Erdoğan yönetiminin İsrail’in Filistin Arap halkına karşı sürdürdüğü katliama yönelik sert açıklamalarıyla Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerçekliği arasındaki çelişki üzerine haber ve yorumlar gazete sayfalarında devam ediyor. 16 Nisan tarihli açıklamasında R.T. Erdoğan da “İslam alemi başta olmak üzere sorumluluk sahibi herkes”i artık seslerini daha fazla yükseltmeye çağırdığı açıklamasının bir bölümünde sözü bu haber ve yorumlara getirerek “Jet yakıtı konusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne iftira atanları asla ve asla unutmayacağız. Türkiye katliamların çok öncesinde İsrail’e askeri amaçla kullanılacak hiçbir malzeme satışına izin vermemiştir...” dedi.

Siyasal İslamcı hareketin, İsrail’in Filistin halkına karşı 76 yıldır sürdürdüğü katliam ve topraklarından sürme politikası karşısındaki tutumu ilk kez tartışma konusu olmuyor. “Araplardan bize ne, zaten bizi hep sırtımızdan vurdular” diyen kimi sözüm ona seküler Türk milliyetçisine kıyasla İslamcıların, -farklı tarikat ve gruplarının tutumları değişmekle birlikte- Yahudi karşıtlığı zemininde Filistin’deki kıyım ve yıkıma karşı çıktıkları yönünde genel bir kanı vardır. Örneğin 7 Ekim 2023’te başlayan İsrail katliamına karşı Yenikapı’da yapılan miting bu içerik ve kapsamdaydı. Ancak Türkiye’de İslam dinini kitle iletişim aracı olarak kullanan parti, tarikat-cemaat ve hükümetlerin Filistin halkının katledilmesi politikası ve onu on yıllardır sürdüren İsrail yönetimiyle ilişkileri ve ona karşı politikaları bu denli açık ve ‘tek yanlı’ değildir!

Örneğin bir dönemler, İsrail karşıtı mitinglerin baş konuşmacısı olan Necmettin Erbakan İsrail ile yapılan savaş uçakları ve tank modernizasyonu anlaşmasının da imzacısıydı. Günümüzde ise Tayyip Erdoğan, Netanyahu’ya karşı en sert sözcükleri içeren açıklamalar yapıyor. Onu “katil!”, “yeni Hitler” gibi sıfatlarla niteliyor.

Ama işte hepsi o kadar! Katil Netanyahu söylemi, ona, tam da Filistin halkını on binlerce katledip yaşam alanlarını yok ettiği koşullarda, bir kısmı savaş malzemesi olarak da kullanılabilecek mal ticaretini sürdürmeye engel olmuyor. Aralarında Erdoğan ve Binali Yıldırım aileleriyle de ilişkilendirilen gemilerin de olduğu ticari filoların çelik, gübre, bor, dikenli tel, petrol taşımaya devam ettiklerine dair haberlerin basında yer alması üzerine Ticaret Bakanlığının “Bazı malların ticaretinin sınırlandığına” dair açıklamada bulunması, “Kral gerçekten çıplak!” dedirtiyor ve Erdoğan’ın Sakarya’da AKP’nin düzenlediği mitingde açılan “İsrail’le ticaret utancı sonlandırılsın” pankartının polis tarafından zorla indirilmesine sessiz kalması, Yeniden Refah Partisi sözcülerinin seçim malzemesine dönüşüyor.

Anımsanacaktır; yine bir İsrail saldırısı sonrası yardım malzemesi götürürken 9 kişinin İsrail ordusu tarafından öldürülmesi (Mavi Marmara olayı) karşısında yaptırımcı bir tutum almayan hükümete yönelik eleştirenleri, dönemin Başbakanı Erdoğan “Giderken bana mı sordular?” diye yanıtlamıştı. Yine anımsanacaktır: Yakın zaman öncesine kadar “FETÖ terör örgütü lideri” olarak değil de “pek muhterem cemaat önderi” olarak ululanan kişi de “Orada ne işleri var?” diye suçlayıcı bir tutum almıştı.

Bu tutumun istisnai olmadığının çok sayıda örneği sıralanabilir. Hamas’ın İsrail’e yönelik dronlu eylemi üzerine, İsrail’in tepkisi gözetilerek Hamas Yöneticisi Heniye’nin İstanbul’dan gönderilmesi oldukça yakın bir örnektir. “İslam alemi”, “İslam ümmeti” söylemiyle halk kitlelerini yanıltarak gerici politikalara yedekleme savaşı yürüten İslamcı politikacı ve yazarların tüm çarpıtmalarına rağmen Türkiye burjuva politikasının önemli gerçeklerinden biri de 1946’da kurulup 1950’de işbaşına geçen DP’den başlayarak ülke siyasetinde belirleyici konumda olan sağ-gerici ve İslamcı yönetimlerin İsrail ile ilişkilerinin ana özelliğinin, karşılıklı sert açıklamaların gizleyemediği iş birliği olmasıdır.

Bu iş birliği, Türkiye’nin burjuva yönetimlerinin Amerikan emperyalizmiyle iş birliğini stratejik düzeyde sürdürüyor olmasıyla da bağlıdır. ABD yönetimleri hemen her zaman kendi çıkarları gereği İsrail -Türkiye iş birliğini sağlamaya çalışmıştır. ABD’nin “stratejik çıkarları”, günümüzde de Türkiye ile İsrail’in çatışmasını değil uzlaşı ve iş birliği içinde oluşunu gerekli kılıyor. Bu politika, ABD’nin Ortadoğu’daki yayılmacı politikası açısından, arada bazı pürüzler yaşanmasına karşın, bugüne kadar ABD yararına işlevli oldu. Aynı işlevi bundan sonra da görmesi, bölge ve dünya pazarları üzerine emperyalist rekabette, Amerikan çıkarları yönünden zorunluluk gösteriyor. Ve Erdoğan arada ABD yöneticilerine “kafa tutan İslamcı lider” görünümleri vermesine karşın iş birliği politikalarının kararlı bir temsilcisidir.

İsrail, ABD’nin bölge halklarına ve devletlerine karşı bir tür koçbaşı olarak kullanmaktan geri durmadığı silahıdır. Joe Biden, “Olmasaydı da onu yaratmak zorunda kalırdık” sözünü boşa kullanmamıştır. Türkiye ise stratejik önemde ikili askeri anlaşmalarla ve bir NATO gücü olarak ABD’nin denetimi altındadır. Demek oluyor ki ne Erdoğan yönetimi ne de Netanyahu hükümeti, ABD’nin bölge stratejilerine rağmen ve onu karşıya alarak hareket etme lüksüne sahip değildir. Aradaki çelişkilere karşın, örneğin “büyük efendi”nin “Kürt kartı”nı daha açıktan ve sonuç alıcı şekilde kullanması ya da İsrail’i yalnız bırakması -ki bu kendi çıkarlarına aykırı olacaktır- ağır sonuçlar doğurur ve bu istenmez bir durumdur. Erdoğan yönetiminin bazı ülkelerde askeri üs kurma ve Suriye ve Irak’ta ‘ele geçirilen topraklarda kendisine bağlı oluşumlar yaratarak Kürt karşıtı askeri harekat kolaylığı sağlama dışında pek fazla getiri sağlamadığı, AKP sözcülerinin “yeni Osmanlıcılık” söylemine artık daha az baş vurdukları pek açıktır. “Bölgenin büyük gücü Türkiye”nin kendi adına, kendi çıkarlarına izlemek istediği etki politikası, savaşan ülkelere mal satışı ve “ara buluculuk” fonksiyonlarıyla dahi önemli açmazlar içeriyor.

İslamcı politikacı ve yazarlar, Erdoğan yönetiminin, “katil Netanyahu!” merkezli açıklamalarını, Türkiye’nin “bölgesel gücü ve tayin edici misyonu”na kanıt göstermelerine karşın, bu güç ve misyon siyonist katliam ve yıkım karşısında yaptırımcı bir özellik göstermemektedir. Bazı İslamcı tarikat yöneticilerinin İsrail ile ticaretin devam etmesi yönünde “fetva” vermelerinde de görüleceği üzere, dinsel inanç farklılıkları parasal ilişkilerin ne engeli ne de onları aşan özelliktedir. "Paranın dini imanı yoktur” sözü boşa söylenmemiştir. Yahudi karşıtı siyasal İslamcılığın, parasal ilişkiler söz konusu olduğunda sert sözlerden ibaret kaldığı çok nettir.

QOSHE - A. Cihan Soylu'nun yazısı - A. Cihan Soylu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

A. Cihan Soylu'nun yazısı

36 1
18.04.2024

Erdoğan yönetiminin İsrail’in Filistin Arap halkına karşı sürdürdüğü katliama yönelik sert açıklamalarıyla Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerçekliği arasındaki çelişki üzerine haber ve yorumlar gazete sayfalarında devam ediyor. 16 Nisan tarihli açıklamasında R.T. Erdoğan da “İslam alemi başta olmak üzere sorumluluk sahibi herkes”i artık seslerini daha fazla yükseltmeye çağırdığı açıklamasının bir bölümünde sözü bu haber ve yorumlara getirerek “Jet yakıtı konusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne iftira atanları asla ve asla unutmayacağız. Türkiye katliamların çok öncesinde İsrail’e askeri amaçla kullanılacak hiçbir malzeme satışına izin vermemiştir...” dedi.

Siyasal İslamcı hareketin, İsrail’in Filistin halkına karşı 76 yıldır sürdürdüğü katliam ve topraklarından sürme politikası karşısındaki tutumu ilk kez tartışma konusu olmuyor. “Araplardan bize ne, zaten bizi hep sırtımızdan vurdular” diyen kimi sözüm ona seküler Türk milliyetçisine kıyasla İslamcıların, -farklı tarikat ve gruplarının tutumları değişmekle birlikte- Yahudi karşıtlığı zemininde Filistin’deki kıyım ve yıkıma karşı çıktıkları yönünde genel bir kanı vardır. Örneğin 7 Ekim 2023’te başlayan İsrail katliamına karşı Yenikapı’da yapılan miting bu içerik ve kapsamdaydı. Ancak Türkiye’de İslam dinini kitle iletişim aracı olarak kullanan parti, tarikat-cemaat ve hükümetlerin Filistin halkının katledilmesi politikası ve onu on yıllardır sürdüren İsrail yönetimiyle ilişkileri ve ona karşı politikaları bu denli açık ve ‘tek yanlı’ değildir!

Örneğin bir dönemler, İsrail karşıtı mitinglerin baş konuşmacısı olan Necmettin Erbakan İsrail ile yapılan savaş uçakları ve tank modernizasyonu anlaşmasının da imzacısıydı. Günümüzde ise Tayyip Erdoğan, Netanyahu’ya karşı en sert sözcükleri içeren açıklamalar yapıyor. Onu “katil!”, “yeni Hitler” gibi sıfatlarla niteliyor.

Ama işte hepsi o kadar! Katil Netanyahu söylemi, ona, tam da Filistin halkını on binlerce katledip yaşam alanlarını yok ettiği koşullarda, bir kısmı savaş malzemesi olarak da kullanılabilecek mal ticaretini sürdürmeye engel olmuyor. Aralarında Erdoğan ve Binali Yıldırım aileleriyle de ilişkilendirilen gemilerin de olduğu ticari filoların çelik, gübre,........

© Evrensel


Get it on Google Play