Elimizi cüzdanına değil kalbimize koyarsak ancak o zaman yediden yetmişe hemen herkesle iletişim kurmak mümkün hale gelebiliyor. Çünkü kalp gönlün dile geldiği mekândır. Karşımızdaki bizim kalbimizi kırmış olsa da toprak gibi olmalı. Zira toprağın bağrı geniştir, dönüş yine toprağadır. Değim yerindeyse etrafımız çirkeflik içinde yer kapkaranlık bir dünyada olsa yeter ki olumlu yönde iletişim için bir adım atılmış olsun, işte o an on adım atmaya can atacak yüreğimizin hareket geçtiğini kendi gönül dünyamızda hissetmiş oluruz da.

Bilindiği üzere iletişim kavramı sözlü iletişim ve sözsüz iletişim iki ana başlık altında kategorize edilir. Sözlü iletişime aracılık eden dildir, sözsüz iletişime de malum aracılık eden gönül dünyamız olup, çoğu zaman beden dili ise onun aynası olarak tezahür eder. Yani gönül böyle bir aynada hissettirir kendini.

Elbette ki sözlü iletişim için aradaki mesafe aralığı da çok önem arz eden bir husustur. Nasıl mı? Mesela söz konusu olan mahremlik ise bunun için iletişim mesafesi 0–30 cm arası bir ölçekte olması gerekir. Nitekim asansörde bir arada bulunma alanı bunun tipik bir örneğini teşkil eder. Karşılıklı kişisel iletişim mesafesi 30 ila 80 cm arası ölçekle sınırlıdır. Sosyal iletişim mesafesi 80-200 cm arası bir ölçekle sınırlıdır. Topluma açık iletişim alanı >200 cm üzerindeki bir aralıktaki mesafeye tekabül eder. Şayet sağlıklı sözlü iletişim kurabilme diye bir derdimiz varsa bu söz konusu aralıktaki iletişim zinciri mesafelerini nazarı itibara almakta fayda var. Anlaşılan her türlü iletişimin kendine özgü mesafe alanları söz konusudur.

Sağlıklı bir iletişim kurmada öncelikle karşındakini dinleme esas olmalı. Nitekim pür dikkat işi bir dinleyici olmak karşındakine değer vermenin bir göstergesine delalettir. Konuşmak kadar sükût lehçesi de maharet gerektiren bir sanattır dersek yeridir. Kaldı ki laf ebeliği yapıp bir başkasına fırsat vermemek eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur zaten.

Kendimizi tanıma adına çevrenin hakkımızda ne düşündüklerini itibara almayı ihmal etmemeli. Genellikle hiç kimse ‘Ayranım kara’ demez bir tavır içerisinde hareket eder. Dolayısıyla hakkımızda eleştirilere açık olmalı ki kendimizi iyi yönde geliştirebilelim. Özellikle kendimize çeki düzen vermek açısından öz eleştiri yapmak çok önem arz eder.

Hangi ortamda olursak olalım kendimizi doğru ifade etmeli. Zaten meramını anlatamayan derman bulamaz. Özellikle kendimizi doğru ifade etmek için hem beden dilini iyi kullanmalı hem de kendi öz dilimiz olan Türkçemizi. Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır sözü bunu doğruluyor da. Dolayısıyla çok kitap okumanın yanı sıra güzel konuşma kurslarına da katılmak gerekir. Böylece kendimizi geliştirip toplum içerisinde yer edinmiş oluruz.

Karşılıklı diyalog içerisinde bulunurken görünürde dinliyor izlenimi vermek uzun vadede iletişimi koparmaya neden açmazımızdır. Dolayısıyla iyi bir dinleyici modunda olmakta fayda vardır, icabında tüm hayali düşüncelerden sıyrılıp karşımızdaki insanın sözlerine odaklanmak gerektir. Geçiştirerek dinlemek boşa vakit kaybıdır. İş olsun babında dinler gibi modunda olmak hem kendimizi yorar hem de karşımızdakini. O halde neydik edip iyi bir dinleyici olmak adına kendimizi dış ve iç hayali unsurlardan soyutlamamız gerekir. Dahası karşımızdakini anlamaya çalışmak daha makul davranış olup daha çok dinleyici modunda bulunmak usul açısından daha güzel bir yoldur. Unutmayalım ki sözü olan her insandan faydalanacağımız birçok konular vardır. Her insandan öğreneceğimiz bilgiler baş tacımız olmalı. Hepimiz bilge insan olsak bile sonuçta birbirimizin öğrencisiyiz.

İyi bir dinleyici aynı zamanda sabırlı davranan kişi demektir. Sabreden derviş muradına ermiş prensibinden hareketle “Artık yeter, uf sıkıldım” izlenimi görüntüsü vermeksizin büyük bir sabır örneği sergilemeye özen göstermek en doğru tutum olacaktır. Zira iletişime girmekte hislerimizi kontrol etmeye özen göstermek esastır.

Ayrıca tuzak varı dinleme tavrı da son derece nahoş bir durumdur. Anlatanın dile getirdiği konulardan işine gelen cümleleri cımbızla çekip başka bir mekânda aleyhine kullanmak üzere dinlememeli. Zaten aleyhine koz olarak kullanırsak etik olmaz.

Peki, anlatım planlaması nasıl olmalı? Şöyle ki;

Etkili bir sunum planı hazırlayıp, bu plan doğrultusunda 15 dakika konuşma yapmak ideal olanıdır. Sunumda açık kalpli davranın, konu hakkında zaman süresini bildirin. Dinleyicilerin saygı gösterdiği kişilerden örnek verin. Söylediklerinizi çürütecek el, kol, yüz hareketlerinden kaçının. Kesinlikle sunum yaparken kibirli davranmayın, karşı tavır almaktan kaçının, arkadaşça davranın, ortak özelliklerinizi vurgulayın. Dinleyici kitlesine konuya uygun espri katarak örnekler verin.

Bilim adamlarını bir takım çalışmalar sonucunda bilgilerin hangi oranlarda akılda kaldığı tespit edilebilmiştir. Bu çalışmalara göz attığımızda akılda kalma yönünden;

-Okuma %10,

-Film izleme %50,

-Galeri takip %50,

-Dinleme %20,

-Resme bakma %30,

-Tartışmaya katılma %70,

-Konuşma yapma %70,

-Gerçek analitik deneyi canlandırma %90,

-Bir projeyi gerçekleştirme %90,

-Dramatik sunum yapma %90,

-İnteraktif multimedya takip %90 etken olmaktadır.

Vücudumuzda öyle mükemmel iletişim ağı kurulmuş ki dakikada 500–600 kelimelik konuşma hızını anlayabilecek bir sinir sistemi donanımıyla yaratılmışız. Ama gel gör ki bu muhteşem iletişim ağı içerisinde normal konuşma hızımız dakikada ancak 100–140 kelime ile ifade edebiliyoruz. Aslında insan az bir gayret gösterse kelime hazinesi zayıf olsa bile az kelimeyle çok güzel ifadeler kullanıp, eser verecek noktaya gelebilir pekâlâ.

Demek oluyor ki aktif anlatıma sahip biri ve iyi bir dinleyici olmak için öncelikle bulunulan fiziki ortamın hem maddi boyutta, hem manevi boyutta güven verecek nitelikte olması gerekir. Şayet fiziki ortam nezih bir ortam değilse orada bulunanların üzerine kasvet bürüyeceği muhakkak. Bir kere ortamın havasız, loş ışık veya ışıktan yoksun olması iletişimin önünde en büyük engel bir durumdur. Anlaşılan ferah verici nezih bir ortam katılımcıların dinleme isteklerini artırdığı gibi keyif aldırır da. Öyle ki böylesi nezih bir ortamda sunucuyla dinleyici arasında karşılıklı jest ve minikler kendiliğinden harekete geçeceğinden dolayı hep birlikte keyifli dakikalar geçirilmesin beraberinde getirecektir. Yeter ki karşılıklı jest ve minikler eşliğinde yapılan iletişimde verilen mesajların sırf yüzeysel içeriğine değil de daha çok verilen mesajların içeriğine dikkat kesiliverelim bak o zaman zamanın nasıl geçtiğini bile fark edemez oluruz. Aksi halde saate ikide bir bakıp sunum ne zaman bitecek diye uflanıp puflanıp bir halde vakit geçirmiş oluruz.

Malumunuz insan doğuştan ego sahibi olarak dünyaya gelir. İşte doğuştan sahip olduğumuz ego penceremiz kimi zaman hem kendimiz hem başkaları tarafından bilinir, kimi zaman başkaları bilmez kendimiz biliriz, kimi zamanda kendimiz bilmeyiz başkaları bilir şeklinde tecelli eder. Zaten bilinmeyen benlik; kendimiz ve başkaları tarafından bilinmeyen benliktir.

Hazır benlikten söz etmişken gerek ebeveynlere özgü benlikten, gerek çocuklarda ki benlikten, gerekse yetişkinlere has benlikten de pekâlâ söz edebiliriz. Şöyle ki;

-Ebeveynlere özgü benlikte ana baba hem koruyucu benlik durumuna geçiş yapar hem de eleştirici konuma geçiş kaydeder.

-Çocuklarda benlik ta anne karnında oluşan benliktir, yani doğuştan gelen bir haslettir.

-Yetişkinlerde benlik başkalarını incitecek boyutta olursa zarar vericidir. Şahsiyetli tavır kardeşler arasında mütevazı, dışa karşı ise onurlu durmayı gerektirir. Ki; bu bizim geleneksel topluma has benlik tarzıdır.

Şurası muhakkak iletişimin önünde ön kabuller, duyarsızlık, lakap takmak, kararsızlık, alınganlık, benmerkezcilik, savunmacı yaklaşım, manevi ruhtan yoksun bir şekilde olaylara mantık çerçevesinde bakma, tepki oluşturacak davranışlarda bulunma ve korkuya kapılma gibi tavırlar ömür boyu iletişim yolunda karşımıza çıkabilecek engel hususlardır. Madem öyle, bu noktada bize düşen iletişimi koparacak etken unsurlardan kaçınmak olmalıdır. Ancak bu demek değildir ki doğru bildiğimiz gerçekler hasıraltı edilsin.

Şayet doğru olduğuna emin olduğumuz bir şeyi masaya yatırıp çekingen bir tavır sergiliyorsak, böyle bir tavır git gide alışkanlık kazanıp hakikat sarayından uzaklaşmamıza neden olacaktır. Öyle ya, madem hakikat her yerde hakikat, o halde dost acıda olsa doğruyu her halükarda çekinmeksizin söyleyebilendir. Hele ki gerçek dost tarafından dile getirilen öz eleştiriyi baş tacı yapıp suçluluk psikolojisine kapılmaksızın anlatılandan ders çıkarmak her daim lehimizedir. Asla dost olanın çağrısı akıl veriyor babında değerlendirmemeli. Bu nasıl bir dost deyip ya da tam da yarama dokundu algılamasıyla dostluğu bitirmemeli. Zira yaşadığımız çevrede dostlar arasındaki dostluk bağlarının kopmasının ardında böylesi bir gerçeği idrak edememenin yansıması vardır hep.

Öyle insanlar vardır ki; dost değildir fitnedir. Hele fitne kazanı kaynamaya bir görsün dostu dosta düşman ettirir de. Malum, fitne odaklarının derdi devası dünya menfaatidir zaten. Bu tiplerin hem sessiz ve sinsi olanı var, hem de laf ebeliği yapanı. Dahası gerek aile ortamında, gerekse okulda, gerekse iş yerinde dostu dosttan koparan tipler her daim karşımıza çıkabiliyor. Şayet dostlardan birinin altıncı hissi veya feraseti bağlandıysa bu tiplerin sözlerine bakarak dostuna olan hüsnü zan bakışın bir anda suizan bakışına dönüşebiliyor. Maalesef her geçen gün bu tuzağa düşen dostların sayısı çoğalmaktadır. Belki de bu tür fitne tipleri fark edip bizatihi yaşamış ve görmüşsünüzdür. Şöyle ki, lise ve üniversite yılların bir zaman diliminde beraber bulunduğunuz ya da bir ağabeyi olarak hürmet gösterdiğiniz dostla kaderin cilvesi aynı iş ortamında biriniz yönetici amir, diğeriniz yönetilen çalışan pozisyonda bulunduğunuz bir iş arkadaşlığınız olmuşta olabilir. Hatta beraber çalıştığınız aynı iş yerinde yönetici dostunun zarar görmemesi adına gereksiz yere makam odasını meşgul etmemeye de özen göstermiş olabilirsiniz. İşte tamda bu noktada dostunuz adına gösterdiğiniz böylesi dostluğa yakışır örnek davranış hassasiyetinize rağmen kendi dışınızda cereyan eden içiniz yanarak gözlemlediğiniz bir takım örneklerden mesela:

-Her yönetimde olduğu gibi dostunuzun da etrafında bukalemun tiplerce kuşatılıp çember oluşturulduğuna,

-Dostunuzun makam odası makam olmaktan çok, kulis yapılan dedikodu haneye dönüştüğüne,

-Yönetici dostunuza kimi çalışanlarca rüyalarının anlatıldığı, kimi çalışanlarca diğer çalışma arkadaşların güya hatalı çalıştıkları dile getirilip nemalandıklarına,

-Zaman zaman makam masasına kuruyemiş ya da meyve dilimlenip ikram servisi yapıldığına,

-Bir gün o yönetici dostunuzun başka bir kuruma tayini çıkıp, işyerinden ayrılacağı zaman büyük bir itina ile ikram servisi yapan arkadaşın ne de olsa iş yeri ile bağlantısı artık yok ya, dostunu uğurlamadığını hatta vedalaşmadığına da şahit olmuşsunuzdur.

Şimdi bana diyebilirsiniz ki niye bu örnekleri veriyorsunuz ki? Zira bu konunun önemine binaen bu tip yaşanmış örnekleri vermekte maksadım dostunuzda olsa çoğu yöneticilerin bu tuzağa düştüğü gerçeğini vurgulamak içindir. Çoğu yöneticilerin pazara kadar değil mezara kadar dostluk yapacak gerçek dostlarını ihmal edip, kendisine iltifat yapanların kendisi gibi iyi niyetli olduğunu sanıp onları ödüllendirdiğini dile getirmek içindir elbet. Peki, gözlemlerinizi dosta anlatmalı mı? Şayet dost bildiğin insan akıl veriyor anlamında algılayacaksa kendisinin olayları yerinde görmesi daha iyi olur. Yok, eğer yerinde görmez ya da görmek istemezse bu durumdan haberdar etmeye kalkıştığınızda risk teşkil edebilir. Çünkü sana gücenip dostluğunu bitirebilir. Ancak şu da var ki, şayet dostunuz atalarımızın “Dost acı söyler” diye sıkça telaffuz ettikleri sözün bilincinde bir dostsa, çok rahatlıkla kişi ismi vermeksizin durum tespiti yapıp anlatmakta fayda var. Böylece dostluğunuz pazara kadar değil mezara kadar devam ettirmiş olurusunuz

Demek ki dostunuz çocukluktan bu yana ailece görüştüğün bir arkadaşın da olsa böylesi vakıalarla karşılaşmak an meselesidir diyebiliriz. Her ne kadar dostunuzla uzun yıllar çalışıp makamında dostluğun gereği söylemek zorunda kalabileceğiniz ya da vicdanınızı sızlatan hususları dile getirmek dostluğunuzu kaybetmek açısından risk teşkil etse bile vicdanen vebalde kalmamak adına bir kez olsun söylemeye çalışmakta fayda vardır. Nasıl mı? Mesela dostunuz beraber çalıştığınız kurumda yönetici olma hasebiyle kendi birim sorumlusunun ismini vermeksizin;

-Gördüğüm kadarıyla iş yerinin mutfağında beraber çalıştığımız karınca kararınca en ufak suiistimal yapmaksızın işlerine yapmaya çalışan arkadaşlar olduğunu... Dolayısıyla bir dostunuz olarak sizinle çalışma arkadaşları arasında bir köprü (birim sorumlusu) olsaydım çalışanların hakkında sizlere % 99 olumlu olan yanlarını yansıtırdım hep. Belki % 1 çalışılan işin önemine binaen bir takım istisnai kabilden aksaklıkları ancak olumsuzluk olarak sana yansıtırdım tarzında bir üslup kullanabilirsiniz. Fakat baktınız ki bu uslupla farkına vardırmaya çalıştığınız mesele dostunuzun yüz çizgilerinde alınganlığa yol açıyor, hatta karşılıklı konuşma esnasında o an ses tonunu yükseltip sana;

-Ne yani ben şunun bunun sözüyle mi dolaşıyorum demek istiyorsun diyerek tepkisini ortaya koyuyorsa, bu durumda son kez cevaben;

-Tabii ki ben şu veya bu diye isim demiyorum, sadece ben olsam oturduğunuz makama olumlu şeyler iletirdim demeyi denemekte fayda vardır.

Böylece doğru bildiğini dostun da olsa söyleme cesaretini gösterdiğinde vicdanen rahat olacağın muhakkak. Şayet yaşadığınız bu olay ertesi gün amir pozisyonunda bulunan dostun bir sitem olarak gündeme getirmeyip konu etmiyorsa, anlayın ki o suskunluğun ardında sizin getirdiğiniz öz eleştirin haklılık payı olabileceğini düşünmüştür. Fakat ama şu da bir gerçek, o gün gösterdiğin öz eleştiri tavrından dolayı sonrası ilişkileriniz samimi olmayacaktır. Hatta her ikinizde sanki aranızda hiçbir yaşanmamış veya o konu hiç konuşulmamış gibi davransanız da dost iletişiminizin varlığını eskisi kadar göremeyebilirsiniz. Yinede siz siz olun dost bildiğin yöneticinin arkadaşı ol, ama asla adamı olma. Kelimenin tam anlamıyla dost olacaksın, kimsenin adamı olmayacaksın. Çünkü “dost” ile “adamı olmak” aynı şeyler değildir. Dost adı üzerinde dost, birisinin adamı olmak kendini kullandırmaya razı olmak gibi anlamlar çağrıştırıyor.

Peki, sizlerin gözlemleriniz olur da bizim olmaz mı? Hiç kuşkusuz bizimde kendi zaviyemizden bir takım hadiselere üzülerek şahit olduğumuz birçok örnekler var elbet. Şöyle ki;

Muhbirlik yapan tiplerin kimi yöneticiler tarafından baş tacı yapıldıklarını gördüm.

Mehmet Moğultay’ın Adalet Bakanı iken; 5000 kişiyi şu partiye mensup adamları alıp yerleştirecek kadar enayi değilim deyip kendi adamlarını yerleştirdiği insanların, bir zaman sonra milletin teveccühü ile gelen iktidarın aleyhinde bulunduklarını ve bu yerleştirilen insanların hükümet tarafından atanan üst seviyede bürokratlarını allayıp pullayıp pohpohlayarak işlerini yürüttüklerini içim parçalanarak gördüm. İdealist insanların şamar oğlanı muamelesi görüp kenara itildiklerini gördüm. Dahası hemen her seçimde milletin seçtiği hükümeti insafsızca eleştirip, iş başına gelen hükümetin milletvekillerinden birine danışman olduğunu gördüm. Keza mevcut hükümetin aleyhinde atıp köşe başlarına yine onların geldiğini gördüm.

Samimi insanların 28 Şubatın o baskıcı ruhundan kurtulup milletimizin büyük bir teveccühü ile iş başına getirdiği kendi iktidarım diyebileceğimiz dönemde yine öz yurdunda parya durumuna düşmenin halet-i ruhiye içerisinde pragmatist idarecilerin basiretsizliği ile arka plana itildiklerini gördüm. Oysaki en önemli yapılması gereken icraat olarak samimi olanlarla samimi olmayanları ayırt edebilecek bir yönetim anlayışını ortaya koyabilmekti, ne yazık ki böyle bir anlayış ortaya konulamadığından samimiyetsizlerin dedikodu kulis oyunlarıyla samimi olanlar mağdur duruma düşürülebiliyor.

Çalışanların arasına sonradan dâhil olan arkadaşların daha yeni iş ortamını tanımaya fırsat kalmadan yöneticinin etrafını kuşatan halkada yer alan tiplerin hışmına uğrayıp bir takım ayak oyunlarla dışlandığını gördüm. Hatta daha dün bugün iki diyebileceğimiz yeni işe başlayan insanların gözyaşlarının akıtıldığını gördüm. Oysa iyi bir yönetici ister kuruma önceden gelsin, ister sonrasında gelsin hepsine aynı gözle bakıp kucaklayabilendir.

Bukalemun tiplerin işyeri amirinin gözde elemanı olmayı kimseye kaptırmama adına diğer beraber çalıştıkları arkadaşları fişlediklerini gördüm.

Toplantı öncesi yönetici ile yöneticinin etrafında çember oluşturanların beraberce almış olduğu kararların toplantı kararı olarak takdim ettiklerin gördüm. Hadi ondan vazgeçtik toplantıyı tehdit varı cümlelerle açıp kapatıp adına toplantı yapıyoruz havasıyla dışa karşı görüntü verildiğini gördüm.

Başka ne diyelim, sizlerde etrafınızda olup bitenlerden görüyorsunuz ya, bu ve buna benzer katılımcı anlayıştan uzak yöntemlerle bir işyeri düzeni nereye kadar gidebilirdi ki. Nitekim gitmediğini sizin gibi bizde kendi çalıştığımız kurumlarda görmüş olup çalışanlara aynı mesafede davranmamanın getirisi olarak bir bakıyorsun birim yöneticisi ile kurum yöneticisin karşı karşıya getirebiliyormuş meğer. İşte böylesi yaşanmışlığın olumsuz getirisi olarak bir anda çalışanlar arasında huzursuzluğa ve akabinde yöneticiler arasında kapışmaya neden olabilecek kurumsal ölçekte işin içinden çıkılmaz bir mesele haline dönüşebiliyor. Derken kurum başkanı ile birim amirlerinin kendi aralarında kıyasıya mücadeleleri çalışanlara arasında gruplaşmalara neden olan bir tablonun ortaya çıktığını müşahede etmiş oldum. Ve bu arada yaşanmış acı hatıralar içerisinde derdi gruplaşmak değil de iş yapmak olan çalışanların moralinin altüst olduğunu gördüm. Öyle ki bu safhadan sonra kurum başkanının yanında iş icabı bulunmak zorunda kalanlar, nezaketen günaydın, merhaba diyenler onun adamı diye kategorize edildiğini, ya da birim amirinin iş icabı yanında olanlar, ona da nezaketen selam verenler onun adamı sayılır hale geldiğini gördüm. Yani ayrılık gayriliklerin had safhaya ulaştığına şahit oldum. Hele bir yerde huzursuzluklar çıkmaya bir görsün, artık o huzursuzluk dağdaki çobanın bile haberdar olduğu noktaya taşınacağı muhakkak. Nitekim öyle de oldu. İşte bu bitip tükenmek bilmeyen meseleler kamuoyuna yansıyacak boyuta ulaşınca gerek kurum başkanının gerekse birim amirin kurumdan ayrılmasını beraberinde getirdiğini gördüm. Hani derler hiç kimse şah değil, padişah değil, neticede hepimiz beşeriz, kişiler bugün var yarın yok, uzun süre kalıcı olan kurum ve müessese kimliklerdir. Zaten bugüne kadar hep bu böyle olmuştur. Netice itibariyle her iki yöneticide başına gelenlerin arka planında etrafında oluşturduğu çemberin etkisiyle niçin neye uğradıklarının şaşkınlığıyla birbirlerine düşman kesildiklerinin farkında bile olmaksızın makamlarını bırakmak zorunda kalıp başka kurumlarda atanmak üzere çekip gittiklerini gördüm. Mevki ve makam sahibi olmak elbette ki hizmet açısından güzel bir basamak, ama asıl bundan da öte mevki makama vefa, dostluk katabilmek çok mühimdir.

Her neyse sonuçta şunu diyebiliriz ki bulunduğumuz alanlarda konumumuz her ne olursa olsun iletişimde açık sözlülüğün esas olduğunu, imada bulunmanın iletişimi kopardığını bilmekte fayda var. Anlaşılan bardağı taşıracak ifadelerden kaçınmak iletişim açısından mühim bir yer teşkil eder. Hatta şakayla karışık ifadelere yer vermek ve zülfü yâre dokunmakta öyledir.

Velhasıl kelam; her şart ve zeminde iletişimde birbirimize yardımcı olacak anlayışı sergilemek en güzel doğru olanıdır.

QOSHE - İLETİŞİM - Selim Gürbüzer
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İLETİŞİM

3 0
17.11.2023

Elimizi cüzdanına değil kalbimize koyarsak ancak o zaman yediden yetmişe hemen herkesle iletişim kurmak mümkün hale gelebiliyor. Çünkü kalp gönlün dile geldiği mekândır. Karşımızdaki bizim kalbimizi kırmış olsa da toprak gibi olmalı. Zira toprağın bağrı geniştir, dönüş yine toprağadır. Değim yerindeyse etrafımız çirkeflik içinde yer kapkaranlık bir dünyada olsa yeter ki olumlu yönde iletişim için bir adım atılmış olsun, işte o an on adım atmaya can atacak yüreğimizin hareket geçtiğini kendi gönül dünyamızda hissetmiş oluruz da.

Bilindiği üzere iletişim kavramı sözlü iletişim ve sözsüz iletişim iki ana başlık altında kategorize edilir. Sözlü iletişime aracılık eden dildir, sözsüz iletişime de malum aracılık eden gönül dünyamız olup, çoğu zaman beden dili ise onun aynası olarak tezahür eder. Yani gönül böyle bir aynada hissettirir kendini.

Elbette ki sözlü iletişim için aradaki mesafe aralığı da çok önem arz eden bir husustur. Nasıl mı? Mesela söz konusu olan mahremlik ise bunun için iletişim mesafesi 0–30 cm arası bir ölçekte olması gerekir. Nitekim asansörde bir arada bulunma alanı bunun tipik bir örneğini teşkil eder. Karşılıklı kişisel iletişim mesafesi 30 ila 80 cm arası ölçekle sınırlıdır. Sosyal iletişim mesafesi 80-200 cm arası bir ölçekle sınırlıdır. Topluma açık iletişim alanı >200 cm üzerindeki bir aralıktaki mesafeye tekabül eder. Şayet sağlıklı sözlü iletişim kurabilme diye bir derdimiz varsa bu söz konusu aralıktaki iletişim zinciri mesafelerini nazarı itibara almakta fayda var. Anlaşılan her türlü iletişimin kendine özgü mesafe alanları söz konusudur.

Sağlıklı bir iletişim kurmada öncelikle karşındakini dinleme esas olmalı. Nitekim pür dikkat işi bir dinleyici olmak karşındakine değer vermenin bir göstergesine delalettir. Konuşmak kadar sükût lehçesi de maharet gerektiren bir sanattır dersek yeridir. Kaldı ki laf ebeliği yapıp bir başkasına fırsat vermemek eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur zaten.

Kendimizi tanıma adına çevrenin hakkımızda ne düşündüklerini itibara almayı ihmal etmemeli. Genellikle hiç kimse ‘Ayranım kara’ demez bir tavır içerisinde hareket eder. Dolayısıyla hakkımızda eleştirilere açık olmalı ki kendimizi iyi yönde geliştirebilelim. Özellikle kendimize çeki düzen vermek açısından öz eleştiri yapmak çok önem arz eder.

Hangi ortamda olursak olalım kendimizi doğru ifade etmeli. Zaten meramını anlatamayan derman bulamaz. Özellikle kendimizi doğru ifade etmek için hem beden dilini iyi kullanmalı hem de kendi öz dilimiz olan Türkçemizi. Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır sözü bunu doğruluyor da. Dolayısıyla çok kitap okumanın yanı sıra güzel konuşma kurslarına da katılmak gerekir. Böylece kendimizi geliştirip toplum içerisinde yer edinmiş oluruz.

Karşılıklı diyalog içerisinde bulunurken görünürde dinliyor izlenimi vermek uzun vadede iletişimi koparmaya neden açmazımızdır. Dolayısıyla iyi bir dinleyici modunda olmakta fayda vardır, icabında tüm hayali düşüncelerden sıyrılıp karşımızdaki insanın sözlerine odaklanmak gerektir. Geçiştirerek dinlemek boşa vakit kaybıdır. İş olsun babında dinler gibi modunda olmak hem kendimizi yorar hem de karşımızdakini. O halde neydik edip iyi bir dinleyici olmak adına kendimizi dış ve iç hayali unsurlardan soyutlamamız gerekir. Dahası karşımızdakini anlamaya çalışmak daha makul davranış olup daha çok dinleyici modunda bulunmak usul açısından daha güzel bir yoldur. Unutmayalım ki sözü olan her insandan faydalanacağımız birçok konular vardır. Her insandan öğreneceğimiz bilgiler baş tacımız olmalı. Hepimiz bilge insan olsak bile sonuçta birbirimizin öğrencisiyiz.

İyi bir dinleyici aynı zamanda sabırlı davranan kişi demektir. Sabreden derviş muradına ermiş prensibinden hareketle “Artık yeter, uf sıkıldım” izlenimi görüntüsü vermeksizin büyük bir sabır örneği sergilemeye özen göstermek en doğru tutum olacaktır. Zira iletişime girmekte hislerimizi kontrol etmeye özen göstermek esastır.

Ayrıca tuzak varı dinleme tavrı da son derece nahoş bir durumdur. Anlatanın dile getirdiği konulardan işine gelen cümleleri cımbızla çekip başka bir mekânda aleyhine kullanmak üzere dinlememeli. Zaten aleyhine koz olarak kullanırsak etik olmaz.

Peki, anlatım planlaması nasıl olmalı? Şöyle ki;

Etkili bir sunum planı hazırlayıp, bu plan doğrultusunda 15 dakika konuşma yapmak ideal olanıdır. Sunumda açık kalpli davranın, konu hakkında zaman süresini bildirin. Dinleyicilerin saygı gösterdiği kişilerden örnek verin. Söylediklerinizi çürütecek el, kol, yüz hareketlerinden kaçının. Kesinlikle sunum yaparken kibirli davranmayın, karşı tavır almaktan kaçının, arkadaşça davranın, ortak özelliklerinizi vurgulayın. Dinleyici kitlesine konuya uygun espri katarak örnekler verin.

Bilim adamlarını bir takım çalışmalar sonucunda bilgilerin hangi oranlarda akılda kaldığı tespit edilebilmiştir. Bu çalışmalara göz attığımızda akılda kalma yönünden;

-Okuma ,

-Film izleme P,

-Galeri takip P,

-Dinleme ,

-Resme bakma 0,

-Tartışmaya katılma p,

-Konuşma yapma p,

-Gerçek analitik deneyi canlandırma ,

-Bir projeyi gerçekleştirme ,

-Dramatik sunum yapma ,

-İnteraktif multimedya takip etken olmaktadır.

Vücudumuzda öyle mükemmel iletişim ağı kurulmuş ki dakikada 500–600 kelimelik konuşma hızını anlayabilecek bir sinir sistemi donanımıyla yaratılmışız. Ama gel gör ki bu muhteşem iletişim ağı içerisinde normal konuşma hızımız dakikada ancak 100–140 kelime ile ifade edebiliyoruz. Aslında insan az bir gayret gösterse kelime hazinesi zayıf olsa bile az kelimeyle çok güzel ifadeler kullanıp, eser verecek noktaya gelebilir pekâlâ.

Demek oluyor ki aktif anlatıma sahip biri ve iyi bir dinleyici olmak için öncelikle bulunulan fiziki ortamın hem maddi boyutta, hem manevi boyutta güven verecek nitelikte olması gerekir. Şayet fiziki ortam nezih bir ortam değilse orada bulunanların üzerine kasvet bürüyeceği muhakkak. Bir kere ortamın havasız, loş ışık veya ışıktan yoksun olması iletişimin önünde en büyük engel bir durumdur. Anlaşılan ferah verici nezih bir ortam katılımcıların dinleme isteklerini artırdığı gibi keyif aldırır da. Öyle ki böylesi nezih bir ortamda sunucuyla dinleyici arasında karşılıklı jest ve minikler kendiliğinden harekete geçeceğinden dolayı hep birlikte keyifli dakikalar geçirilmesin beraberinde getirecektir. Yeter ki karşılıklı jest ve minikler eşliğinde yapılan iletişimde verilen mesajların sırf yüzeysel içeriğine değil de daha çok verilen mesajların içeriğine dikkat kesiliverelim bak o zaman zamanın nasıl geçtiğini bile fark edemez oluruz. Aksi halde........

© Enpolitik


Get it on Google Play