15 Aralık Cuma günü bir konferanstaydım. İstanbul’da, Taksim’de İBB’nin açtığı Sevgi Soysal Kütüphanesi’nde. İBB’nin 2019’dan bugüne yaptığı çok iyi işlerden yalnızca biri, şehrin göbeğinde böyle bir kütüphane açmak. Salon doluydu, konferans akşama dek sürdü ve dinleyiciler saatler boyunca ayrılmadı. Yalnızca birbirinden özel konuşmacılar nedeniyle değil bana kalırsa, hiç kimse hocaları yalnız bırakmak istemedi ve hocalar da kendi düzenledikleri bir toplantıya ilk dakikasından itibaren sahip çıktı. Üniversitelerine, akademinin özerkliğine bunca zamandır nasıl sahip çıktılarsa öyle.

Önce üniversitede yapılacağı duyurulmuştu, bazı ihtilaflar nedeniyle Taksim’e alınmış. Muhtelif gerekçelerle ve o gerekçelerin neler olabileceğini, Boğaziçi hocalarının üç yıldır verdiği mücadeleyi takip eden herkes tahmin edebilir.

Boğaziçi’nin ‘karşı çıkan’ hocalarının tutumunu bugüne dek hiç kimse, hiçbir üniversite, hiçbir dönemde ‘sergilemedi’ Cumhuriyet tarihi boyunca. Bu bir ilk. Türkiye’deki diğer üniversitelerden ‘kurumsal’ destek görmediler. Bu bir ilk değil, ülkenin olağanı. Kuşkusuz yoruldular, buna mukabil vazgeçmediler.

Yinelemekte yarar var; ilk günden itibaren kendi alanlarına, okullarına, üniversitenin özerkliğine sahip çıkıyorlar. Üzerlerindeki baskı her geçen gün arttı, kamuoyunun ayrıntısından haberdar olmadığı sayısız soruşturma ve davayla yüz yüze kaldılar.

Ülkenin gözü önünde, dünya çapında eğitim veren bir kamu üniversitesi, orayı birinci sınıf yapan nitelikleri-özgül yanları bir bir halledilerek, bambaşka bir yere dönüştürülüyor. Akıl alır gibi değil diyeceğim de bu ifade anlamını yitireli çok oldu. Memleketin en itibarlı okullarından birine yönelik uygulamalar, üç beş topçunun üçkâğıtçılara kaptırdığı dolarların binde biri kadar çekemedi kamuoyu, siyaset ve basının ilgisini.

O Boğaziçi hocaları bir konferans dizisinin ilkini gerçekleştirdi cuma günü. ‘Düşünen Şehir Konferans Dizisi: Bilgi Çağında Üniversite ve Kent İşbirliği’. Mine Eder, başlarken, üniversiteyi üniversitenin dışına çıkarmaktan, onu dışarıda yaşatmaktan söz etti. İstanbul dışında toplantılar yapmayı, ilk aşamada Eskişehir, Bursa gibi illere gitmeyi planladıklarını duyurdu.

Daron Acemoğlu video konuşmasıyla katıldı. Cemal Kafadar’ın harika bir açılış konuşması yaptığı toplantıda, toplam 17 konuk, üniversite ile kent-toplum arasındaki ilişkiyi ve dayanışmayı, bilgi çağının ve yeni teknolojilerinin neden olduğu ve olacağı akademik-mekânsal dönüşümü, üniversitelerin bulundukları kentlere ne kattığı ya da katmadığını, örneğin ‘deprem’ ihtimali gibi son derece ciddi konularda üniversitelerin nasıl katkı yapabileceği, yerel idareler ile okulların işbirliği yolları, halihazırdaki üniversitelerde yaşanan sorunları ve üniversite bölünmelerini anlattı.

Tüm konuşmalara, zenginliklerine tek tek değinmek mümkün değil. Bu nedenle tarihçi Cemal Kafadar’ın konuşmasından birkaç satırla yetineceğim.

Cemal Kafadar, Voltaire ve Candide’in hikâyesiyle başladı, İstanbul’da, bir bostanda biten hikâyeyle. Türkiye’ye, ülkede yaşananlara ilişkin düşüncesini buradan hareketle aktardı; hakikaten çok hoş bir girişti. Dünyada, ABD’de olup bitenlere, Filistin konusunda ABD üniversitelerinde ve kamuoyunda karşılaşılan baskıya, otoriter siyasi figürlerin üniversiteleri hizaya sokma çabasına, güvenlik tedbirlerinin giderek arttığı üniversite kampüslerine değindi.

Üniversite ne işe yarar, kamusal sorumluluğu nedir, piyasalaşmanın sonuçları ne oldu… 2024’te seçimi kazanma ihtimali olan Trump’ın, Erdoğan ve Modi’nin üniversite ve basın siyasetini izlediğini, üzerinde çalıştığını söyledi, örneğin. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki meslektaşlarının ve öğrencilerinin ‘dünya çapında ses getiren’ direnişin üçüncü yıldönümüne yaklaştığını, şartların giderek ağırlaştığını, süregiden bir baskı ve ‘intikam hissiyle dozu giderek artırılan bir eziyet’ söz konusu olduğunu belirtti. Boğaziçi’ne reva görülen yöntemleri, marangozların ahşabı sıkıştırmak için kullandığı ‘işkence aletiyle’ karşılaştırdı ve sonunda, yıllar öncesinden tanıdığını söylediği YÖK Başkanı Özvar’a seslendi: “Erol sen neler yaptığının, YÖK başkanı olarak alet olduğun zulmün, neler yapmakta olduğunun farkında mısın?”

Kafadar’ın bu ifadelerini dinleyince, insan ister istemez, Türkiye’de yaşayıp da Boğaziçi’nde olup biteni hiç duymayan popüler tarihçilerimizi hatırlıyor.

Kafadar’ın etkileyici konuşmasında en akılda kalan ifadelerinden biri, Boğaziçi’nin ele geçirilemeyen iki önemli özelliğinin, ‘itibar’ ve ‘haysiyet’ olduğu gerçeğiydi. Sonu ne olursa olsun, kadrolaşma ve hoyratlıkla edinilemeyecek iki özellik.

Oradaki herkes gibi ben de doğru ve haklı tarafta olduğum için mutluluk duydum. Var olsunlar.

QOSHE - Boğaziçi, hocaları ve üniversite-kent ilişkisi - Murat Sevinç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Boğaziçi, hocaları ve üniversite-kent ilişkisi

80 0
17.12.2023

15 Aralık Cuma günü bir konferanstaydım. İstanbul’da, Taksim’de İBB’nin açtığı Sevgi Soysal Kütüphanesi’nde. İBB’nin 2019’dan bugüne yaptığı çok iyi işlerden yalnızca biri, şehrin göbeğinde böyle bir kütüphane açmak. Salon doluydu, konferans akşama dek sürdü ve dinleyiciler saatler boyunca ayrılmadı. Yalnızca birbirinden özel konuşmacılar nedeniyle değil bana kalırsa, hiç kimse hocaları yalnız bırakmak istemedi ve hocalar da kendi düzenledikleri bir toplantıya ilk dakikasından itibaren sahip çıktı. Üniversitelerine, akademinin özerkliğine bunca zamandır nasıl sahip çıktılarsa öyle.

Önce üniversitede yapılacağı duyurulmuştu, bazı ihtilaflar nedeniyle Taksim’e alınmış. Muhtelif gerekçelerle ve o gerekçelerin neler olabileceğini, Boğaziçi hocalarının üç yıldır verdiği mücadeleyi takip eden herkes tahmin edebilir.

Boğaziçi’nin ‘karşı çıkan’ hocalarının tutumunu bugüne dek hiç kimse, hiçbir üniversite, hiçbir dönemde ‘sergilemedi’ Cumhuriyet tarihi boyunca. Bu bir ilk. Türkiye’deki diğer üniversitelerden ‘kurumsal’ destek görmediler. Bu bir ilk değil, ülkenin olağanı. Kuşkusuz yoruldular, buna mukabil vazgeçmediler.

Yinelemekte yarar var; ilk günden itibaren kendi alanlarına, okullarına, üniversitenin özerkliğine sahip çıkıyorlar. Üzerlerindeki baskı her geçen gün arttı, kamuoyunun ayrıntısından haberdar olmadığı sayısız soruşturma ve davayla yüz yüze kaldılar.

Ülkenin gözü önünde, dünya çapında eğitim veren bir kamu üniversitesi, orayı birinci sınıf yapan nitelikleri-özgül yanları bir bir halledilerek, bambaşka bir yere dönüştürülüyor. Akıl alır gibi........

© Diken


Get it on Google Play