Başlığın, “ama”dan sonraki kısmına dair elbette söyleyebileceklerim var.

Suudi Arabistan’da oynanamayan maçın kitle psikolojisine tesiri, tarihsel arka planı ve iki devletin ilişkilerini etkileme boyutu mutlak bir tahlil gerektiriyor.

Zira artık “spor diplomasisi” diye bir gerçekliği konuşurken onun çok boyutlu etkisini de hatırlamak zorundayız.

Her şey yolunda gidebilseydi murat edilen ne idiyse; iptali ile yara alanlar da onlar olacaktır; tabii oyun iyi görülemezse.

Bugün iptal edilen bir maçın nasıl bir anda bir Arap düşmanlığına dönüştürülmek istendiğini anlamak için İttihat Terakki ve özellikle Cemal Paşa’nın izlediği Arap siyasetini iyi bilmek gerekiyor.

Buna bir de tek parti Kemalizm’inin izlediği Arap ve Kürt siyasetini eklediğinizde, “icat edilmiş bir tarihin” ortaya çıkardığı hafıza yarılmalarıyla karşılaşırsınız.

Özellikle 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu, bu anlamda gerçek bir milattır.

Geçmişi hatırlatan Osmanlı ve Arap kültürüne ait ne varsa -hatta İslam’a ait- artık yok edilmesi gereken düşmandır.

Kürtleri hedef tahtasına oturtan şey ise hilafet konusunda gösterdikleri hassasiyetleridir.

1925’te Yunus Nadi şöyle der: “Kim ki 20. yüzyılda Orta Çağ’da yaşama şerefsizliğini göze alır; karşısında Cumhuriyet’in son derece bilinçli cezasını bulacaktır.”

Orta Çağ’dan neyin kastedildiğini, cezanın neye tekabül ettiğini ya da göze alanların başına nelerin geldiğini ifade etmeye gerek var mı?

Bugün her fırsatta Kürt kardeşlerimizi istismar etmeye çalışan ama tarihsel bakiyesini de inkâr etmeyen CHP’nin ne derece samimi olduğunu ayrıca değerlendirmek gerekiyor.

Tek parti rejiminin dışişleri bakanlarından Tevfik Rüştü Aras, Britanyalı meslektaşına şu açıklamada bulunur: "Türk hükûmeti, Kürtlerin asla asimile edilemeyeceği ve kovulmaları gerektiği sonucuna vardı. Modern Türkiye, kıyımlar üzerinde inşa edildi ve acımasız olmalıdır. Rumlardan ve Ermenilerden kurtuldu, bir sonraki hedefi Kürtlerden kurtulmaktır.”

Türkçe dışında başka dillerin konuşulması ise para cezasını gerektirir o dönemlerde.

Hatta bugün bir espri olabilecek şu sözler -İBB Başkanı duymasın- bir belediye başkanına aittir: “İstanbul belediye başkanı, şehri geliştirmek için uygun bir gelir kaynağı bulduğu söylentisine dair görüşünü soran bir gazeteciye şu karşılığı verir: "Evet, Türkçe konuşmayanlara ceza keseceğiz.”

Türkçülüğün ve Kemalizm’in ateşli bir savunucusu ve dönemin ideologlarından Tekin Alp yani Moise Kohen’in yazdıkları ise gerçekten bugünün dünyasında yer bulması çok zor “faşist” izler taşıyor.

Bugün Kürtlere İttihat Terakki’den bu yana en yüksek itibarı veren iktidar kuşkusuz AK Parti iktidarı olmuştur.

Lakin PKK’nın siyasi uzantıları, çıkarlarına uymadığı için bütün bu hakikatleri inkâr ederek her türlü tezat olmaları gereken CHP ile yol arkadaşlığı yapmayı tercih ediyorlar.

Bugün “Büyük Türkiye” hayalinin önündeki en büyük engelin ırkçı ve faşist yaklaşımlar olduğunu bilenler; bir futbol maçıyla Cemal Paşa’nın, Recep Peker’in, Mahmut Esat Bozkurt’un, Mois Kohen’in, Yunus Nadi’nin fikirlerinin yeniden dirilmesine asla müsaade etmeyecekleridir.

Kaldı ki hiçbir samimiyetlerinin olmadığı da çok açık delillerle ortadadır.

Aşağıdaki sorular da işte tam bu yüzden cevap bekliyor.

Futbol otoritelerinin bile bir “oldubitti”ye getirilemeyecek protokollere tabi olduğunu ifade ettiği bir süreci, kim ve kimler bir devletler arası krize çevirmek istedi?

Maç esnasında yeni kurallar eklemeye çalışanlar, aylar öncesinden bütün tarafların bildiği protokollerin ne denli bağlayıcı olduğunu bilemeyecek kadar cahil olabilir mi?

Sadece Suudi Arabistan’ı suçlayanlar, FİFA’nın kurallarının ne denli bağlayıcı olduğunu neden hiç gündeme getirmiyorlar?

Fenerbahçe ile Güney Kıbrıs takımı AEK Larnaca arasında deplasmanda oynanacak maç öncesinde stada Türk ve KKTC bayrağı sokulmayacağına dair protokol imzalayanlar, bugün ne kadar samimidirler?

Ya da Sayın Cumhurbaşkanının “Star Gazetesi Necip Fazıl Kısakürek Ödülleri Töreni”nde sorduğu gibi; “Mustafa Kemal’in itleri” diyenlerle ittifak yapanların bugün sergilediği tavır, bir provokasyon değil mi?

Bu sorulara herkes kendi vicdan mahkemesinde en iyi cevapları verecektir.

Söz konusu Suudi Arabistan olunca şahin kesilip Disney denen platforma karşı bir serçe bile olamayanlara ise diyeceğim yok…

QOSHE - Futboldan hiç anlamam ama… - İsmail Öz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Futboldan hiç anlamam ama…

25 1
01.01.2024

Başlığın, “ama”dan sonraki kısmına dair elbette söyleyebileceklerim var.

Suudi Arabistan’da oynanamayan maçın kitle psikolojisine tesiri, tarihsel arka planı ve iki devletin ilişkilerini etkileme boyutu mutlak bir tahlil gerektiriyor.

Zira artık “spor diplomasisi” diye bir gerçekliği konuşurken onun çok boyutlu etkisini de hatırlamak zorundayız.

Her şey yolunda gidebilseydi murat edilen ne idiyse; iptali ile yara alanlar da onlar olacaktır; tabii oyun iyi görülemezse.

Bugün iptal edilen bir maçın nasıl bir anda bir Arap düşmanlığına dönüştürülmek istendiğini anlamak için İttihat Terakki ve özellikle Cemal Paşa’nın izlediği Arap siyasetini iyi bilmek gerekiyor.

Buna bir de tek parti Kemalizm’inin izlediği Arap ve Kürt siyasetini eklediğinizde, “icat edilmiş bir tarihin” ortaya çıkardığı hafıza yarılmalarıyla karşılaşırsınız.

Özellikle 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu, bu anlamda gerçek bir milattır.

Geçmişi hatırlatan Osmanlı ve Arap kültürüne ait ne varsa -hatta İslam’a ait- artık yok edilmesi gereken düşmandır.

Kürtleri hedef tahtasına oturtan şey ise hilafet konusunda gösterdikleri hassasiyetleridir.

1925’te Yunus Nadi şöyle der: “Kim ki 20. yüzyılda Orta Çağ’da yaşama şerefsizliğini göze alır; karşısında Cumhuriyet’in son derece bilinçli cezasını bulacaktır.”

Orta Çağ’dan neyin kastedildiğini, cezanın neye tekabül ettiğini ya da göze alanların başına nelerin geldiğini ifade etmeye gerek........

© Diriliş Postası


Get it on Google Play