Yerel seçimler için peyder pey çeşitli analizler yapılıyor, yapılacak. Ama izninizle ben sizi biraz geriye götüreyim: 1989 yerel seçimlerine…

24 Ocak kararları olarak bilinen ekonomik düzenlemeler siyasi adımları da beraberinde getirmişti. Sadece dokuz ay sonra 12 Eylül darbesi yaşanmış, 24 Ocak kararlarına muhalefet edebilecek her türlü odak dağıtılmış, cezaevi de dahil bütün baskı yöntemleri devreye sokulmuştu. İki yıl sonra anayasa için halk oylaması yapılmış ardından da 1983’de genel seçimler yapılmış Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi yüzde 44 oyla iktidar olmuştu. Yeni hükümetle birlikte “liberalleşme” politikaları hız kazanmış, özelleştirmeler alıp başını gitmiş, bir taraftan geniş kitleler fakirleşirken diğer taraftan toplumsal muhalefet de artmaya başlamıştı. Enflasyonun giderek artması, geçim şartlarının zorlaşması, KİT’lerdeki işten çıkarmalar derken 1989 yerel seçimleri kapıya dayanmıştı. O seçimlerde SHP neredeyse bütün büyükşehirleri almış ve seçimden birinci parti olarak çıkmıştı. Aldığı oy yüzde 28’di 652 belediye kazanmıştı. Seçmen yaşanan ekonomik zorlukların faturasını ANAP’a çıkarmıştı. Aradan iki yıl geçip 1991 genel seçimlerine gelindiğinde ise yerel yönetimlerdeki sıkıntılar, yaşanan kimi yolsuzluklar SHP’yi yüzde 20 oy oranına düşürmüş, DYP ve ANAP’ın ardından üçüncü parti haline getirmişti. Sonrasını biliyorsunuz DYP-SHP koalisyonu falan derken ANAP giderek siyasi yaşamdaki ağırlığını kaybetmiş, Turgut Özal’ın vefatı ile çekim merkezi olmaktan hızlıca çıkmıştı.

Benzer bir durum bu kez genel seçimlerde, 2002 yılında yaşanmış ekonomik krizden çıkmaya çalışan hükümet, aniden erken seçime gidince bütün iktidar partileri baraj altında kalmış, AK Parti tek başına iktidar olmuştu.

Konumuza dönersek; büyük ekonomik değişiklikler ya da sert tedbirler içeren ekonomik kararlar/programlar mutlaka iktidarlara bir fatura çıkarıyor. Şimdi bu durumda mevcut iktidar ekonomik programı uygulamaya devam edecek mi? Ederse (ki etmesi gerekiyor) halkın hoşnutsuzluk düzeyi daha artacak. Peki, program tavizsiz uygulanıp başarıya ulaşıncaya, ortalık süt liman oluncaya kadar geçecek sürede içeride yükselen toplumsal muhalefet nasıl dizginlenecek ya da dizginlenebilecek mi?

Öyle ya iktidar program başarıya ulaşmadan seçime gidemez. Giderse daha önceki örneklerde olduğu gibi daha büyük bir fatura ödemek zorunda kalır. Peki, seçime gitmeden yükselen muhalefet nasıl yönetilebilir? Ya da yönetilebilir mi?

Bütün bu sorular aslında önümüze iki gündem maddesi koyuyor: Bir; erken seçim. İki; anayasa değişikliği ile parlamenter sisteme dönüş.

Evet, eğer ekonomik program erken seçime gitmeden sonuçlandırılacaksa kaçınılmaz olarak başka bir konunun gündeme getirilmesi söz konusu olacak ki, o da parlamenter sisteme dönüş tartışmalarını kapsayacak. En azından Ankara’dan, parti genel merkezlerinden şimdilik yansıyanlar bu çerçevede.

Peki, bu seçimlerin önümüze koyduğu tablonun başka taraflarına da bakalım mı?

Öncelikle daha önce de yazdığım gibi, YRP artık siyasi hesapların içine katılması gereken bir parti konumuna ulaştı.

İYİ Parti (ki kongre toplanması kaçınılmaz görünüyor) artık siyasi denklemde yok.

DEM Parti içinse tartışma, Türkiye siyasetine nasıl eklemlenileceği olacak. Partiyi sert iç tartışmalar bekliyor.

Seçimden birinci parti çıkmasına rağmen CHP’nin bazı illerde/ilçelerde oy kaybı mutlaka üzerinde düşünülmesi gereken bir konu (1989-991 seçimlerini hatırlayın).

CHP içinde artık üç ayrı güç odağı var. Biri seçilmiş genel başkan ikisi potansiyel genel başkan. Üç kişilik bir yönetim nasıl olacak hep beraber göreceğiz.

CHP’de yerel seçimler öncesi aday yapılmamak istenen ama direnip, genel merkeze ve genel başkana rağmen aday olmayı başaran isimler yönetilebilecek mi?

CHP yerel yöneticilerin parasal ve siyasal güçleriyle at oynattıkları derebeylikler tarafından yönetilen bir parti haline dönüşür mü?

Üçüncü kez iktidar partisini geride bırakan İmanoğlu, artık bir sonraki seçimlerde Türkiye’yi yönetmeye adaydır.

Peki, Mansur Yavaş ne yapacak? O da Türkiye’yi yönetmeye talip olduğunda nasıl bir siyasi tablo ile karşılaşacağız? Acaba ufukta yeni bir parti mi var?

Bütün bunlar önümüzdeki günlerin tartışma konuları olacak.

Son söz de Süleyman Demirel’den olsun: “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur!”

QOSHE - Ekonomik krizin seçime etkisi: 1989 örneği - Mete Belovacıklı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ekonomik krizin seçime etkisi: 1989 örneği

7 2
02.04.2024

Yerel seçimler için peyder pey çeşitli analizler yapılıyor, yapılacak. Ama izninizle ben sizi biraz geriye götüreyim: 1989 yerel seçimlerine…

24 Ocak kararları olarak bilinen ekonomik düzenlemeler siyasi adımları da beraberinde getirmişti. Sadece dokuz ay sonra 12 Eylül darbesi yaşanmış, 24 Ocak kararlarına muhalefet edebilecek her türlü odak dağıtılmış, cezaevi de dahil bütün baskı yöntemleri devreye sokulmuştu. İki yıl sonra anayasa için halk oylaması yapılmış ardından da 1983’de genel seçimler yapılmış Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi yüzde 44 oyla iktidar olmuştu. Yeni hükümetle birlikte “liberalleşme” politikaları hız kazanmış, özelleştirmeler alıp başını gitmiş, bir taraftan geniş kitleler fakirleşirken diğer taraftan toplumsal muhalefet de artmaya başlamıştı. Enflasyonun giderek artması, geçim şartlarının zorlaşması, KİT’lerdeki işten çıkarmalar derken 1989 yerel seçimleri kapıya dayanmıştı. O seçimlerde SHP neredeyse bütün büyükşehirleri almış ve seçimden birinci parti olarak çıkmıştı. Aldığı oy yüzde 28’di 652 belediye kazanmıştı. Seçmen yaşanan ekonomik zorlukların faturasını ANAP’a çıkarmıştı. Aradan iki yıl geçip 1991 genel seçimlerine gelindiğinde ise yerel yönetimlerdeki sıkıntılar, yaşanan kimi yolsuzluklar SHP’yi yüzde 20 oy oranına düşürmüş, DYP ve ANAP’ın ardından üçüncü parti haline getirmişti. Sonrasını biliyorsunuz DYP-SHP koalisyonu falan derken ANAP giderek siyasi yaşamdaki........

© Ekonomim


Get it on Google Play