Son zamanlarda birbiri ardına gelişen hadiseleri birer tesadüf olarak düşünmek tarihî hakikatler açısından elbette mümkün değildir.

Bütün bu hadiselerin, “İsrail, Türkiye’deki Hamas üyelerine yönelik operasyon yapacak” iddialarını takip etmesi de bir tesadüf değildir.

Dinî mekânları ve sembolik karakterleri hedef almaları, toplumsal fayları zorlamaları bile, tek başına organize bir aklı işaret ediyor.

İşin bir başka yönü de Türkiye ve iktidarla derdi olan, ilerlemesinden rahatsızlık duyan ama organizasyona tabi olmayan zayıf ya da münferit yapıların da İsrail’in açıklamalarından cesaret bulabileceğidir.

Zira tek başına bir hareket yaptığında hiçbir sonuç elde edemeyecek olan bu zayıf ve münferit yapılar, eylemlerini organize eylemlere kattığında hem kendilerini kamufle etme hem de istedikleri sonuca ulaşma noktasında daha fazla avantaja sahip olacaklarına inanıyorlar.

Türkiye’nin siyasi istikrarına ve adalet yapısına saldıran bu şiddet hareketleri, terör örgütleri için bir “devrimci şiddet” olarak imal ediliyor.

Şiddet ve toplumsal hareketler uzmanı Isabelle Sommier, “devrimci şiddet”in demokrasi kültürünün en gelişmiş biçimde yaşandığı ülkelerde bile nasıl bir hareket biçimi kazandığını farklı örneklerle anlatır.

İtalya’daki Kızıl Tugaylardan Japonya’daki Japon Kızıl Ordusuna kadar pek çok örgütün, “devrimci şiddet” üretmek için öğrencileri ve işçileri nasıl kullandığına işaret eder.

“Zayıf devletler siyasi istikrarı koruyamadığı gibi adaleti de sağlayamazlar” fikrini takip eden terör yapıları, bütün güçleriyle devletin ve iktidarın öz güvenine saldırırlar.

Arkalarına ABD ve İsrail gibi devletleri de alarak şiddetin her türlüsü ile saldıran uluslararası terör örgütleri, son 20 yıldır çok güçlü bir tabana yaslanan AK Parti iktidarında hiçbir başarı elde edemediler; darbe girişimleri de dâhil.

Fakat herhangi bir yılma emaresi de göstermeden sürekli iktidarın gücünü test etmeye de devam ediyorlar; “Su uyur düşman uyumaz” sözünün bir tecellisi olarak.

“Öncekinde olmadı ama şimdi belki” düşüncesiyle sürekli devletin hassas noktalarına saldırarak toplumsal bir kaos peşinde koşmaya devam ediyorlar.

Bu noktada en büyük şansımız elbette güçlü bir iradeyi temsil eden siyasi istikrarın varlığıdır.

Daha sonra da toplumsal olarak bu konularda oldukça şerbetli olmamız ve saldırının karakterini çabucak deşifre edebilmemizdir.

“Olağan şüpheliler”in ve azmettirici aklın bizi pek yanıltmaması da ayrı bir vaka analizi kolaylığı sağlıyor hepimize.

Terör örgütlerinin ve arkalarındaki azmettiricilerin de artık çok iyi fark ettiği temel gerçeklerimiz de var.

İstihbarat teşkilatımız ve devlet aklımız bütün panoramaya hâkimdir ve 24 saat bile geçmeden failler yakalanabilmektedir.

Teknolojinin sunduğu bütün imkânlardan faydalanan ve bağımsız bir istihbarat ve güvenlik teşkilatına kavuşan Türkiye’nin, artık kolay bir operasyon ülkesi olamayacağını da çok net olarak görüyorlar.

İbn Haldun, “Toplumları yönetmek toz bulutuna hâkim olmaya benzer” sözüyle devletlerin işinin ne denli zor olduğunu anlatmaya çalışıyordu.

Toz bulutunun gücü kuşkusuz tozların birlikte hareket etmesinden geliyor; tıpkı sardalya sürülerinde olduğu gibi.

Devletlerin bütün çabası da toplumlarını dağıtmadan -hatta çoğaltarak- bir arada tutma çabasıdır.

Bu teşbihler bizi, mütekâmil bir varlık olan insanın da birlikte hareket etmesi hâlinde nasıl güçlü olabileceğine götürür.

Ters rüzgârlara kapılan toz bulutunun ya da başından saldırıya uğramış sardalya sürülerinin hâli perişandır.

Bizi imamesi kopmuş bir tesbihe çevirmek isteyenlere bir kez daha Mehmet Âkif Ersoy’un; “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez / Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez” dizeleriyle cevap veriyoruz.

Hevesleri kursaklarda bırakmaya devam inş’Allah…

QOSHE - Adalete ve istikrara saldırmak - İsmail Öz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Adalete ve istikrara saldırmak

3 1
09.02.2024

Son zamanlarda birbiri ardına gelişen hadiseleri birer tesadüf olarak düşünmek tarihî hakikatler açısından elbette mümkün değildir.

Bütün bu hadiselerin, “İsrail, Türkiye’deki Hamas üyelerine yönelik operasyon yapacak” iddialarını takip etmesi de bir tesadüf değildir.

Dinî mekânları ve sembolik karakterleri hedef almaları, toplumsal fayları zorlamaları bile, tek başına organize bir aklı işaret ediyor.

İşin bir başka yönü de Türkiye ve iktidarla derdi olan, ilerlemesinden rahatsızlık duyan ama organizasyona tabi olmayan zayıf ya da münferit yapıların da İsrail’in açıklamalarından cesaret bulabileceğidir.

Zira tek başına bir hareket yaptığında hiçbir sonuç elde edemeyecek olan bu zayıf ve münferit yapılar, eylemlerini organize eylemlere kattığında hem kendilerini kamufle etme hem de istedikleri sonuca ulaşma noktasında daha fazla avantaja sahip olacaklarına inanıyorlar.

Türkiye’nin siyasi istikrarına ve adalet yapısına saldıran bu şiddet hareketleri, terör örgütleri için bir “devrimci şiddet” olarak imal ediliyor.

Şiddet ve toplumsal hareketler uzmanı Isabelle Sommier, “devrimci şiddet”in demokrasi kültürünün en gelişmiş biçimde yaşandığı ülkelerde bile nasıl bir hareket biçimi kazandığını farklı örneklerle anlatır.

İtalya’daki Kızıl........

© Diriliş Postası


Get it on Google Play