Saray yönetiminin askeri -diplomatik ‘trafiği’ni, içeride ve dışarıda izlediği politikada değişim göstergesi sayanların sermaye televizyon kanallarıyla seçim muhabbetlerinde dile getirdiklerine bakılırsa, büyük çoğunluğu bu değişimi “Koşullarda iyileşme” yönünde yorumlamaya çoktan hazırdır. Böyle düşünülmesinin etkenlerinden biri, iktidar aygıtının kumandasında oturanların, muhaliflerine nefes aldırmaz politikalardaki yoğunlaşmasının yol açtığı yorgunluk, bıkkınlık ve farklılık beklentisidir. Yasa-Anayasa tanımaz, İslami şeriatçılık politikalarını fiili uygulamalarla toplumun “Tüm hücrelerine yayma”da büyük mesafe kateden ve çok geniş yağma olanaklarıyla doyum bulması olanaksız kapitalist zenginleşme ağı oluşturarak yirmi yılı aşkın süredir saltanat süren bir yönetimin hem bıktırıcı hem de beklenti üretici olmasına şaşırmamak gerekir. Sorun onun izlediği politikaların hangi yönde ve kimin çıkarlarına değişim göstereceğidir.

Bir değişim yaşanacaksa eğer -ki bu, güçler ilişkisine bağlı olarak burjuvazinin çıkarları yönünde her zaman mümkündür- bu değişimin halk yararına olmayacağı daha baştan besbellidir. Sömürülen ve ezilenlerin mücadelesinin ürünü olmayan ve fakat toplumun bu çoğunluk kesiminin yararına da olan çok az şey ve pek istisnai durumdan söz edilebilir. Güncel-dönemsel gelişmeler ise aksini işaret ediyor. Beyaz Saray -Beştepe ve Erbil ‘konağı’ arasındaki yoğun görüşme turlarının yönlendirici gücü ABD’dir. Bu trafiğin Türk devlet yönetimi açısından başlıca önceliği, Erdoğan’ın ifadesiyle “Bir teröristan oluşumuna izin vermemek”tir! Petrol, su ve bölgesel-uluslararası ticari hat üzerine “İslami pazarlama siyaseti”nin eşlik ettiği askeri “diplomasi”nin merkezi hedefinin Kürt mücadelesine daha etkili darbeler vurmak olduğu, Erdoğan’ın açıklamalarında alenidir. Fidan-Kalın-Güler üçlüsü, Bağdat ve Erbil “ziyaretleri”ni, “bir çıkarma harekatı” kapsamında gerçekleştirdiler. Erdoğan yönetimi yayılmacı-ilhakçı politikasını, Suriye ve Irak’ta kurulu askeri üslere yenilerini de katarak bu ülkelerin sınırları içinde ‘Daha derinlemesine yerleşmek’ yönünde genişletme çabasındadır. Bölgesel ve uluslararası gelişmelerde yaşanan dönemsel değişimler bu hedef yönünde kullanılmak istenmektedir. Erdoğan, şoven milliyetçiliğin kitlesel getirisini oya tahvil etmek üzere “Bu baharda temizleyeceğiz” derken, daha kapsamlı-daha yıkıcı askeri harekatlardan söz ediyor. İktidar basını bunu “Pençe-Kilit’in kapanması” olarak haritalandırdı.

Amerikan emperyalizmiyle ilişkilerde yaşanan bazı pürüzlerin aşılması yönünde kaydedilen gelişmeler, içeride ve dışarıda uygulanacak politikada ‘olanak genişletici’ sayılmaktadır. Aralarında Kıbrıs ve Yunanistan’la ilişkiler, Kürt sorununa istismarcı müdahale, Rusya ile girilen ilişkiler gibi bazı anlaşmazlık konuları olmakla birlikte, ABD’nin dünya ve bölge stratejisiyle uyumlu ve onun kumanda ettiği NATO üyesi olarak hareket eden Türk burjuva devleti, kuruluşunun yüzüncü yılını geride bırakırken de Amerikancılığını muhafaza ediyor. Rusya ile ticari ilişkilerde sağlanan artış ve enerji anlaşmaları, bu stratejide temel bir değişimin değil, iki büyük güç arası etki alanları kavgasından yararlanarak bir şeyler kapma anlayışının ürünüdür. Kürt sorunu bağlantılı anlaşmazlıklar ise Amerikan emperyalizminin Ortadoğu-Kuzey Afrika stratejisiyle bağlı bir değişime mahkumdur.

Son haftalarda artan trafiğin ABD’nin bölge politikaları kapsamında hızlandığını gösteren çok veri bulunuyor. Washington-Ankara-Erbil ve hatta Telaviv hatlarında döşenen kaygan raylı sistemin Suriye-Türkiye Kürtleri yararına sonuçlar doğuracak “anlaşma kapıları”na da çıkıp çıkmayacağını belirleyecek olan büyük güçler arası ilişkilerin değişim dinamiği olacaktır. Kürt sorunu kaynaklı gelişmeler bölgenin İsrail ve İran gibi güç çatışmasının tarafları da olan devletlerin politikalarıyla da bağlıdır. Sorun dış karışma ve istismara, iç-dış burjuva pazarlıklara ve içeride halk kitlelerinin mücadele birliğini engellemek üzere kullanılmaya açık olmasının yanısıra çözümsüz kalması nedeniyle de burjuva devlet iktidarını açmaza sürüklemektedir. “Barışçıl çözüm” çağrıları ve “çözüm özne ve adresleri” üzerine birbirleriyle çakışan ya da çelişen çoklu açıklamaların yerel seçimler dolayısıyla artmış olması (A. Türk, L. Zana, S. Demirtaş’ın açıklamaları, Karayılan’ın ‘Yakında halkımıza müjdemiz olacak’ söylemi, Diyarbakır’da düzenlenen konferansın zamanlaması vb.), Erdoğan’ın hem daha ağır bir saldırı hazırlığını hem de “Yanlışlarımız da olmuştur” mealindeki sözlerle beklenti oluşturucu manevralara ihtiyaç duyması, ABD’nin Rusya’ya karşıt politikaları kapsamındaki ataklarının Türkiye yönetiminde olumlu karşılık bulması vb. gibi birçok veri, bölgedeki hesaplaşma güçleri arası ilişkilerin, Kürt mücadelesini bugüne dek olandan daha yoğun şekilde etkileyeceği bir döneme girildiğini gösteriyor.

ABD başta olmak üzere Batılı emperyalistlerin Balkanlar, Doğu Avrupa, Ortadoğu, İran-Irak, Afganistan, Suriye, Libya ve daha birçok ülkeye yönelik strateji kapsamındaki politikaları yığınca veri sunuyor. Büyük güçler arası ilişkilerde -ve bunun önemli bir analı olan Ortadoğu’daki gelişmeler- yeni bir gerginleşme, sertleşme ve askeri politikalarda yoğunlaşma yaşanıyor. Silah sanayi en faal dönemlerinden birinde. Savaşa hazırlık söylemi güncel açıklamaların rutinine dönüştü. Halklar aleyhine gelişmeler hız kazanmış durumda.

Bu gelişme(ler)in Türkiye’nin tüm milliyetlerden sömürülen ve ezilenleri için barındırdığı tehditlerin arttığı bir dönemde, Erdoğan iktidarının Kürt sorununun “barışçıl çözümü”ne yönelik adım atmalar dahil “demokratikleşme” politikalarına yöneleceği söylem ve beklentisinin tutar bir yanı yoktur. Tarihte çok kez tecrübe edildiği üzere, her bir ülkede on binlerce-yüz binlerce emekçi ve savaş karşıtı güçlü kitlesel eylemlerle ortaya çıkmadıkça halklara yönelik burjuva baskı, saldırı ve yıkım politikaları engellenememektedir. Emperyalistler ve iş birlikçi yönetimler halklar yararına politikalar izlemezler. Bu, varsayım ürünü bir klişe değil, tarihin kanıtladığı gerçeklerden biridir.

Erdoğan yönetiminin yayılmacı askeri politikalarıyla içeride yoğunlaştırdığı baskı ve saldırıları karartacak şekilde, onun desteklenmesi durumunda siyasal alanda demokratikleşmenin, ekonomide iyileşmeyle birlikte kitlelerin yaşam koşullarının iyileştirilmesinin mümkün olacağı söylemi aldatıcı bir manevra ürünüdür. Günümüze dek, burjuva devleti, hükümetleri ve çeşitli partilerinin aldatı ve entrikalarıyla binlerce kez karşı karşıya kalan işçi ve emekçilerin, bu beklentilere bağlanmaksızın talepleri için ortak mücadelede birleşmesi, halk yararına devrimci bir çıkışın asgari koşuludur. Emperyalistlerle iş birlikçileri arasındaki ilişkilerin iyileşmesinden ya da Kürt sorununa emperyalist müdahaleden halklar yararına sonuçlar çıkmayacaktır. Ekonomik -sosyal olgular ve siyasal-askeri gelişmeler gerici kuşatmanın takviyesine işaret ediyor. Kürt-Türk-Arap ve diğer milliyetlerden işçi sınıfı ve ezilen tüm toplumsal kesimler için daha güçlü örgütlenmelere, daha kitlesel mücadele pratiklerine ihtiyaç vardır. Tahkim edilen çok yönlü ve çok boyutlu gerici kuşatma, başka türlü yarılamaz ve zayıflatılıp etkisizleştirilemez.

QOSHE - Askeri trafikte hızlanma; ‘uzlaşı’ mı, daha şiddetli saldırılar mı? - A. Cihan Soylu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Askeri trafikte hızlanma; ‘uzlaşı’ mı, daha şiddetli saldırılar mı?

12 10
20.03.2024

Saray yönetiminin askeri -diplomatik ‘trafiği’ni, içeride ve dışarıda izlediği politikada değişim göstergesi sayanların sermaye televizyon kanallarıyla seçim muhabbetlerinde dile getirdiklerine bakılırsa, büyük çoğunluğu bu değişimi “Koşullarda iyileşme” yönünde yorumlamaya çoktan hazırdır. Böyle düşünülmesinin etkenlerinden biri, iktidar aygıtının kumandasında oturanların, muhaliflerine nefes aldırmaz politikalardaki yoğunlaşmasının yol açtığı yorgunluk, bıkkınlık ve farklılık beklentisidir. Yasa-Anayasa tanımaz, İslami şeriatçılık politikalarını fiili uygulamalarla toplumun “Tüm hücrelerine yayma”da büyük mesafe kateden ve çok geniş yağma olanaklarıyla doyum bulması olanaksız kapitalist zenginleşme ağı oluşturarak yirmi yılı aşkın süredir saltanat süren bir yönetimin hem bıktırıcı hem de beklenti üretici olmasına şaşırmamak gerekir. Sorun onun izlediği politikaların hangi yönde ve kimin çıkarlarına değişim göstereceğidir.

Bir değişim yaşanacaksa eğer -ki bu, güçler ilişkisine bağlı olarak burjuvazinin çıkarları yönünde her zaman mümkündür- bu değişimin halk yararına olmayacağı daha baştan besbellidir. Sömürülen ve ezilenlerin mücadelesinin ürünü olmayan ve fakat toplumun bu çoğunluk kesiminin yararına da olan çok az şey ve pek istisnai durumdan söz edilebilir. Güncel-dönemsel gelişmeler ise aksini işaret ediyor. Beyaz Saray -Beştepe ve Erbil ‘konağı’ arasındaki yoğun görüşme turlarının yönlendirici gücü ABD’dir. Bu trafiğin Türk devlet yönetimi açısından başlıca önceliği, Erdoğan’ın ifadesiyle “Bir teröristan oluşumuna izin vermemek”tir! Petrol, su ve bölgesel-uluslararası ticari hat üzerine “İslami pazarlama siyaseti”nin eşlik ettiği askeri “diplomasi”nin merkezi hedefinin Kürt mücadelesine daha etkili darbeler vurmak olduğu, Erdoğan’ın açıklamalarında alenidir. Fidan-Kalın-Güler üçlüsü, Bağdat ve Erbil “ziyaretleri”ni, “bir çıkarma harekatı” kapsamında gerçekleştirdiler. Erdoğan yönetimi yayılmacı-ilhakçı politikasını, Suriye ve Irak’ta kurulu askeri üslere yenilerini de katarak bu ülkelerin sınırları içinde ‘Daha derinlemesine yerleşmek’ yönünde genişletme çabasındadır. Bölgesel ve uluslararası gelişmelerde yaşanan dönemsel değişimler bu hedef yönünde kullanılmak istenmektedir. Erdoğan, şoven milliyetçiliğin kitlesel getirisini oya tahvil etmek üzere “Bu baharda temizleyeceğiz” derken, daha kapsamlı-daha yıkıcı askeri harekatlardan söz ediyor. İktidar........

© Evrensel


Get it on Google Play