Paranın krallığından, hatta tanrılığından söz ediyoruz; dünyanın egemeni desek yanlış olmaz. Ne var ki paranın tahtı, saltanatı bir başka türlü.

Bir kere bu saltanat soy sop aramadığı gibi, kendisine erişmeyi herkes için mümkün kılan yanları da var. Hele bizim gibi ülkelerde paranın saltanatına katılmak için fırsat çok; erbabına tabi!…

Dağın taşın imara açılması örneğin.

Siyasetin yamacına kurulmak örneğin.

Yok yerden ikon ya da fenomen olmak örneğin.

İkincisi, sermaye, servet sahibi olup paranın saltanatı yakalandığında gücü usturuplu kullanmak gerekiyor. Örneğin diğer saltanatlar gibi sergilemek yerine gizlemek daha akıllıca olmakta.

Gücünü herkes bilirken namı pek iyi değildir.

“Para her kötülüğün anası… Para konuşunca hakikat susar… Paran çoksa dostun da çoktur… Para aslandan güçlü kükrer” gibi özdeyişlerimiz var.

Paranın baş rol oynadığı kimi dram, kimi vodvil olan hikayeler de çoktur bu ülkede. Çoğu gizli kalmaz yazılara kitaplara konu olur ama değişen pek bir şey olmaz.

Çünkü mesele kişiler değil, düzendir.

İnsan egemenliğini paraya kaptırmıştır bir kere!

Özellikle bu ülkede siyasette de para konuşur; girmek için de, kalmak için de para gerekli.

O nedenle, siyasete girenlerin çoğunluğunun geleceğini güvenceye almış para sahibi insanlar olmasında şaşılacak bir şey yok. Asıl mesele siyaseti bıraktıklarındaki durumd ama ‘rufailer‘ araya girmedikçe ona da pek ses eden olmaz.

Bu ülkede boşuna, “Bal tutan parmağını yalar” denmemiştir.

Yine de, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı adayı Turgut Altınok’un açıkladığı mal varlığı epeyce şaşırttı herkesi.

Açıklamada bildirilen arsa ve arazilerin toplamı 60 milyon metrekare ediyor; yalnız bir arsa 5 milyon metrekare imiş!

Sosyal medyada, Altınok’a miras diye Ankara’nın kaldığı, Ankara’da ‘Turgutoğlu Beyliği’ kurulabileceği konuşulmakta ki haksız değiller.

Ancak Altınok inançlı ve ferasetli bir insan; laf edenlere cevabı hazır.

Bir kere hepsi anne ve babasından miras; ‘ölüm hak miras helal‘ olduğuna göre söylenecek bir şey yok!

İkincisi, “Mal bizim değil Allah’ın, biz emanetçisiyiz!” diyor ki, “Allah’ın ne sevgili kuluymuş” demekten başka ne denebilir!

Yok öyle demeyip, “Bunca emanet neden siyasete soyunan, siyasetle yakınlaşan üçe beşe düşmekte” diye sormak isteyen olursa, onlara, siyasetin hali kadar paranın kazandığı gücü ve buna izin veren düzeni sorgulamak gerektiğini söylemek isterim.

Bu sorgulama yapılmadıkça, siyasetçi değişir ama düzen değişmez; o gider bu gelir ama siyaset ve para el ele büyümeye devam eder.

Paranın siyasetle ilişkisi derin ama paranın (servetin) artışı ile demokrasi arasında olumlu bir ilişki yok. Hatta aksini söylemek mümkün.

Dünya hiç olmadığı kadar zengin bugün; her ülkede milyarderler de artmış durumda. Buna karşın, demokratikleşme değil anti-demokratikleşme yolunda ilerleyen bir dünyada yaşamaktayız.

Nedenleri var kuşkusuz ama başka yazıya kalsın.

Ümit Boyner’in T24’e verdiği söyleşide söylediklerine kafam takıldı, biraz onlardan söz etmek istiyorum.

2010-2013 döneminde TÜSİAD başkanlığı yapmış, Kagider kurucusu Boyner, Türkiye’de çağdaş burjuvaziyi temsil eden bir işkadını; önemli bir isim.

Dediklerine gelirsek, özetle, Türkiye’de demokrasideki kayıpların farkında olduğu ama bu konuda iş dünyasına bir kusur kondurmadığı anlaşılmakta.

Türkiye’deki gerileme ve kayıplara üzüldüğünü, demokrasi, hukukun üstünlüğü, şeffaflık gibi değerlere önem verdiğini söyleyen Boyner’in kaygılarını ve değerlerini daha birçok işinsanının paylaştığını söylemek mümkün.

Demokrasiyle ilgili kaygıları paylaştığımızı bilmek güzel kuşkusuz.

Ancak, Cumhuriyet burjuvazisinin demokrasi ve hukuk devletine bağlılığından ödün vermediği ve zaman zaman gerekli çıkışlar yaptığından söz edip bugünkü olumsuz gidişatta bir payları olmadığı noktasına geldiğinde, yollarımız ayrılıyor.

Örneğin sormak isterim: Hukuk bunca tırpanlanır, anayasa hükmü tanınmaz, başkanlık sistemi tek adam hükümetine dönüşürken, bunlarla ilgili olarak “TÜSİAD’ın sesini duyan var mı”?

Oysa Kavala, Demirtaş, Atalay ve sayısız gazetecinin hapsi, yersiz hakaret davaları, yargının bağımlı hali, kayyum atamaları gibi hukuk açısından ses çıkarmayı gerektiren çok olay var bu memlekette.

Bırakın demokrasiyi, TÜSİAD’ın ve genel olarak sermayenin, ekonomik meselelerde bile sessiz kaldığı görülmüyor mu?

Ne faizin enflasyon nedeni olarak görülüp yıllarca bastırılması, ne Merkez Bankası’nın bağımsızlığını yitirmesi, ne bol keseden konulan program hedeflerinin hayal olması karşısında bir şey söyleyebildiler.

Bu politikalar sonucu şimdi ele güne muhtaç hale gelmiş bir Hazine’yle nereye gittiğimiz, gideceğimiz belli değil; onlarsa Davos’taki zenginler kadar bile kaygılı değiller.

Örneğin perişan Hazine’yi biraz toparlamak için daha fazla vergi vermek gibi bir çözüm hiç akıllarına gelmiyor!

Oysa Türkiye parası elinde olanın insafına kalmış durumda.

Zaten Türkiye’de burjuvazinin, ne geçmişte ne bugün Batı burjuvazisi gibi demokratikleşme doğrultusunda bir rol oynadığı söylenebilir.

Aksine, varlık kazanması ve güçlenmesinde devletin büyük rolü nedeniyle devlete bağımlı bir burjuvaziden söz etmek gerekir.

Neoliberal ekonomiye çok düşkün olsalar da devlete bağımlılıkları nedeniyle gerçekten liberal oldukları bile söylenemez.

Öte yandan, 1990’a kadar süregelen sınıfa dayalı örgütlenmelerin yasaklanmasında, 12 Eylül darbesi ve sonrasında getirilen anti-demokratik düzenlemelerde, neoliberal politikalarla, sadakaya muhtaç bir toplum yaratılmasındaki payları nedeniyle, bu ülkede demokrasinin işlevsiz kalarak kadükleşmesindeki rolleri de az değil.

Bu ülkede geçmişten bu yana sermayeden yana partiler iktidarda ve devlet ile sermaye arasında sermaye birikimine yönelik bir ittifak söz konusu. Bu ittifak aralarına yeni zenginler katılmış olsa da AKP iktidarında da yürüyor.

Bu ilişki sürdükçe demokrasinin aksak ve noksan olmasını fazla dert ettikleri söylenemez.

Maalesef Türkiye gibi ülkelerde bugün devletle yaptıkları ittifakın ucunun ‘seçimli otokrasi’nin kabulüne kadar uzandığı görülüyor ki acı olduğu kadar tehlikeli de!

Türkiye gibi ülkelerde paranın helalliği gibi beyazlığının da pek kalmadığını söylemek gerek.

Bir yandan Osmanlı’ya kadar uzanan bir rüşvetler tarihi var, öte yanda günümüz paraya doyumsuzluğun arttığı bir devir.

Toprak da, zaman da mümbit yani!

O nedenle, bugün havadan para kazanmanın, yüksek faizli fonlar, olmayan yatırımlara ortaklık, saadet zincirleri, Bitcoin dolandırıcılığı, sazan sarmalı, influencer patlaması, telefon ya da internet dolandırıcılığı gibi bin bir çeşidi ortaya çıkmış durumda.

80 sonrasında banker Kastelli, Jet Fadıl gibi ‘güzide’ örneklerimiz ortaya çıkmıştı, bugün daha büyük ‘üstatlarla‘ karşı karşıyayız! Birkaç örnek:

Thodex isimli kripto para borsası şirketi kuran Fatih Özer 2 milyar dolarla kayboldu.

Çiftlik Bank’ın kurucusu ‘Tosuncuk’ diye anılan Mehmet Aydın, 132 binden fazla kişiyi dolandırdı ve 1 milyar dolardan fazla parayla yurt dışına kaçtı.

Kara para aklamasıyla suçlanan Engin ve Dilan Polat çifti hakkındaki davada bir tanık, Banu Parlak’ın güzellik salonunu kurşunlaması karşılığında kendisine bir bayilik verileceğini söyledi.

Bir bankanın gölgesinde işleyen yüksek karlı fona, toplam 29 kişi 43 milyon 920 bin dolar ve 15 milyon 625 bin lira yatırdı.

Seçil Erzan olayı…

2019’da başlayan ve bankalar yüzde 4 faiz verirken yüzde 200-250’leri bulan faizlerle toplanan paralardan 12 kişi astronomik paralar kazandı, 14 kişi de parasını kaptırdı. Kayıp 27 milyon dolardan söz edilmekte; Seçil Erzan kaçıp gitmedi, yargılanıyor.

Ortada saadet zinciri mi var, yoksa kara para aklama mı; orası da belli değil!

Ne desem bilemiyorum; yatırılan paralara bakarak Tevfik Fikret’in ‘Bu han-ı iştiha sizin‘ şiirini hatırlatmakla yetineceğim.

Paraya doymazlığın hüküm sürdüğü ülkede ilginç bir durum var; meğer bu ülke mutluluğu parada aramayanlar ülkesiymiş!

Ben demiyorum; TÜİK söylüyor. Toplumun yarısından çoğu (yüzde 52.7) mutlu olduğunu söylemiş.

Toplumun yüzde 67’si de geleceğinden umutluymuş.

Kadınlarda mutlu olanlar erkeklerden daha fazla (yüzde 55); gençler arasında da mutlu olanların oranı az değil (yüzde 54).

Daha önemlisi, mutluluk kaynağı olarak sağlık gösterilirken, mutluluğu parayla ilişkilendirenler yalnızca yüzde 5.3, işle ilişkilendirenler yüzde 2.6 düzeyinde.

Yani, Türkiye’de en yüksek gelir gurubundakilerin toplam gelirin yaklaşık yarısını alması, en düşük gelir gurubunun payının yaklaşık yüzde 6’da kalması hiç dert değil!

Yok genç işsizliği varmış, yok gençler yurt dışına gitmek istiyorlarmış, bakmayın!

Araştırmaya katılanların yüzde 33’ü en büyük sorun olarak hayat pahalılığını, yüzde 13.4’ü işsizliği gösterse de aldırmayın!

Aldırmayın, çünkü parayla mutluluğun olmadığını anlamış bir millet var karşınızda.

Bilge mi desem, gönlü tok mu, bilemedim ama şükürler olsun ki böyle! Yoksa, durum bugünkünden daha vahim bir hal alabilirdi, değil mi?

Yani, iyi ki bu milletin gönlü tok da köşe dönme hikayeleriyle yatıp kalkanlar, ‘para katlama’ tezgâhlarını kuranlar, foyaları çoktan ortaya çıkmış saadet zincirlerine para yatıranlar bu kadarla kalmakta!… Yoksa halimiz nice olurdu!…

Cevapları siz verin, benim TÜİK’in verileriyle ilgili bir tartışmaya girmeye niyetim yok; onu çoktan geçtim.

Yalnızca, Nazım’ın dediği gibi Hem cehennem hem cennetbu memlekette yaşamak derken, para ve ilişkilerini atlamamak gerektiğine işaret etmek istedim.

QOSHE - Paranın halleri - Meryem Koray
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Paranın halleri

8 1
22.03.2024

Paranın krallığından, hatta tanrılığından söz ediyoruz; dünyanın egemeni desek yanlış olmaz. Ne var ki paranın tahtı, saltanatı bir başka türlü.

Bir kere bu saltanat soy sop aramadığı gibi, kendisine erişmeyi herkes için mümkün kılan yanları da var. Hele bizim gibi ülkelerde paranın saltanatına katılmak için fırsat çok; erbabına tabi!…

Dağın taşın imara açılması örneğin.

Siyasetin yamacına kurulmak örneğin.

Yok yerden ikon ya da fenomen olmak örneğin.

İkincisi, sermaye, servet sahibi olup paranın saltanatı yakalandığında gücü usturuplu kullanmak gerekiyor. Örneğin diğer saltanatlar gibi sergilemek yerine gizlemek daha akıllıca olmakta.

Gücünü herkes bilirken namı pek iyi değildir.

“Para her kötülüğün anası… Para konuşunca hakikat susar… Paran çoksa dostun da çoktur… Para aslandan güçlü kükrer” gibi özdeyişlerimiz var.

Paranın baş rol oynadığı kimi dram, kimi vodvil olan hikayeler de çoktur bu ülkede. Çoğu gizli kalmaz yazılara kitaplara konu olur ama değişen pek bir şey olmaz.

Çünkü mesele kişiler değil, düzendir.

İnsan egemenliğini paraya kaptırmıştır bir kere!

Özellikle bu ülkede siyasette de para konuşur; girmek için de, kalmak için de para gerekli.

O nedenle, siyasete girenlerin çoğunluğunun geleceğini güvenceye almış para sahibi insanlar olmasında şaşılacak bir şey yok. Asıl mesele siyaseti bıraktıklarındaki durumd ama ‘rufailer‘ araya girmedikçe ona da pek ses eden olmaz.

Bu ülkede boşuna, “Bal tutan parmağını yalar” denmemiştir.

Yine de, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı adayı Turgut Altınok’un açıkladığı mal varlığı epeyce şaşırttı herkesi.

Açıklamada bildirilen arsa ve arazilerin toplamı 60 milyon metrekare ediyor; yalnız bir arsa 5 milyon metrekare imiş!

Sosyal medyada, Altınok’a miras diye Ankara’nın kaldığı, Ankara’da ‘Turgutoğlu Beyliği’ kurulabileceği konuşulmakta ki haksız değiller.

Ancak Altınok inançlı ve ferasetli bir insan; laf edenlere cevabı hazır.

Bir kere hepsi anne ve babasından miras; ‘ölüm hak miras helal‘ olduğuna göre söylenecek bir şey yok!

İkincisi, “Mal bizim değil Allah’ın, biz emanetçisiyiz!” diyor ki, “Allah’ın ne sevgili kuluymuş” demekten başka ne denebilir!

Yok öyle demeyip, “Bunca emanet neden siyasete soyunan, siyasetle yakınlaşan üçe beşe düşmekte” diye sormak isteyen olursa, onlara, siyasetin hali kadar paranın kazandığı gücü ve buna izin veren düzeni sorgulamak gerektiğini söylemek isterim.

Bu sorgulama yapılmadıkça, siyasetçi değişir ama düzen değişmez; o gider bu gelir ama siyaset ve para el ele büyümeye devam eder.

Paranın siyasetle ilişkisi derin ama paranın (servetin) artışı ile demokrasi arasında olumlu bir ilişki yok. Hatta aksini söylemek mümkün.

Dünya hiç olmadığı kadar zengin bugün; her ülkede milyarderler de artmış durumda. Buna karşın, demokratikleşme değil anti-demokratikleşme yolunda ilerleyen bir dünyada yaşamaktayız.

Nedenleri var kuşkusuz ama başka yazıya kalsın.

Ümit Boyner’in T24’e verdiği söyleşide söylediklerine kafam takıldı, biraz onlardan söz etmek istiyorum.

2010-2013 döneminde TÜSİAD başkanlığı yapmış, Kagider kurucusu Boyner, Türkiye’de çağdaş........

© Diken


Get it on Google Play