerel yönetim anlayışlarının pek merak edilmediği söylenebilir; oysa, şık kavramlar, büyük vaatlerle dolu bu bildirgeler kaçırılmaz!

AKP’nin seçim bildirgesi Erdoğan tarafından sunuldu; açıklamanın sloganı ‘Türkiye Yüzyılı Şehirleri için Gerçek Belediyecilik‘.

Büyük başa büyük tarak tabii…

Seçim bildirgesinde, yerel yönetim vizyonu sekiz başlık altında anlatılıyor. Katılımcılık, şeffaflık ve hesap verilirlikle başlıyor, dirençli şehirlere, toplumsal refah öncelikli şehir ekonomilerine, huzurlu ve toplumsal yapı için duyarlı sosyal anlayışa, kültür üreten, hizmet veren şehirlere doğru uzanıyor.

Tekrar edeyim, ‘dirençli şehirler, toplumsal refahı önceleyen şehir ekonomileri, sosyal konut ve kentsel dönüşüm’den söz edilmekte.

Bir daha tekrar edeyim, yazılanlara bakarsak, bir yanda katılımcılık, şeffaflık, hesap verilirlikle başlayan bir yönetim anlayışı var, öte yanda huzur, toplumsal refah, hizmet belediyeciliğinden söz edilmekte.

Önümüz ferah demeyeyim de ne diyeyim!

Bildirgede, ayrıca, yapay zekâ kullanılarak ‘Sosyal Doku Haritaları‘ oluşturulacağı ve sosyal yardımların yeni bir anlayışla ele alınacağından söz ediliyor ki bravo dedim.

Bir yandan yapay zekâ uygulamalarıyla böyle haşır neşir olunması övünç kaynağı, öte yandan yapay zekâ yoluyla kim yoksul kim değil, kimin neye ihtiyacı var gibi sorunların kolayca çözüleceği beklenmekte ki ‘sosyal belediyecilik’ açısından çağ atlayacağız demektir.

Ne bizim, ne yoksulun sırtı yere gelir gari; sevinilmez mi!

CHP’ye gelince, ‘İşimiz Gücümüz Türkiye’ başlığını taşıyan seçim bildirgesiyle o da iddialı bir giriş yaptı.

Uzun ve ayrıntılı bir seçim bildirgesi hazırlanmış. ‘Halkçı belediyecilik‘ anlayışı vurgulanırken, demokrasiden katılıma, şeffaflıktan sosyo-ekonomik gelişmeye kadar vaatler de sıralanmış.

Halkçı belediyecilik anlayışlarının, ‘refah, kalkınma ve dayanışma’ olarak üç sacayağı üzerine kurulu olduğu söyleniyor. Kalkınmacı belediyecilik anlayışıyla, dirençli ve güvenli, refah belediyeciliğiyle huzurlu ve konforlu, dayanışmacı belediyecilikle de adil ve yaşanabilir........

© Diken


Get it on Google Play