Geçen cuma ‘Dünya Kadınlar Günü‘ydü. Hem medyada hem sosyal medyada, kadınlara uygulanan psikolojik ve fiziksel şiddet hakkında farkındalık kazandırmaya çalışan birçok mesaj paylaşıldı. Neyse ki kadına şiddet hakkında farkındalık kazandırmaya dair mesajlar artık sadece 8 Mart’ta değil, hemen her gün farklı şekillerde hem medyada hem de sosyal medya yer alıyor.

Birçok dizi senaryosunda da kadınlar kendilerine yöneltilen şiddete ‘Dur’ diyen tutum ve davranışlar sergiliyor, yani senaristler de bu konuya duyarsız kalmıyor.

‘Kızılcık Şerbeti‘ dizisi geçen sezon kadına şiddete başkaldırı temasını o kadar başarılı bir şekilde ele almıştı ki izleyicinin kalbinde taht kurdu. Sonrasında da güçlü kadın figürlerinin yer aldığı diziler daha fazla ilgi görmeye başladı. Bu sezon başlayan ‘Bahar‘ dizisinin hızlı yükselişi de bu talebin bir ispatı (‘Bahar’la ilgili detaylı bir yazı yazacağım).

8 Mart’ta yayınlanan ve sosyal medyada da çokça eleştiri alan bölümü dolayısıyla bir kez daha hakkında ‘Kızılcık Şerbeti’ yazmak istedim.

Her zaman dile getirdiğim gibi toplumsal iyileşme olmadan bireysel iyileşmeyi sağlamak güç. Medyanın toplumdaki etkisi düşünülürse senaristlere de önemli bir iş düşüyor. Bizler de diziler hakkındaki görüşlerimizi paylaşırsak izleyici olarak üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirir ve senaristlere ışık tutabiliriz. Dolayısıyla, ben de zaman zaman izlediğim dizilerle ilgili görüşlerimi yazıyorum.

Diziler topluma dolaylı olarak yön verdiği gibi aynı zamanda toplumdaki değişimleri de yansıtır. Toplumumuzun özellikle son 20-25 yılda geldiği nokta göz önüne alınırsa, bugünlerde ‘Süper Baba’ ya da ‘Perihan Abla’ gibi dizilerin tutma olasılığı düşük. Gündüz kuşağı kadın programlarının reyting rekorları kırmasından da anlayacağımız üzere değerlerimiz her geçen gün daha da yozlaşıyor. Birçoğumuz inandığını söylediği şeyle tamamen zıt şeyler yapıyor. Ağızdan çıkan sözle ortaya konan davranış birbiriyle çelişiyor. Yani giderek riyakarlaşıyoruz.

‘Kızılcık Şerbeti’, bu riyakarlığı iyi yansıtıyor. Örneğin, dindar olduğunu iddia eden bazı insanların tutum ve davranışlarının din ve ahlakla tamamen ters düşmesi ya da Atatürkçü olduğunu iddia eden bazılarının da Atatürkçü düşünceyle yakından uzaktan alakası olmayan şekilde davranması gibi. Dizi senaryolarının izleyicilere ayna tutması güzel. Yalnız, her şeyin bir dozu var. Bu dozu kaçırdığınızda topluma ayna tutmak yerine kabul edilmemesi gerekeni normalleştiriyoruz.

Dizinin bu sezon fazlasıyla eleştirilmesinin temel nedeni, geçen sezon toplumsal mesajlar vermeye çalışırken bu sezon hızla değişen olaylar üzerinden izleyiciye ters köşe yaparak reyting yakalamaya çalışması. Hal böyle olunca dizideki karakterler daha da tutarsız davranıyor. Değerler ayaklar altına alınıp riyakarlık dozu giderek artırılıyor. Şiddet gören kadının bu şiddete başkaldırmasıyla -özellikle kadın izleyiciler arasında- neredeyse bağımlılık haline gelen dizi, bu sezon tutarsız ve şiddete boyun eğen kadınlar izletiyor bize.

Alev karakteriyle başlamak istiyorum. Alev 40 yaşına gelmiş bir kadın. Görünen o ki Apo’dan önce birçok beraberlik yaşamış. Yani ilişki deneyimi olan bir kadın. Dolayısıyla, evli bir adamla olmaya karar verdiyse o adamın boşanmama ihtimalini düşünmesi gerek. Bir insan boşanmak istese bile eşi boşanmak istemezse o dava senelerce sürebilir. Bu bilgiyi bilmek için illa avukat olmanıza gerek yok. Günümüzde eşlerden biri istemediği için uzayan birçok boşanma davası var. Alev’in bunu bilmemesi gerçekçi değil. Kendisi ya baştan evli bir adamla ilişkiye girmeyecekti ya da o ilişkinin sancılı olacağını göz önünde bulundurup ona göre hareket edecekti.

Sonuç olarak çevrenin farklı hakaretlerine maruz kalmak dışında bir şey yaşamamış oldu. Burada verilmek istenen mesaj; ‘Evli adamla ilişkiye girmeyin. Hem zaten boşanmıyorlar hem de hiç sağlıklı değil. Üzerine bir de çevreden tonlarca hakaret yiyorsunuz’ ise bu mesaj çok daha farklı bir şekilde verilebilirdi. “Annem beni sevmedi. Eleştirdi. Kimse beni sevmedi ama bu adam beni ben olduğum için sevdi” gibi ultra klişe bir sebebe dayandırılan Alev’in Apo aşkı, “Bu da beni sevmedi. Bu da bana yalan söyledi. Ben de bebeğimi alır giderim” gibi borderline kişilik bozukluğu olan bir kişinin davranışına benzeyen bir şekilde değil de çok daha farklı ve sağlıklı bir şekilde işlenebilirdi. O zaman oradan oraya savrulan bir kadın görmezdik.

Ayakları üzerinde duran ama çocukluk travmalarından dolayı yanlış adama aşık olan, hatasını anlayıp kaldığı yerden devam eden bir kadın izlemedik biz. Aksine kendini rezil eden bir kadın izledik.

Pembe’den özür dilemesi ise tam bir fiyasko idi. Fazlasıyla alaturka bu yaklaşım karakterle uyuşmadığı gibi senaryoya da hiç yakışmadı. Bu ve benzer ilişkilerde tek muhatap adamın kendisi olmalı, eşi bu işe karıştırılmamalı. Sebep her ne olursa olsun.

Alev’in çocuğu doğurmak istemesi normal. Tabii ki evli bir adamdan çocuk dünyaya getirmekle ilgili birçok problem yaşayacak. Yalnız unutmayalım ki her kadının anne olma hakkı var. Herkes bunu aynı yöntemle yapacak ve benzer hayatlar yaşayacak diye bir kural yok. Ayrıca, Alev’in çocuğu dünyaya getirmek istemesi ve bunun arkasında durması, “Biz sadece çocuklar için evliliği devam ettiriyoruz. Yoksa aramızda hiçbir şey yok, hatta ayrı yatıyoruz” diyen ve eşlerine ihanet eden çiftlerin yaptığından çok daha mert bir davranış. Babası kim olursa olsun çocuğunu doğurmak istediği için kimse bir kadına psikolojik şiddet uygulamamalı, kürtaj baskısı yapmamalı.

Doğa karakterine gelecek olursak… Onun her geçen gün daha da pasifleşmesini ve hayatının kontrolünü kaybetmesini izliyoruz. Ağır narsisistik kişilik bozukluğu olan eski kocasının uyguladığı her türlü psikolojik şiddete rağmen hala arkasından gözyaşı döküp barışmak istemesi, onun bağımlı kişilik özelliklerinin kanıtı. Ayrıca, tutum ve davranışlarından Doğa’nın Fatih’ten boşanmak istemesinin kendini korumak için değil de adamı cezalandırmak ve peşinden koşturmak için olduğunu anlıyoruz. Yani Doğa’nın hissettiği aşk değil, bağımlılık. Sado-mazoistik bir döngüye evrilen ilişkisinden hala sıyrılamamasının sebebi ise -büyük olasılıkla- acı çekmek ve acı vermek üzerinden besleniyor olması. Dolayısıyla, kendisinin psikolojik destek alması gerekiyor.

Özetle, izlediğimiz şey ‘Aşkta gurur olmaz’ değil; basbayağı patoloji.

Kıvılcım, toplumsal meselelerle o kadar meşgul ki kızlarını ihmal ediyor. Savunduğu değerleri kızlarına asla öğretememiş olacak olsa gerek Doğa’nın problemleri yetmiyormuş gibi Çimen de üzerine mum dikti. Çimen evli bir adamla imam nikâhı kıyıp sırf adam istiyor diye kapandı. Son yayınlanan bölümde izleyici en fazla öfkelendiren şey de sanırım bu oldu. Hani bu aile Atatürkçü düşünceyi benimseyen bir aile idi?! Bu ailenin Atatürkçülüğünün Apo’nun ve Pembe’nin dindarlığından çok da bir farkı yok.

Kendisine saygısı olan hiçbir kadın kuma olmayı kabul etmez. Aşk, kendine saygıdan ödün vermek değildir. Aşk, savunduğun değerleri ezip geçmek değildir. Aşk, gururu ayaklar altına almak değildir. Tüm bunları yapan insandan geriye hiçbir şey kalmaz. ‘Hiç‘liğe düşen, girdiği kalıba göre şekil alan insan da bir başkasını sevemez; çünkü kendisinden bu kadar nefret eden bir insanın bir başkasını sevmesi mümkün değildir.

Son yayınlanan bölümde, Mihri’nin intihara kalkışması da şaşırtıcıydı. Metehan’a âşık olan Mihri’nin reddedildiği için intihara kalkışması üzücü. Erkeğin kendisi kadına zarar vermese bile erkeği bahane ederek kadının kendisine zarar vermesi ne yazık ki sık karşılaştığımız bir durum. İnsanın kendisine zarar vermesi illa intihara kalkışma şeklinde olmak zorunda değil ama hayata bir başkası üzerinden bağlanmak -o kişi kim olursa olsun- hiç sağlıklı değil. Umarım bu konu üzerinde daha fazla durulur ve konu ‘Aşk yüzünden intihara kalkıştı’ şeklinde kapatılmaz.

İnsan aşk için intihar etmez. O bir bahanedir. Özetle, bir insanın intihara kalkışmasında birçok psikolojik problem rol oynar. Hemen her aşkta bir parça drama olabilir ama aşk şiddet barındırmaz. Yani şiddet, aşktan değil psikopatolojiden güç alır.

Nursema’dan bahsetmeden geçemeyeceğim; çünkü kendisine -deyim yerindeyse- bilenmiş durumdayım. Bundan birkaç hafta önce yayınlanan bir bölümde, Nilay çocuğuyla birlikte evi terk etmişti; çünkü kocası Mustafa çocuğun kendisinden olmadığını düşünüyordu. O da kendisine yapılan bu haksızlıktan dolayı evden ayrılıp görümcesi Nursema’nın kapısına gitti. Nursema onu içeri almadı. Geçen sezon birçok haksızlığa ve şiddete maruz kalan Nursema, Nilay’a yapılan haksızlığa boyun eğdi. Öyle kapıda bırakarak dolaylı yoldan ona şiddet uyguladı.

Adalet, bir haksızlık karşısında atar gider yaparak ortamı havalı bir şekilde terk etmekle sağlanmıyor. İnsan kendisine sığınan bir insanı -sebep ne olursa olsun- geri çeviriyorsa o da terazinin adaletsizlik tarafına geçmiş demektir. Yani mazlum hırkasını çıkartıp zalim hırkasını giyen insan yaşadıklarından öğrenmemiş, pişmemiş, çiğ kalmış demektir. Dolayısıyla, Nursema da dizideki tutarsız kadın karakterlerden biri olarak tanımlanabilir.

Özetle dizi, geçen sezon toplumun iyileştirilmesi yönünde mesajlar veriyorken bu sezon içselleştiremediği değerleriyle giderek riyakarlaşan insanlarımızı anlatıyor. Yalnız, daha kötüsü, olaylar çok hızlı aktığı için olan hemen her şey normalleştiriliyor. Geçen sezon şiddete uğrayan kadınların başkaldırışı ele alınıyorken bu sezon kadının bir erkek yüzünden kendi kendine şiddet göstermesi, bir başka kadına şiddet göstermesi ya da kendisine gösterilen şiddete boyun eğmesini izliyoruz.

Umarım senaristler en kısa zamanda bu noktadan dönerler, çünkü bu gidişle izleyiciler ya diziyi izlemeyi bırakacak ya da dizi ile izleyici arasında dizideki birçok karakterin yaşadığı ilişkiye benzer yani sado-mazoistik bağımlı bir ilişki oluşacak.

QOSHE - ‘Kızılcık Şerbeti’ böyle giderse… - Psk. Dr. Feyza Bayraktar
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

‘Kızılcık Şerbeti’ böyle giderse…

24 0
11.03.2024

Geçen cuma ‘Dünya Kadınlar Günü‘ydü. Hem medyada hem sosyal medyada, kadınlara uygulanan psikolojik ve fiziksel şiddet hakkında farkındalık kazandırmaya çalışan birçok mesaj paylaşıldı. Neyse ki kadına şiddet hakkında farkındalık kazandırmaya dair mesajlar artık sadece 8 Mart’ta değil, hemen her gün farklı şekillerde hem medyada hem de sosyal medya yer alıyor.

Birçok dizi senaryosunda da kadınlar kendilerine yöneltilen şiddete ‘Dur’ diyen tutum ve davranışlar sergiliyor, yani senaristler de bu konuya duyarsız kalmıyor.

‘Kızılcık Şerbeti‘ dizisi geçen sezon kadına şiddete başkaldırı temasını o kadar başarılı bir şekilde ele almıştı ki izleyicinin kalbinde taht kurdu. Sonrasında da güçlü kadın figürlerinin yer aldığı diziler daha fazla ilgi görmeye başladı. Bu sezon başlayan ‘Bahar‘ dizisinin hızlı yükselişi de bu talebin bir ispatı (‘Bahar’la ilgili detaylı bir yazı yazacağım).

8 Mart’ta yayınlanan ve sosyal medyada da çokça eleştiri alan bölümü dolayısıyla bir kez daha hakkında ‘Kızılcık Şerbeti’ yazmak istedim.

Her zaman dile getirdiğim gibi toplumsal iyileşme olmadan bireysel iyileşmeyi sağlamak güç. Medyanın toplumdaki etkisi düşünülürse senaristlere de önemli bir iş düşüyor. Bizler de diziler hakkındaki görüşlerimizi paylaşırsak izleyici olarak üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirir ve senaristlere ışık tutabiliriz. Dolayısıyla, ben de zaman zaman izlediğim dizilerle ilgili görüşlerimi yazıyorum.

Diziler topluma dolaylı olarak yön verdiği gibi aynı zamanda toplumdaki değişimleri de yansıtır. Toplumumuzun özellikle son 20-25 yılda geldiği nokta göz önüne alınırsa, bugünlerde ‘Süper Baba’ ya da ‘Perihan Abla’ gibi dizilerin tutma olasılığı düşük. Gündüz kuşağı kadın programlarının reyting rekorları kırmasından da anlayacağımız üzere değerlerimiz her geçen gün daha da yozlaşıyor. Birçoğumuz inandığını söylediği şeyle tamamen zıt şeyler yapıyor. Ağızdan çıkan sözle ortaya konan davranış birbiriyle çelişiyor. Yani giderek riyakarlaşıyoruz.

‘Kızılcık Şerbeti’, bu riyakarlığı iyi yansıtıyor. Örneğin, dindar olduğunu iddia eden bazı insanların tutum ve davranışlarının din ve ahlakla tamamen ters düşmesi ya da Atatürkçü olduğunu iddia eden bazılarının da Atatürkçü düşünceyle yakından uzaktan alakası olmayan şekilde davranması gibi. Dizi senaryolarının izleyicilere ayna tutması güzel. Yalnız, her şeyin bir dozu var. Bu dozu kaçırdığınızda topluma ayna tutmak yerine kabul edilmemesi gerekeni normalleştiriyoruz.

Dizinin bu sezon fazlasıyla eleştirilmesinin temel nedeni, geçen sezon toplumsal mesajlar vermeye çalışırken bu sezon hızla değişen olaylar üzerinden izleyiciye ters köşe yaparak reyting yakalamaya çalışması. Hal böyle olunca dizideki karakterler daha da tutarsız davranıyor. Değerler ayaklar altına alınıp riyakarlık dozu giderek artırılıyor. Şiddet gören kadının bu şiddete başkaldırmasıyla -özellikle kadın izleyiciler arasında- neredeyse bağımlılık haline gelen dizi, bu sezon tutarsız ve şiddete boyun eğen kadınlar izletiyor bize.

Alev karakteriyle başlamak istiyorum. Alev 40 yaşına gelmiş bir kadın. Görünen o ki Apo’dan önce birçok beraberlik yaşamış. Yani ilişki deneyimi olan bir kadın. Dolayısıyla, evli bir adamla olmaya karar verdiyse........

© Diken


Get it on Google Play