1938 yılında Kastamonu Cide’nin Fakaz Köyü’nde dünyaya gelen Ömer Dalgakıran, 6 çocuklu ailenin 5 numarasıydı. Kaptan olan babaları bir İstanbul seferi sonrası uzun süre memleketine dönüş yapmadı.

İlkokul mezunu Ömer Dalgakıran, 14 yaşında babasının izinde İstanbul’un yolunu tutmayı kafasına koydu. Köyden çıkıp İnebolu’ya geçti. Oradan“Erzurum” adlı gemiye bindi. Gemi 4 gün sonra İstanbul’da Salıpazarı rıhtımına yanaştı.

Ömer Dalgakıran, uzun süredir memlekete dönmeyen babasını çalıştığı kum gemisinde buldu. Babasının yanında kum gemisinde çalışmaya başladı. Yaptığı işi pek sevmedi. Çocuk yaşta da olsa farklı gelecek planları yaptı.

Konuyu babasına açtı. Babası, 1952 yılında Ömer’i yanına alıp Perşembe Pazarı’nda çok yönlü makine parçalarıyla uğraşan Fethi Karakaş’ın atölyesine götürdü. Gece gündüz denilmeyen bir çalışma temposuna girdi. İlk günlerde bekar evlerinde kalmayı denedi. Evlerin tuvaletiyle mesafe 100 metre dolayındaydı.

Daha sonra babasının arkadaşı Yusuf Ortaç’ın (Serdar Ortaç’ın babası) evine yerleşti. O zorlu koşullarda hep kendini şöyle motive etti:

- Para kazanmak zorundaydım. Bir yerlere gelmek için çok çalışmaktan başka seçeneğim yok.

1965 yılı, Ömer Dalgakıran’ın hayatında dönüm noktasıydı. Kendi atölyesini açmaya karar vermişti. Arap Cami yanında 2’nci katta 30 metrekarelik bir dükkan buldu. Dükkanı tuttu ama ilk tezgahını almak için parası yetmiyordu.

Almak istediği tezgah 34 bin lira idi. Elinde sadece 14 bin lira vardı. Makinenin satıldığı dükkanın sahibi doğal olarak 20 bin liralık borç için kefil göstermesini istedi. Ömer Dalgakıran, içinde bulunduğu durumu açıklıkla tezgahı alacağı işyeri sahibine anlattı:

- Dükkanı yeni tuttum. Bu halimle kimse bana kefil olmak istemez. Benimle ilgili araştırma yapmayı düşünürseniz, ayrılmak üzere olduğum işyerime gelebilirsiniz.

Çok geçmeden tezgahı satan işyeri sahibi 14 bin lirayı peşin alıp işlemi gerçekleştirdi:

- Kalan 20 bin lirayı 20 ay vade yapıyoruz.

Ömer Dalgakıran, bir yandan yavaş yavaş kompresör imalatına girişti, diğer taraftan torna için gelen başka işlere de baktı. En çok da savaş yıllarından kalmış, parçası Türkiye’de bulunmayan makineler için kapısı çalınırdı:

- Makinemizde arıza var. Arızalanan parça piyasada bulunmuyor. Tamir eder misiniz veya üretmeniz mümkün mü?

Piyasada birçok ustanın uğraşmak istemediği parçalarla uğraşma yolunu seçti. Bu tutumuyla çevresinde tanındı, para da kazanmaya başladı.

1990 yılında Sancaktepe’deki fabrika yatırımını yaptı:

- Dalgakıran, ailemden gördüğüm destekle gelişti, büyüdü ve basıncı hava makineleri konusunda adından bahsedilen büyük firmalar arasında yerini aldı.

Dalgakıran Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Dalgakıran, Eylül 2021’de düzenlediği toplantıda sunumuna şöyle girdi:

- Sizi A noktasından B noktasına getiren strateji, B’den C’ye gitmenize yeterli olmuyor. B noktasında her şey değişiyor. Organizasyon becerisi yüksek bir şirket yaratmanız gerekiyor. Biz A’dan B’ye, B’den C’ye geçişte başarılı olduk.

Dalgakıran Grubu açısından yaşanan aşamaları gözden geçirirken 1965 yılına uzandı:

- Babam Ömer Dalgakıran, köyden İstanbul’a 14 yaşında gelmiş. Dalgakıran Grubu’nun temellerini 1965’te Perşembe Pazarı’nda küçük bir atölyede atmıştı.

Dalgakıran’ın kurucusu Ömer Dalgakıran’ın vefatını 26 Şubat’ta Adnan Dalgakıran’ın sosyal medya paylaşımından öğrendim:

- Dalgakıran Kompresör kurucusu ve Onursal Başkanımız, çalışmalarıyla hepimize önderlik eden, birlikte çalışmaktan onur duyduğumuz duayen ve hayırsever iş insanı, değerli büyüğümüz Ömer Dalgakıran’ı kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz.

Adnan Dalgakıran, başsağlığı için aradığımda iç geçirdi:

- Şimdi bir kez daha geriye dönüp bakıyorum, babamın 1965 yılındaki koşullarında 30 metrekarelik atölyeyi kurması çok büyük bir işti. İstanbul’da kalacak yeri yokken önceliğini atölyeye verdi. Bizim değil, babamın yaptığı iş çok büyük başarıydı.

Ardından ekledi:

- Babamın kuşağının sanayicilik damarı bambaşkaydı. Keşke bu damarı kaybetmeseydik…

Ömer Dalgakıran’a Allah’tan rahmet diliyorum.

Mekanı cennet olsun…

YAŞAR Kemal Vakfı Başkanı Ayşe Semiha Baban aradı:

- Darüşşafaka Cemiyeti ve Yapı Kredi Kültür Sanat ile birlikte“Gazeteci Yaşar Kemal”i konuşmak üzere düzenlediğimiz panele Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı olarak sizi de bekliyoruz.

28 Şubat 2024 akşamüzeri Feridun Andaç’ın yönettiği panelde Prof. Yasemin Giritli İnceoğlu ve Derya Sazak’la birlikte büyük usta Yaşar Kemal’in gazeteciliğini, röportaj yazarlığını konuşarak andık.

Ayşe Semiha Baban, toplantıyı açarken Yaşar Kemal’in röportajları konusunda anlattıklarından bazı bölümleri paylaştı:

Ben röportajlarımı nasıl yaptım? Hemen şunu söyleyeyim ki, herhangi bir röportajıma herhangi bir romanım kadar çalıştım. Çoğunlukla dizi röportajlar yaptım.

İkinci yaptığım dizi röportaj “Kaçakçılar”dır. Gittim. 3 aydan fazla süre kaçakçılar arasında bir kaçakçı gibi yaşadım. Onların korkularına, acılarına, sevinçlerine, varlıklarına, yokluklarına katıldım.

Benim kaçakçı değil de gazeteci olduğumu öğrendikten sonra bile benimle ilişkilerini kesmediler. 1951 yılında tanıdığım birçok kaçakçıyla dostluğum sürdü.

Ayşe Semiha Baban, Yaşar Kemal’ın gazetecilikle ilgili şu değerlendirme ve mesajlarını da ortaya koydu:

Basın, doğası gereği güvenilirliğinden güç alır. Ancak, bugün basının güvenilirliği büyük yaralar almıştır. Basın gün geçtikçe kan kaybediyor.

Basın, “zanaat değil sanat”tır. Basının yeniden yaratıcılığına, direncine kavuşabilmesi için özgürleşme çabası vereceği alanlar bellidir:

- Örneğin, dünyamızdaki yokluk, açlık, gelir dağılımı…

- Örneğin, dünyadaki dillerin, kültürlerin yozlaşması…

- Örneğin, eğitim sorunu…

- Örneğin, yitip giden yeri doldurulamayacak insan değerleri…

- En önemlisi de doğa kırımı, doğa kırımıyla birlikte insanoğlunun soyunun da tükenmesi…

Basın önce baştan sona yeni bir yapılanmaya gitmelidir. Yeniden yapılanmış özgür basın, sorunların üstesinden gelinmesine büyük katkılarda bulunabilir, birçok kötülüğün önünü kesmekte insanoğluna yardım edebilir.

Aynı gün akşam Yaşar Kemal’in “oğlum” diyerek bağrına bastığı sanatçıAhmet Güneştekin, eserlerini yaptığı atölyesinde bir anma buluşması düzenledi.

Buluşmaya İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu,Darüşşafaka Cemiyeti Başkanı Oğuz Güleç, Prof. Demir Budak, Yapı Kredi Kültür Sanat Genel Müdürü Tülay Güngen, Seraf’ın kurucusu Doğan Yıldırım, Şefi Sinem Özler, meslektaşlarım Ertuğrul Özkök, İsmail Küçükkaya, Derya Sazak, Tahir Özyurtseven, İsmet Berkan, Yavuz Oğhan, Akif Beki, İsmail Saymaz, TGC Genel Sekreteri Sibel Güneş, Feridun Andaç, Prof. Yasemin Giritli İnceoğlu katıldı.

Ahmet Güneştekin’in önderliğinde hazırlanan Yaşar Kemal belgeselini izledik. İki değerli sanatçı Rojda ve Kubat da Yaşar Kemal’in sevdiği Türkçe ve Kürtçe ezgileri seslendirdi.

Ahmet Güneştekin, Yaşar Kemal ile ilgili duygularını şöyle aktardı:

- Yaşar Kemal benim büyük öğreticim, büyük ustamdı. Biliyorsunuz sanatı bilgi yaratır. O bilginin kaynaklarından bir tanesi benim için Yaşar Kemal’dir. Halen de öyledir.

Ekrem İmamoğlu da şu yorumu yaptı:

- Yaşar Kemal, bu toprakları insanıyla, doğasıyla muhteşem analiz etmiş bir ustadır. Hatta insanların kendi içlerindeki bugün bolca ayrıştırma üzerine konuşulan insanlarımızı muazzam bir birleştiricilikle anlan muhteşem bir insandı.

QOSHE - O kuşağın sanayi damarı bambaşkaydı - Vahap Munyar
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

O kuşağın sanayi damarı bambaşkaydı

27 3
01.03.2024

1938 yılında Kastamonu Cide’nin Fakaz Köyü’nde dünyaya gelen Ömer Dalgakıran, 6 çocuklu ailenin 5 numarasıydı. Kaptan olan babaları bir İstanbul seferi sonrası uzun süre memleketine dönüş yapmadı.

İlkokul mezunu Ömer Dalgakıran, 14 yaşında babasının izinde İstanbul’un yolunu tutmayı kafasına koydu. Köyden çıkıp İnebolu’ya geçti. Oradan“Erzurum” adlı gemiye bindi. Gemi 4 gün sonra İstanbul’da Salıpazarı rıhtımına yanaştı.

Ömer Dalgakıran, uzun süredir memlekete dönmeyen babasını çalıştığı kum gemisinde buldu. Babasının yanında kum gemisinde çalışmaya başladı. Yaptığı işi pek sevmedi. Çocuk yaşta da olsa farklı gelecek planları yaptı.

Konuyu babasına açtı. Babası, 1952 yılında Ömer’i yanına alıp Perşembe Pazarı’nda çok yönlü makine parçalarıyla uğraşan Fethi Karakaş’ın atölyesine götürdü. Gece gündüz denilmeyen bir çalışma temposuna girdi. İlk günlerde bekar evlerinde kalmayı denedi. Evlerin tuvaletiyle mesafe 100 metre dolayındaydı.

Daha sonra babasının arkadaşı Yusuf Ortaç’ın (Serdar Ortaç’ın babası) evine yerleşti. O zorlu koşullarda hep kendini şöyle motive etti:

- Para kazanmak zorundaydım. Bir yerlere gelmek için çok çalışmaktan başka seçeneğim yok.

1965 yılı, Ömer Dalgakıran’ın hayatında dönüm noktasıydı. Kendi atölyesini açmaya karar vermişti. Arap Cami yanında 2’nci katta 30 metrekarelik bir dükkan buldu. Dükkanı tuttu ama ilk tezgahını almak için parası yetmiyordu.

Almak istediği tezgah 34 bin lira idi. Elinde sadece 14 bin lira vardı. Makinenin satıldığı dükkanın sahibi doğal olarak 20 bin liralık borç için kefil göstermesini istedi. Ömer Dalgakıran, içinde bulunduğu durumu açıklıkla tezgahı alacağı işyeri sahibine anlattı:

- Dükkanı yeni tuttum. Bu halimle kimse bana kefil olmak istemez. Benimle ilgili araştırma yapmayı düşünürseniz, ayrılmak üzere olduğum işyerime gelebilirsiniz.

Çok geçmeden tezgahı satan işyeri sahibi 14 bin lirayı peşin alıp işlemi gerçekleştirdi:

- Kalan 20 bin lirayı 20 ay vade yapıyoruz.

Ömer Dalgakıran, bir yandan yavaş yavaş kompresör imalatına girişti, diğer taraftan torna için gelen başka işlere de baktı. En çok da savaş yıllarından kalmış, parçası Türkiye’de bulunmayan makineler için kapısı çalınırdı:

- Makinemizde arıza var. Arızalanan parça piyasada bulunmuyor. Tamir eder misiniz veya üretmeniz mümkün mü?

Piyasada birçok ustanın uğraşmak istemediği parçalarla uğraşma yolunu seçti. Bu tutumuyla çevresinde tanındı, para da kazanmaya başladı.

1990 yılında Sancaktepe’deki fabrika yatırımını yaptı:

- Dalgakıran, ailemden........

© Ekonomim


Get it on Google Play