Son yıllarda en fazla rağbet gören şeylerden biri hiç şüphesiz ki yaşlanmayı geciktiren ürün ve hizmetler. Hemen herkes yaşlanmanın önüne geçmek ve daha genç kalmak için bunlardan yararlanmaya çalışıyor.

İnsanın sağlıklı yaşlanmak istemesi, yani yaşlılığında da olabildiğince dinç olmak ve daha diri gözükmek istemesi kadar normal bir şey olamaz. Yalnız iş öyle bir noktaya geldi ki yaşlanmanın daha çok dış görünüş üzerindeki etkileri öne çıkartıldı ve bu etkiler birçok kişi için neredeyse bir fobi haline geldi. Daha da kötüsü bu fobi o kadar geniş kitleleri etkiliyor ki ergenlik döneminden yetişkinliğe adım atmamış kişilerde bile yaşlanmanın önünü kesmek için anti-aging ürün kullanımı yaygınlaştı.

Tabii ki birçok alanda etkili olduğu gibi yaşlanmanın bir fobi haline gelmesinde de medya ve sosyal medya etkisi azımsanamayacak kadar büyük. Öte yandan, her ne kadar kapitalizmin en sadık hizmetçilerinden medya ve sosyal medya aracılığıyla yaşlanma fobisi her yaştan insanı etkisi altına alsa da aslında hepimizin içinde bir miktar yaşlanma korkusu olduğunu ve bunun da normal olduğunu göz ardı edemeyiz. Yalnız, bu korkunun istismar edilerek bir fobiye dönüştürülmesinin önünü kesmek için yaşlanma korkumuzun temelini anlamamız ve yaşlanmayla barışmamız gerekiyor.

İçimizdeki yaşlanma korkusuyla barışalım derken “Kırışıklarınızı sevin. Onların hepsinin hayatınızda önemli bir anlam ve rolü var” gibi laflar etmeyeceğim. Ben işimi klinik deneyimlere ve bilimsel çalışmalara dayanarak yapan bir psikoterapistim. Özellikle beden algısı üzerinde çok çalıştım. Dolayısıyla, bu tür telkinlerin birçok insan için kendi bedeniyle barışma yolunda -özellikle de uzun vadede- pek işlevsel olmadığını söyleyebilirim.

Bilime romantizm karıştırılırsa gerçekçiliğini yitirir. Romantizm uzun vadede etkili değildir. Bu sebeple yaşlanma korkusunu birçok açıdan ve olabildiğince gerçekçi bir şekilde ele almaktan yanayım. Böylece, bu korkuyu daha sağlıklı yönetebilir, dolayısıyla bir fobi haline dönüşmesini de engelleyebiliriz.

İnsanın yaşlanmaktan korkmasının temel sebeplerinden biri, yaşlanmayla birlikte çekiciliğin azaldığı bilgisi. Bizler bu bilgiyle kodlanmış olarak doğuyoruz. Kısaca özetlemek gerekirse evrimsel olarak tüm canlılar yaşlandıkça karşı cins tarafından daha az çekici bulunur, çünkü doğada çekiciliği -özellikle de kadınlar için- doğurganlık belirler. Dolayısıyla, hepimizin ilkel benliğinde zamanla daha az çekici olacağımızla ilgili bir kaygı zaten var. Yani, kırışıklarımızla ilgili endişelerimizin sebebi sadece çevre baskısı ya da sosyal medya değil. Onların yaptığı daha çok ‘yangına körükle gitmek’ olarak tanımlanabilir.

Aslında, evrimsel ve toplumsal açılardan değerlendirecek olursak üreme isteği ve yaşlılık korkusu birbirine benziyor. İkisini de evrimsel olarak içimizde taşıyoruz ama toplum baskısı da bu konulardaki duygu ve düşüncelerimizi doğrudan etkileyebiliyor. Nasıl birçok insan sadece kendi istediği için değil toplum baskısı yüzünden çocuk sahibi oluyorsa yine birçok insan toplumdan gelen mesajların da etkisiyle genç gözükmek gerektiğine inanıyor. Kırışıklıklar, beyaz saçlar, sarkmış bir cilt, toplumun ideal görüntü standartlarına uymuyor. Aynı çocuk yapmamanın da ideal kabul edilmediği gibi.

Toplum baskısı kendini en sık ‘age-shaming‘le gösteriyor. Yani insan yaşlandıkça bedeninde olan değişimlere dair çevresinden olumsuz yorumlar almaya başlıyor. “Görmeyeli amma çökmüşsün”, “Saçlar da dökülmüş iyice kel kalmışsın”, “Yüzün kırış kırış olmuş” gibi yorumlara maruz kaldıkça öz güvende yaralanmalar oluşmaya başlıyor. Böyle durumlarda akla gelen, “İnsanın kendine güveni tamsa böyle yorumlardan etkilenmez’ düşüncesi toplumda doğru bilinen yanlışlardan biri. Her insan psikolojik şiddete maruz kaldıkça yara alır, çünkü psikolojik şiddet travmatik bir deneyimdir.

İnsanın görüntüsüne dair yapılan olumsuz yorumlar da psikolojik şiddet kapsamında değerlendirilebileceği için hemen her insan bu tür yorumlar karşısında travmaya maruz kalır ve özgüveni zedelenebilir. Eski fotoğraflara bakarken; “Gençken ne kadar güzelmişsin ya da ne kadar yakışıklıymışsın” demek bir iltifat değil, olumsuz bir yorumdur. Bu yorumun kilolu bir insana, “Zayıfken ne kadar güzelmişsin” demekten farkı yoktur.

İnsanların görüntüleriyle ilgili olumsuz yorumlar yapıp sonra da bu konuda endişelendikleri zaman onları kınayamayız. Günümüzde ne yazık ki insanları görüntüleri üzerinden eleştirmek ne kadar yaygınsa, görüntüleriyle ilgili endişelenmeleri ve değişikler yapmaya çalışmaları da bir o kadar eleştiriliyor. Oysa, evrimsel olarak içimizde var olan bir kaygı toplumsal baskıyla birleşince insanın kendi görüntüsüne müdahale etmeye çalışması -bir takıntı haline gelmedikçe- normal bir davranış sayılabilir. İster bedenine müdahale etsin ister etmesin kimseyi görüntüsü üzerinden eleştirmemeliyiz. İnsanlar kendi bedenleriyle ilgili kararları almakta özgürdür.

Ek olarak, toplumun yaşlı insanları etiketlemesi, yani yaşlı bireylere karşı ayrımcılık da yaşlanma korkusunu besliyor. İş yaşamından tutun da hayatın birçok alanında yaşınızdan dolayı haksızlığa uğrayabilirsiniz. Oysa yıllar insanı her zaman işlevsiz hale getirmez. Aksine zaman içinde kazanılan deneyimler kişinin işlevselliğini arttırabilir.

Yaşlanma korkusunun diğer bir sebebi de -çekiciliği kaybetmekten bağımsız- bedende meydana gelen değişimler. Nasıl ergenlik dönemindeki bedensel değişimler insanın kendisine yabancılaşmasına sebep oluyor ve bu süreci zorlaştırıyorsa özellikle orta yaşla birlikte kendini gösteren bedensel değişimler de hayatın başka bir geçiş sürecinde insanı duygusal olarak zorlayabiliyor. Sonuçta değişim zordur, kaç yaşında olursanız olun.

Bedende oluşan değişimlerin getirdiği yabancılaşma duygusu ve çekiciliği kaybetme korkusunun yanısıra, yaşlanmak yaşanmamışlıkları da vurur insanın yüzüne. Hayatı dolu dolu yaşayamayan ve erteleyen insanlarda yaşlanma korkusu daha fazladır. İnsanın aynaya her baktığında yaşama olasılığından vazgeçtiği anılarla yüzleşmesi ağırdır. Zaman hiç geçmiyormuşçasına yaşamaya ya da görünmeye çalışmak bu yüzleşmeden kaçmanın bir yolu olarak tanımlanabilir.

Bunların yanısıra, yıllar içinde insanın sevdiklerinin vefat etmesi ve dolayısıyla yalnız kalma kaygısı da yaşlanma korkusunu arttırır. İnsanın eski enerjisinde olmaması, gençliğinde yapabildiği birçok şeyi yapamaması da bu sürecin hissettirdiği kayıplardan bazıları.

Yaşlanma korkusundan bahsetmişken ölüm korkusundan bahsetmemek olmaz. İnsanın öleceğini bile bile yaşaması varoluşsal kaygının temelini oluşturur. Günlük rutinde her ne kadar ölüm gerçeğini zihnimizden uzaklaştırmaya çalışsak da zaman içinde sevdiklerimizi kaybetmemiz bu gerçekle daha fazla yüzleşmemize sebep olur. Ölümün yaşı olmasa da yaşlanmak insana ölümü çağrıştırdığı için yılların geçmesinin verdiği kaygıyı azımsayamayız.

Hepimiz yaşlanacağız. Bundan kaçış yok. Yaşlanmaktan korkmak doğal, fakat bu korkunun her yönüyle bir fobiye dönüşmemesi için hayatımızda bazı değişikler yapmak şart.

Sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz yapmanın yaşlanma fobisini azalttığına dair birçok bilimsel çalışma var. Dolayısıyla, sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz yapmayı hayatımıza olabildiğince adapte etmeliyiz.

Toplumsal olarak üzerimize düşen görevler arasında, asla ‘age-shaming‘e başvurmamak ve yaşlı insanları etiketleyip ayrımcılık yapmamak var. Sonuçta toplumsal değişimi sağlayamazsak bireysel hayatlarımızda da huzuru yakalamamız güç.

Bunların yanısıra, kendini işe, eve ve çocuklara adamak yerine insanın keyif aldığı şeylerin farkına varması ve hayatında kendisine alan açması, yaşlanma korkusunu daha sağlıklı yönetmesine yardımcı olabilir. Yani insanın kendisini tanımaya çalışması ve yeni deneyimlere adım atması, yaşanmamışlık duygusunu hafifletebilir. Ayrıca insanın sevdikleriyle daha fazla zaman geçirmesi ve hayatın monoton akışı içinde sürüklenmektense kendi hayatının merkezinde durup kontrolü ele almaya çalışması da yaşlanma korkusunu sağlıklı yönetme yolunda destek olabilir.

Ne kadar müdahale edersek edelim 25 yaşında görünemeyiz. Görünmek zorunda da değiliz. İnsanın bedenine özen göstermesinde hiçbir sakınca yok; fakat bu bakıma gereğinden fazla zaman ve para harcamak bir problem. Yaşla birlikte şiddetlenen çekiciliği kaybetme korkusunu entelektüel yatırımı artırarak ve diğer becerilerimizi geliştirerek azaltabiliriz. Yani bizler sadece bir bedenden ibaret değiliz. Evrimsel olarak gençlik çekiciliğin ön koşulu olabilir ama unutmayalım ki bizler artık mağarada yaşamıyoruz. Yani gelişmiş canlılar olarak çekiciliği sadece dış görünüşle özdeşleştirmek yerine bütünlükte görmeyi becerebiliriz.

Özetle, bir insanla iki kelime konuşacak laf bulamıyorsanız o insanın genç ya da yaşlı olmasının çok da bir önemi yok. Medeni, gelişmiş insanlar konuşur ve paylaşır. Birbirini objeleştirmez.

Unutmayalım ki bedenimizi değiştirmeye odaklanmak daha genç görünmemize yarayabilir ama kaybettiğimiz yılları geri getirmez. Dolayısıyla, yaşanmamışlıklarla baş başa kalmamak için hayatı olabildiğince deneyimlemeye odaklanmak ve yeni nesillere de örnek olmaya çalışmalıyız.

QOSHE - Kim korkak yaşlanmaktan! - Psk. Dr. Feyza Bayraktar
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kim korkak yaşlanmaktan!

14 0
03.03.2024

Son yıllarda en fazla rağbet gören şeylerden biri hiç şüphesiz ki yaşlanmayı geciktiren ürün ve hizmetler. Hemen herkes yaşlanmanın önüne geçmek ve daha genç kalmak için bunlardan yararlanmaya çalışıyor.

İnsanın sağlıklı yaşlanmak istemesi, yani yaşlılığında da olabildiğince dinç olmak ve daha diri gözükmek istemesi kadar normal bir şey olamaz. Yalnız iş öyle bir noktaya geldi ki yaşlanmanın daha çok dış görünüş üzerindeki etkileri öne çıkartıldı ve bu etkiler birçok kişi için neredeyse bir fobi haline geldi. Daha da kötüsü bu fobi o kadar geniş kitleleri etkiliyor ki ergenlik döneminden yetişkinliğe adım atmamış kişilerde bile yaşlanmanın önünü kesmek için anti-aging ürün kullanımı yaygınlaştı.

Tabii ki birçok alanda etkili olduğu gibi yaşlanmanın bir fobi haline gelmesinde de medya ve sosyal medya etkisi azımsanamayacak kadar büyük. Öte yandan, her ne kadar kapitalizmin en sadık hizmetçilerinden medya ve sosyal medya aracılığıyla yaşlanma fobisi her yaştan insanı etkisi altına alsa da aslında hepimizin içinde bir miktar yaşlanma korkusu olduğunu ve bunun da normal olduğunu göz ardı edemeyiz. Yalnız, bu korkunun istismar edilerek bir fobiye dönüştürülmesinin önünü kesmek için yaşlanma korkumuzun temelini anlamamız ve yaşlanmayla barışmamız gerekiyor.

İçimizdeki yaşlanma korkusuyla barışalım derken “Kırışıklarınızı sevin. Onların hepsinin hayatınızda önemli bir anlam ve rolü var” gibi laflar etmeyeceğim. Ben işimi klinik deneyimlere ve bilimsel çalışmalara dayanarak yapan bir psikoterapistim. Özellikle beden algısı üzerinde çok çalıştım. Dolayısıyla, bu tür telkinlerin birçok insan için kendi bedeniyle barışma yolunda -özellikle de uzun vadede- pek işlevsel olmadığını söyleyebilirim.

Bilime romantizm karıştırılırsa gerçekçiliğini yitirir. Romantizm uzun vadede etkili değildir. Bu sebeple yaşlanma korkusunu birçok açıdan ve olabildiğince gerçekçi bir şekilde ele almaktan yanayım. Böylece, bu korkuyu daha sağlıklı yönetebilir, dolayısıyla bir fobi haline dönüşmesini de engelleyebiliriz.

İnsanın yaşlanmaktan korkmasının temel sebeplerinden biri, yaşlanmayla birlikte çekiciliğin azaldığı bilgisi. Bizler bu bilgiyle kodlanmış olarak doğuyoruz. Kısaca özetlemek gerekirse evrimsel olarak tüm canlılar yaşlandıkça karşı cins tarafından daha az çekici bulunur, çünkü doğada çekiciliği -özellikle de kadınlar için- doğurganlık belirler. Dolayısıyla, hepimizin ilkel benliğinde zamanla daha az çekici olacağımızla ilgili bir kaygı zaten var. Yani, kırışıklarımızla ilgili endişelerimizin sebebi sadece çevre baskısı ya da sosyal medya değil. Onların yaptığı daha çok ‘yangına körükle gitmek’ olarak tanımlanabilir.

Aslında, evrimsel ve toplumsal açılardan değerlendirecek olursak üreme isteği ve yaşlılık korkusu birbirine benziyor. İkisini de evrimsel olarak içimizde taşıyoruz ama toplum baskısı da bu konulardaki duygu ve düşüncelerimizi doğrudan etkileyebiliyor. Nasıl birçok insan sadece kendi istediği için değil toplum baskısı yüzünden çocuk sahibi oluyorsa yine birçok insan toplumdan gelen mesajların da........

© Diken


Get it on Google Play