Sevgili Sinan;

Sen bizim evin oğlu gibiydin. Büyük kızın doğduğunda kulağına ezan ve kâmet okuyarak “Bengisu” ismini ben vermiştim. Anadolu’da adettir, bir genç kız gelin olurken ağabeyi veya erkek kardeşi, kızın beline ‘‘kırmızı kardeş kuşağı’’ bağlar. Allah bize erkek evlat vermemişti. Benim büyük kızım gelin olurken seni çağırmış: “Hadi bakalım ağabeyi olarak kardeş kuşağını sen bağla” demiştim.

Yıllar bu yakınlıkla geçip gitti. Bir siyasi partinin genel sekreterine danışmanlık yaptığın 13 yıl süresince de neredeyse sık sık ailecek, her hafta yazıhanemde görüşmemize rağmen hiçbir ortak fotoğrafımızı sosyal medyada yayımlatmadım ve sizin de yayımlamanızı istemedim. Çünkü partiyi babalarının malı zanneden partinin ağalarının (!) şahsıma yönelik -sebebini bilemediğim- husumetlerinden dolayı hışımlarına uğramanızdan endişe ediyordum.

Nitekim uzun yıllar o siyasi partinin avukatlığını yapan ve yüksek seçim kurulunda o partiyi temsil eden genç bir avukat kardeşimiz, genel başkanın 1975’lerde Ticari İlimler Akademisindeki öğrencilerinden birinin kurduğu MİSİAD (Milliyetçi İş Adamları Derneği)’ın yönetim kuruluna partinin genel başkan yardımcılarının bilgisi dahilinde seçiliyor.

O tarihte birisi Erzurum birisi Yozgat milletvekili iki genel başkan yardımcısı ile bu dernek başkanını ziyarete gidiyorlar. Bir hafta sonra da partinin üst kademe yöneticileriyle MİSİAD’ın bir toplantısına katılıyorlar. Ertesi gün genel başkan bu genç avukatı odasına çağırttırıyor. Elindeki fotoğrafı göstererek ‘’….Bey, bu fotoğraftaki siz misiniz? Bu ceket sizin ceketiniz mi?’’ diye soruyor. Genç kardeşimiz ne desin, hayır efendim bu ceketi bir arkadaşımdan emanet aldım diyecek hali yok ya. ‘’Evet efendim o fotoğraftaki benim, cekette benim ceketim’’ diye cevap veriyor.

Genel başkan: ‘’…Bey o dernek, o yapı karanlık bir yapıdır. Beraber gittiğin bizim arkadaşlara da o yapının karanlık bir yapı olduğunu söyleyin ve siz de bu partiyi derhal terk edin’’ diyor. Genç avukatta partiyi terk ediyor ve kendi yazıhanesinde avukatlık mesleğini halen başarıyla sürdürmektedir.

Bu örnekten yola çıkarak bize geldiğin her seferinde de -latife olsun kabilinden- “Bak Sinan bana çok geliyorsun siyasi geleceğini tehlikeye atıyorsun” dediğimde, sen de “Ağabey ben siyaseti hiç düşünmüyorum. Olacaksa da siyasi geleceğim sizin yüzünüzden tehlikeye girsin” diyerek gülmeme iştirak ederdin.

Bir keresinde meşhur Cumhur İttifakı kurulurken getirilmek istenilen Başkanlık sisteminde -kuvvetler ayrılığı olmadığı için- böyle bir sistemin ülkeyi tek adam rejimine götüreceğini, bu yönetim anlayışının da ülkemizi ekonomik darboğazlara hatta ekonomik yıkıma sürükleyeceğini görmüştüm. Bunun üzerine ‘‘… Milletvekillerine açık mektup’’* başlığıyla yayınladığım yazılarım dolayısıyla birtakım kendini bilmezlerin benim ikamet adresimi araştırdıklarını duyduğunda onlara: ‘‘Sakın ha! Ağabeyime bir zararınız olursa beni karşınızda bulursunuz’’ dediğini biliyorum.


Sevgili Sinan;

Bu mektuplarımı okuyanlar “Madem bu kadar seviyordun, neden bir seneye yakın küs kaldınız” diye sorabilirler. Hiç baba oğula, oğul babaya küsmez mi? Hiç ağabey kardeşine, kardeş ağabeyine küsmez mi? Yakinen bilirdin ki, benim -özellikle gençlere- sevgimin sınırı yoktur. Lakin küskünlüğüm de çok çetin olur. Ne yapalım hamurumuz böyle yoğurulmuş. İnsan sadece et ve kemikten ibaret değildir, bir de duygu dünyası vardır.

Küskün kalmamıza sebep olan hadiseyi de yeniden yazmak isterim. 15 Mart 2022 tarihinde talihsiz bir hadise olmuş ve Mersin Ülkü Ocakları Eski Başkanı Çağrı Ünel, Ankara’dan aldıkları bir talimat üzerine harekete geçen birtakım kendini bilmezlerin saldırısına uğramıştı. Bu hadisenin hepimizi ızdıraba boğan bir sonucu olarak ne yazık ki bir gencimiz hayatını kaybetmişti. Sen de daha önceden planlanmış bir program dolayısıyla Vizyon Üniversitesi’nde 18 Mart Çanakkale Zaferi ile ilgili bir konuşma yapmak üzere Makedonya’ya gitmiştin.

Ülkü Ocakları Genel Başkanlığın döneminde yakın çevrende bulunan çok “şanlı” bir gencimiz bana gelerek, ağlamaklı bir sesle Ağabey, teşkilatın şu anki yöneticileri ‘reisiniz ne oldu? Galiba yurtdışına kaçmış’ diyerek bizimle dalga geçiyorlar” demişti.

Tabii bunun üzerine benim de canım sıkıldı. O genci yolcu ettikten sonra seni telefonla arayarak “Senin orada konferansın bitti, buradaki arkadaşların büyük tehdit altında, Mersin olayını bir kan davasına dönüştürmek istiyorlar. Halen ne duruyorsun orada!? Bir an önce Türkiye’ye gelmelisin!” diyerek biraz çıkıştım. Bunun üzerine bana “Türkiye’ye dönüş uçak biletim üç gün sonra, beni bir daha arama!” diyerek telefonu kapattın. Bunca tanışıklık yıllarımızda hiç böyle bir tavırla karşılaşmadığım için doğrusu çok ağrıma gitmişti. Bu sebeple de şehadet gününe kadar arka arkaya barışma teşebbüslerine rağmen dönüp bakmadım.

Bu süreçte -sonunda haklı çıktığım- birtakım sezgilerim ve endişelerim dolayısıyla o siyasi partinin genel başkanına hitaben yaklaşık 34 açık mektubu yazma sebebim sana yönelecek bir belayı acaba nasıl önleyebilirim endişemden kaynaklanıyordu. Bir ara “Efendi Ağabey benim üzerimden partinin genel başkanıyla hesaplaşıyor” demişsin.

Allah şahittir ki hiç öyle düşünmedim. Bütün çabam yaklaşan bir alçakça cinayeti önleme çabasıydı. Ama başarılı olamadık. Ayrıca benim o partinin sayın genel başkanıyla şahsi bir hesabım ve alıp veremediğim yok. Kendisinin en zor günlerinde, itilip kakıldığı dönemlerde biz hep yanıbaşında olduk. Biz hayatımız boyunca hep öyle yaparız. Haksızlığa uğrayanın, düşenin yanında oluruz. Sonra bu şahıslar güç kuvvet sahibi olduklarında, ilk işleri zamanında kendilerine destek vermiş insanları -varlıklarıyla kendi aciz kaldıkları günleri hatırlattığı için- tasfiye etmektir. Boşuna denilmemiştir ki; “Aşırı minnet nefret doğurur.”

Bizim, o partinin sayın genel başkanıyla yegane ihtilafımız; biz o siyasi partiyi gençlik yıllarımızda bütün kutsallarımızı yüklediğimiz bir iman hareketi olarak görürdük. Ne yazık ki -yine bana çok kızacaklar ama- bırakınız bir iman hareketi olmayı, sıradan bir siyasi parti olma özelliğini bile kaybetmiş durumdadır. Zira bir siyasi parti davasına daha büyük hizmetler yapabilmek için iktidara gelmek hedefiyle kurulur. İktidara gelmemek kaydıyla siyaset yapmak, para kazanmamak kaydıyla ticaret yapmaya benzer ve bu da şüpheyle karşılanır.

*https://www.efendibarutcu.com/milliyetci-hareket-partisi-milletvekillerine-acik-mektup/*

Devam edeceğiz…

QOSHE - SİNAN’A MEKTUP 4 - Efendi Barutçu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

SİNAN’A MEKTUP 4

6 0
13.01.2024

Sevgili Sinan;

Sen bizim evin oğlu gibiydin. Büyük kızın doğduğunda kulağına ezan ve kâmet okuyarak “Bengisu” ismini ben vermiştim. Anadolu’da adettir, bir genç kız gelin olurken ağabeyi veya erkek kardeşi, kızın beline ‘‘kırmızı kardeş kuşağı’’ bağlar. Allah bize erkek evlat vermemişti. Benim büyük kızım gelin olurken seni çağırmış: “Hadi bakalım ağabeyi olarak kardeş kuşağını sen bağla” demiştim.

Yıllar bu yakınlıkla geçip gitti. Bir siyasi partinin genel sekreterine danışmanlık yaptığın 13 yıl süresince de neredeyse sık sık ailecek, her hafta yazıhanemde görüşmemize rağmen hiçbir ortak fotoğrafımızı sosyal medyada yayımlatmadım ve sizin de yayımlamanızı istemedim. Çünkü partiyi babalarının malı zanneden partinin ağalarının (!) şahsıma yönelik -sebebini bilemediğim- husumetlerinden dolayı hışımlarına uğramanızdan endişe ediyordum.

Nitekim uzun yıllar o siyasi partinin avukatlığını yapan ve yüksek seçim kurulunda o partiyi temsil eden genç bir avukat kardeşimiz, genel başkanın 1975’lerde Ticari İlimler Akademisindeki öğrencilerinden birinin kurduğu MİSİAD (Milliyetçi İş Adamları Derneği)’ın yönetim kuruluna partinin genel başkan yardımcılarının bilgisi dahilinde seçiliyor.

O tarihte birisi Erzurum birisi Yozgat milletvekili iki genel başkan yardımcısı ile bu dernek başkanını ziyarete gidiyorlar. Bir hafta sonra da partinin üst kademe yöneticileriyle MİSİAD’ın bir toplantısına katılıyorlar. Ertesi gün genel başkan bu genç avukatı odasına çağırttırıyor. Elindeki fotoğrafı göstererek ‘’….Bey, bu fotoğraftaki siz misiniz? Bu ceket sizin ceketiniz mi?’’ diye soruyor. Genç kardeşimiz ne desin, hayır efendim bu ceketi bir arkadaşımdan emanet aldım diyecek hali yok ya. ‘’Evet efendim o fotoğraftaki benim, cekette benim ceketim’’ diye cevap veriyor.

Genel başkan: ‘’…Bey o dernek, o yapı karanlık bir yapıdır. Beraber gittiğin bizim arkadaşlara da o yapının karanlık bir yapı olduğunu söyleyin ve siz de bu partiyi derhal terk edin’’ diyor. Genç avukatta partiyi terk ediyor ve kendi yazıhanesinde avukatlık mesleğini halen başarıyla sürdürmektedir.

Bu örnekten yola çıkarak bize geldiğin her seferinde de........

© Enpolitik


Get it on Google Play