Bir günde gelinmedi bu duruma ve şu hâlde olunmasının başlıca sorumlularından biri, muhalefet. Yalnızca, dünya yıkılsa kendi konumunu sağlama almaya çalışan ve parti çıkarını ülke çıkarına üstün tutan profesyonel siyaset esnafı değil. Eleştiri ‘görevini’ önemsemeyenler, eleştirenleri eleştirenler, eleştiriyi düşmanlık gibi görenler, muhalefet her ne yapıyorsa orada bir hikmet arayanlar, muhalefetin işlevini ‘bir gün iktidar olma’ çabasıyla sınırlı bir faaliyet kabul edenler.

Her şey yurttaşın güzü önünde oldu ve olmaya devam ediyor. O her şey, muhalif siyasetçilerin tanıklığında ve katkısıyla yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. Şu satırları okuyan kimi muhaliflerin, hâlâ, “Bak yine muhalefeti eleştiriyor” diyeceği bir aymazlık, yaşadığımız.

Türkiye hukuk-anayasa dışı karar ve uygulamalar yeni değil, Cumhuriyet’in tarihi kadar eski. Buna mukabil, hep daha ağırı, hep daha kötüsü oldu, olabilir. Çoğu zaman dillendirildiği gibi bir dip yok, en kötüsü yok; daha da kötüsü, daha da vahimi var. Ayrıca, biri için ‘dip’ olan, bir diğeri için ‘zafer’. Mesele dibe yol alındığını düşünenler ile zafer elde ettiğini düşünenler arasındaki siyasi ve hukuki mücadelede kimin ne yaptığı. Hâlihazırda, iktidar kanadının başarılı olduğu aşikâr. Bu başarının nihayetinde herkesin zararına olacağı, gerçeği değiştirmiyor. İşte o başarı, muhalefetin muhalefetsizliğiyle, iktidarın çizdiği sınırlar dışına pek az çıkabilmesiyle mümkün olabildi.

Kılıçdaroğlu, sosyal medya hesabından Anayasa’nın birinci maddesini paylaşıp Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesini kınıyor. Sanki, anayasaya aykırı anayasa değişikliğine bile isteye destek vermemiş, siyasetçilerin göz göre göre cezaevine girmesine neden olmamış gibi. Sanki seçim sürecindeki tüm anayasa-yasa dışılıklara alt perdeden karşı gelip de ‘çıksın karşıma’ lüzumsuzluğuna meyletmemiş gibi. Sanki, barışçıl toplanma ve gösteri hakkını yurttaşa unutturmamış gibi. Sanki, 2017 sonrasında işlevi kalmamış bir parlamentoda vekilcilik oynanmasını izlememiş gibi.

Akşener, karara itiraz ederken, hâlâ ‘organlar arasındaki yetki krizinden’ söz edebiliyor, örneğin. Oysa ortada bir yetki krizi yok, anayasa hükümlerinin umursanmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Peki dokunulmazlıklar kaldırılırken neredeydiler, OHAL hukuku yerleşirken hangi itirazı yönelttiler? Kürt siyasi hareketi söz konusu olduğunda karşı çıkılmayan, görmezden gelinen hukuka aykırılıklar, bugün Kürt olmayanın kapısına dayandı, hep olduğu ve bundan sonra olacağı gibi.

Eski AKP’li siyasetçiler, 2017 değişikliği yapılırken farkında değil miydi tercih edilen siyasal rejimin. Üç-beş siyasetçi dışında kim yıllardır süregiden ve varılacak yeri haber veren onca gelişmeye gerekli tepkiyi verdi. Yeni CHP yönetimi, anayasa mitingini erteledi, sonra unutuldu. Unutturuldu. Meclis’te oturma eylemi yaptılar, bitti. “Ne yani, sonsuza dek orada mı oturacaklar!” Oturmasınlar kuşkusuz, ama hiçbir işe yaramayan, yön belirlemeyen, iktidarı zerrece rahatsız etmeyen, başladıktan iki gün sonra sıradanlaşan bu işleri neden yapar o zaman muhalefet; ‘dostlar alışverişte görsün’ dışında nasıl bir etkisi, anlamı var?

Muhterem muhalefetimiz, müesses nizam siyasetçisi, sosyal medya hesaplarından tepki gösteriyor. Ve koltuklarında oturuyor. Eleştirenlere öfkelenerek. Öfkeleniyorlar, çünkü kibirli ve hallerinden memnunlar. Başka bir şey yapacak halde değiller. Başka bir şey yapabilecek insanlar değiller. Hele ki yerel seçim öncesi, yaşanan her neyse iki güne unutulacağının da farkındalar. Karar tarihe şöyle geçmiş, böyle geçmiş, lekeymiş, milli iradeymiş… İri sözler, tumturaklı nutuklar, yüksek perdeden kurulan cümleler… Hepsi boş laf. Laf olsun torba dolsun muhalefeti. Memleket tarihi böyle bir iktidar görmedi, doğru, ancak böyle bir muhalefet de görmedi.

Gelelim bundan sonraki sürece…

Şu anda Can Atalay için ulusal hukukta yapılacak bir şey kaldı mı?

Öncelikle, TBMM Başkanlığı’nın kendisini AYM kararıyla bağlı sayarak (‘yok hükmünde’ kabul edilmesi gereken Yargıtay kararını dikkate almayarak) Atalay kararını okutmaması mümkün olabilirdi, ancak olmadı, olması da beklenmiyordu. Hal böyleyken, bu iyimser ‘umut’ artık bir ‘ihtimal’ değil.

Şimdi, ülke koşullarını hesaba katarak, kararın TBMM’de okunması/duyurulması (Adalet Bakanlığı-Cumhurbaşkanlığı tezkeresi zinciri takip edilmeden) yönteminin, hukukçuların kendi aralarındaki tartışma konularından biri olarak kalması, kuşkusuz bir ihtimal.

Birkaç gün içinde AYM’ye bir başvuru yapılacak ve AYM’nin, Anayasa’nın ‘iptal istemi’ başlıklı 85. maddesi lafzından hareket ederek ‘milletvekilliğinin kesin hüküm nedeniyle düşmesi’ durumunu incelemeyeceğine karar vermesi diğer ihtimal.

Biz yine de ve inatla pes etmeyelim ve T24’te, Gökçer Tahincioğlu’nun köşesine bakalım. Tahincioğlu konuya ilişkin yazısında eski Yargıtay Savcısı Ömer Eminağaoğlu’nun görüşüne yer vermiş ve bana kalırsa yabana atılır bir görüş değil. Eminağaoğlu’na teşekkür ederek, yazıdan uzunca bir alıntı yapmak istiyorum (bazı yerleri siyaha boyayarak):

TBMM’ye bildirilen 3 Ocak 2024 tarihli Yargıtay kararı… Oysa hakkındaki hükmün kesinleştiği yönündeki kararın okunması gerekiyor. Buna göre anayasanın 84/2 ye göre yargılamayı yapan mahkeme kararı TBMM’ye bildirilmeli. Bu nedenle düşen milletvekilliği yok. Kaldı ki yerel mahkeme kararı da AYM kararı nedeniyle kesinleşmemiş durumda. Yargıtay cezayı onadı ancak AYM yargılamanın durması ve tahliye kararı verdi. Kesinleşmiş bir karar yokken bu değerlendirme yapılamaz. Düşen milletvekilliği bu anlamda yok. Sadece kesinleşen yargılamayı yapan mahkeme kararı TBMM’ye bildirilebilir. Kesinleşmeyen mahkeme kararı TBMM’ye bildirilemez. Bildirilse bile hukuken sonuç doğurmaz. Düşen milletvekilliği bu açıdan da yok. Bekir Bozdağ’ın iki dudağı arasından, bu koşullarda “milletvekilliği düşmüştür” sözü çıkmakla, milletvekilliği düşmez. TBMM Genel Kurulu’na kurum dışından yazılar yürütme organı olan Cumhurbaşkanı’nın tezkeresi yoluyla gelebilir. Hiçbir kurum doğrudan TBMM Genel Kuruluna yazı yazamaz. Yazarsa bu silsile için TBMM’nin yazıyı geri çevirmesi gerekiyor. Yargılamayı yapan merciin yani İstanbul 13 ACM’nin “varsa bir kesinleşmiş kararı”, o yer Cumhuriyet Başsavcılığı yoluyla Adalet Bakanlığı’na, Adalet Bakanlığı’nca da Cumhurbaşkanlığı’na gönderilmesi gerekiyor. Kesinleşen kararın da Cumhurbaşkanlığı tezkeresi yoluyla TBMM Genel Kurulu’na sunulması gerekiyor. Olayda yerel mahkeme çıkışlı bile bu silsileyle hiçbir yazı gönderilmemiş. Kesinleşen yerel mahkeme kararı gönderilmemiş. Zaten kesinleşen bir karar yok ki… Kesinleşen bir karar olmayınca Yargıtay 3 CD, doğrudan TBMM’ye yazı yazarak, sadece “kendi kararını” iletmiş… Yargıtay 3. CD doğrudan TBMM’ye yazı da yazamaz. Yargıtay 3 CD Yargıtay dışına adli yazışmalarını sadece Yargıtay CB aracılığı ile idari yazışmalarını da sadece Yargıtay Başkanlığı aracılığı ile yapabilir. Yargıtay tarihinde ilk kez bir Yargıtay CD, doğrudan TBMM’ye yazı yazıyor. Bu AYM’ye de yapıldığı gibi, TBMM’ye saygısızlık, TBMM’nin manevi şahsiyetine saldırıdır. TBMM Başkanlığı bu duruma seyirci kalmıştır. Yargıtay, kendini TBMM üstünde görmüş, anayasayı ihlal etmiştir. TBMM tutanağına göre, TBMM Genel Kurulunda okunan yazı içeriğinde, engellilik yaratan AY md 76’daki suçun niteliği ve/veya cezanın miktarı ise, bu bilgi de yer almıyor. Yani seçilme yeterliliğini ortadan kaldıran suçun niteliği ve/veya ceza miktarı da TBMM bilgisine sunulmuş değil. TBMM Genel Kurulu, AY md 76’da yer alan bir suç ve/veya ceza halinin varlığı konusunda bilgi sahibi de değil!”

Eminağaoğlu’nun önerisi şöyle: “TBMM tutanakları alınıp TBMM Genel Kurulunda okunacak. Kesinleşmeyen veya yanlış kararın okunduğu ve düşme olmadığı görülecek. AYM’ye başvuru yapılacak. Bu süreçte Can Atalay’ın milletvekilliği hukuken düşmediği halde, AKP yönetimi/TBMM yönetimi fiili uygulama ile düşmüş gibi hareket ediyor. Can Atalay hakkında düşme hali konusunda uygulanan madde Anayasanın 84/2 nci maddesi. Bu maddeye düşme konusunda Genel Kurul tarafından bir karar alınmıyor, düşme konusundaki karardan sadece TBMM bilgilendiriliyor. Anayasa 85 nci maddede de, düşme ‘kararları’ konusunda AYM’ye başvuru yapılacağı düzenleniyor ancak bu maddede de AY md 84/2 sayılmıyor. AYM ise uygulamada, AY md 84/2 uyarınca Genel Kurul tarafından bir karar verilmediği için iptal işlemi olamaz. Ancak milletvekilliği düşmediği halde düşmüş şekilde işlem yapılması karşısında, milletvekilliğinin ‘devam ettiğinin tespitine’ karar veriyor.”

QOSHE - Laf olsun torba dolsun muhalefeti! - Murat Sevinç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Laf olsun torba dolsun muhalefeti!

67 0
31.01.2024

Bir günde gelinmedi bu duruma ve şu hâlde olunmasının başlıca sorumlularından biri, muhalefet. Yalnızca, dünya yıkılsa kendi konumunu sağlama almaya çalışan ve parti çıkarını ülke çıkarına üstün tutan profesyonel siyaset esnafı değil. Eleştiri ‘görevini’ önemsemeyenler, eleştirenleri eleştirenler, eleştiriyi düşmanlık gibi görenler, muhalefet her ne yapıyorsa orada bir hikmet arayanlar, muhalefetin işlevini ‘bir gün iktidar olma’ çabasıyla sınırlı bir faaliyet kabul edenler.

Her şey yurttaşın güzü önünde oldu ve olmaya devam ediyor. O her şey, muhalif siyasetçilerin tanıklığında ve katkısıyla yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. Şu satırları okuyan kimi muhaliflerin, hâlâ, “Bak yine muhalefeti eleştiriyor” diyeceği bir aymazlık, yaşadığımız.

Türkiye hukuk-anayasa dışı karar ve uygulamalar yeni değil, Cumhuriyet’in tarihi kadar eski. Buna mukabil, hep daha ağırı, hep daha kötüsü oldu, olabilir. Çoğu zaman dillendirildiği gibi bir dip yok, en kötüsü yok; daha da kötüsü, daha da vahimi var. Ayrıca, biri için ‘dip’ olan, bir diğeri için ‘zafer’. Mesele dibe yol alındığını düşünenler ile zafer elde ettiğini düşünenler arasındaki siyasi ve hukuki mücadelede kimin ne yaptığı. Hâlihazırda, iktidar kanadının başarılı olduğu aşikâr. Bu başarının nihayetinde herkesin zararına olacağı, gerçeği değiştirmiyor. İşte o başarı, muhalefetin muhalefetsizliğiyle, iktidarın çizdiği sınırlar dışına pek az çıkabilmesiyle mümkün olabildi.

Kılıçdaroğlu, sosyal medya hesabından Anayasa’nın birinci maddesini paylaşıp Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesini kınıyor. Sanki, anayasaya aykırı anayasa değişikliğine bile isteye destek vermemiş, siyasetçilerin göz göre göre cezaevine girmesine neden olmamış gibi. Sanki seçim sürecindeki tüm anayasa-yasa dışılıklara alt perdeden karşı gelip de ‘çıksın karşıma’ lüzumsuzluğuna meyletmemiş gibi. Sanki, barışçıl toplanma ve gösteri hakkını yurttaşa unutturmamış gibi. Sanki, 2017 sonrasında işlevi kalmamış bir parlamentoda vekilcilik oynanmasını izlememiş gibi.

Akşener, karara itiraz ederken, hâlâ ‘organlar arasındaki yetki krizinden’ söz edebiliyor, örneğin. Oysa ortada bir yetki krizi yok, anayasa hükümlerinin umursanmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Peki dokunulmazlıklar kaldırılırken neredeydiler, OHAL hukuku yerleşirken hangi itirazı yönelttiler? Kürt siyasi hareketi söz konusu olduğunda karşı çıkılmayan, görmezden gelinen hukuka aykırılıklar, bugün Kürt olmayanın kapısına dayandı, hep olduğu ve bundan sonra olacağı gibi.

Eski AKP’li siyasetçiler, 2017 değişikliği yapılırken farkında değil miydi tercih edilen siyasal rejimin. Üç-beş siyasetçi dışında kim yıllardır süregiden ve varılacak yeri haber veren onca gelişmeye gerekli tepkiyi verdi. Yeni CHP yönetimi, anayasa mitingini erteledi, sonra unutuldu. Unutturuldu. Meclis’te oturma eylemi........

© Diken


Get it on Google Play