Kimi okur yadırgayacaktır ama soru işçileredir ya da soruyu sorması gereken işçilerin kendileridir. DİSK’in düzenlediği bir konferansta konuşan Prof. Aziz Çelik, ülkede 18 milyonun üzerinde işçi ve 200 civarında sendika bulunduğunu ancak toplu sözleşme yapma yetkisi olan 60 sendika ve sendikalı işçi sayısının da 2 milyon civarında olduğunu açıkladı.

Ülkedeki işçi sayısı üzerine veriler 16 ila 18 milyon arasında değişiyor. Sendikalı işçi sayısına dair veriler ise yüzde 5 ila 8 arasında değişiyor. Resmi açıklamalarda bu oran yüzde 10-12’lere dek yükseltiliyor. Sonuç değiştirici bir değeri yok. Çünkü uçurum gizlenemez büyüklükte. İşçilerin 14-16 milyonu sendikal örgütlenmenin dışında.

Açıklamalara bakılırsa ülkede sendikal örgütlenme serbest, hatta iki sendikaya birden üye olmanın önünde engel bile yok! Gerçeğin böyle olmadığı ise sendikasız işçilerin sendikal örgütlenmeye yöneldikleri her durumda açıklık kazanıyor. Karşılarına kapitalistlerin yanında polis-jandarma-özel güvenlik engeli dikiliyor. Fiili saldırılara hedef olma; örgütlenme ve bazı talepleri için mücadele eğilimi gösterdiklerinde işten atılma, kara listeye alınma; yargı kurumlarına başvurmaları durumunda da “İş disiplinine uymama, ahlaki olmayan tavırlar gösterme” vb. gibi patronlarca uydurulmuş gerekçeleri dayanak alan bir tutumla haksız gösterilme katı gerçekliği işçileri bekler.

Son birkaç ayda Antep başta olmak üzere birçok kentte çok sayıdaki küçük ve orta büyüklükteki iş yerinde işçiler ücretlerin yükseltilmesi, çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, iş güvenliği ve sendikal örgütlenme talebiyle basın açıklaması, grev, direniş, yürüyüş vb. gibi eylemlerle seslerini duyurmaya çalıştılar. Karşılarına kapitalist sömürü koşullarının korunması ve sürdürülmesini varlıklarının koşulu sayan tüm güçler çıktı. Urfa Özak işçilerinin karşı karşıya geldiği güçler bileşimi bunun göstergesiydi. Direnen ve örgütlenmeye çalışan işçiler bazı yerlerde taleplerinin bir kısmını elde ettiler. Ancak arkasından işten atmalar geldi. Öne çıkan işçiler işten atıldı. Kimi tazminat alabildi kimisi alamadı.

Peki bu sorunlar yaşanır, talepleri için mücadeleye yönelen işçiler patronlarla devlet kuvvetleri ve kurumlarının baskı, yasak ve saldırılarıyla karşı karşıya gelir, gözaltına alınır, tekme-cop dövülür, yerlerde süründürülürken “işçilerin örgütü” olma iddiasıyla üstelik konfederasyon düzeyinde örgütlü olan sendikaların tutumu ne oldu? Örneğin Türk-İş, Hak-İş gibi sendika konfederasyonlarının yöneticileri işçileri savunma anlamına gelen bir eyleme başvurdular mı? Ya da onlardan farklı bir tutuma ve örgütlenme çabasına sahip olan DİSK, örneğin beş-on iş yerinde grev ve direnişlerin ortaya çıktığı bir dönemde bunları birleştirici bir fiili tutum gösterdi mi? Hadi bunları da geçelim(!); İliç’teki katliam karşısında, üstelik yöneticileri “Türk milliyetçiliği” lafazanlığıyla diğer uluslara mensup emekçilere düşmanlıkta yarışan “yerli-milli” sendikalarla konfederasyonları yabancı sermaye tekeliyle yerli yağmacı ortaklarına karşı ne yaptılar? Türk-İş veya Hak-İş yönetimleri örneğin genel grev çağrısı mı yaptılar ya da ülke toprakları ve kaynaklarının uluslararası ve iş birlikçi tekellere peşkeş çekilmesi politikalarına karşı tutum mu açıkladılar? Hayır, bunların hiçbiri olmadı ve bu tutum sadece bugünlere ilişkin değil. Kapitalistlere ve burjuva devletine bağlılık ve sadakati tüzük maddesi olarak benimseyen sendikacılar işçi ve emekçiler yararına politika izlemezler.

Konfederasyonların ve bağlı sendikaların yönetimlerinin, işçilerin kapitalistler ve devlet kurumlarıyla ilişkileri sorunundaki tutumları- yani kimden yana oldukları ve temsil ettikleri sendikacılığın hangi sınıfa hizmet ettiği sadece toplu sözleşme dönemlerindeki tutumlarıyla değil halkın yaşamıyla ilgili tüm gelişmeler karşısındaki tutumlarıyla da sınanır.

Sendikal bürokrasinin sermaye iş birlikçisi tutumu, burjuvazinin işçi hareketi içindeki temsilcisi olduğuna dair çok söz söylenmiş, çok konuşulmuş ve yazılmıştır. Sendikal örgütler, işçilerin ve çalışan halkın tüm kesimlerinin taleplerini savunmadıkları, örgütsüz olanların örgütlenmesi için kararlıca çalışıp milyonlarca emekçinin sermaye boyunduruğuna ve burjuva devlet iktidarının baskı ve yasak zincirine karşı mücadeleye çekilmesi için çalışmadıkları zaman işçi-emekçi örgütü kimliğini kaybederler.

Uluslararası ve iş birlikçi/ortakçı vb. tekellerin misyonerliğine soyunan sendikacılığın işçi sendikacılığıyla alakası yoktur. Evrensel’de Fırat Turgut, T. Maden-İş yöneticilerinin, işçi kanı üzerinden yükselen Anagold’un yağmasından yana tutumlarını ve işçilerin sırtından aldıkları yüz binlerce liralık aylık maaşlarını ortaya koydu.

Kuşkusuz tek örnek bu değil: İşçi sınıfı ve emekçilerin talepleri için mücadeleci tutum içindeki bazı sendika, sendika şubesi ve sendikacılar dışta tutulduğunda, büyük sendika konfederasyonlarıyla Türk-Metal, Türkiye Maden-İş gibi sendikaların yönetimleri, kapitalistlerin zarar görmemesini sağlayacak bir sendikacılık çizgisinde sermaye çıkarlarını ve devlet düzenini koruma misyonu üstlenmişlerdir. Burjuva sendikacılığının işçilerin milyonlarcasının örgütlenmesi diye bir derdi de yoktur. Daha güçlü ve yaygın üye tabanının daha fazla maaş olanağı sağlayacağı düşünülse de kapitalist işletmelerden ve devletten sağladıkları yarar ve bol avantajlı yöneticilik saltanatı, devlet-hükümet yönetimlerinin de istemeyecekleri daha güçlü işçi sendikaları için çaba göstermelerini gerektirmez.

Ne ki tüm milliyetlerden Türkiye işçi ve emekçilerinin daha güçlü ve merkezi sendikalara ihtiyacı var. Sendikasız ve sigortasız bir tek ücretli çalışan kalmamalıdır. Burjuvazinin işçi-emekçi hareketi içindeki uzantısı ve ajanı rolünü üstlenmiş olan sendikacılık anlayışı ve onunla bir biçimde birleşen sendikasızlaştırma politikası ve uygulamaları püskürtülmedikçe bu başarılamaz. İşçiler bunu ancak bulundukları her iş yeri, fabrika, atölye ve kurumda örgütlenerek ve var olan sendikaların yönetimlerini ele geçirip örgütlerini baştan aşağı kendileri kurup merkezileştirerek yapabilirler. İşçiler asgari ücretle ya da yoksulluk sınırları altındaki ücrete talim ederken sendika yöneticilerinin yüz binlerce lira maaş ve yan gelirlerle saltanat sürmeleri işçi sendikacılığıyla bağdaşmaz. Yöneticiler de kalifiye bir işçinin ücretini aşmayacak ücret almalı, denetimi yapılmak kaydıyla sendikal çalışmayla ilgili ek giderleri varsa karşılanmalıdır. Sermaye iş birlikçiliğine soyunan sendikacı anında görevden alınmalı ve yerine işçinin sınıfsal ve toplumsal kurtuluş davasına bağlı yenileri getirilmelidir.

Bu yönde ilerlenmediği, ileri işçi ve emekçiler bulundukları her iş yeri-işletme-fabrika ve kurumda, patronlarla devlet saldırı ve entrikalarını da hesaba katarak bu doğrultuda bir çalışma içine girmedikçe sendika patronlarının işçi düşmanı politikaları etkisiz kılınamaz, saltanatlarına son verilemez. Sermaye karşıtı mücadele ile burjuva sendikacılık anlayışlarına ve pratiğine karşı mücadele bir bütündür.

QOSHE - Bu sendikalar kimin? - A. Cihan Soylu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bu sendikalar kimin?

17 17
22.02.2024

Kimi okur yadırgayacaktır ama soru işçileredir ya da soruyu sorması gereken işçilerin kendileridir. DİSK’in düzenlediği bir konferansta konuşan Prof. Aziz Çelik, ülkede 18 milyonun üzerinde işçi ve 200 civarında sendika bulunduğunu ancak toplu sözleşme yapma yetkisi olan 60 sendika ve sendikalı işçi sayısının da 2 milyon civarında olduğunu açıkladı.

Ülkedeki işçi sayısı üzerine veriler 16 ila 18 milyon arasında değişiyor. Sendikalı işçi sayısına dair veriler ise yüzde 5 ila 8 arasında değişiyor. Resmi açıklamalarda bu oran yüzde 10-12’lere dek yükseltiliyor. Sonuç değiştirici bir değeri yok. Çünkü uçurum gizlenemez büyüklükte. İşçilerin 14-16 milyonu sendikal örgütlenmenin dışında.

Açıklamalara bakılırsa ülkede sendikal örgütlenme serbest, hatta iki sendikaya birden üye olmanın önünde engel bile yok! Gerçeğin böyle olmadığı ise sendikasız işçilerin sendikal örgütlenmeye yöneldikleri her durumda açıklık kazanıyor. Karşılarına kapitalistlerin yanında polis-jandarma-özel güvenlik engeli dikiliyor. Fiili saldırılara hedef olma; örgütlenme ve bazı talepleri için mücadele eğilimi gösterdiklerinde işten atılma, kara listeye alınma; yargı kurumlarına başvurmaları durumunda da “İş disiplinine uymama, ahlaki olmayan tavırlar gösterme” vb. gibi patronlarca uydurulmuş gerekçeleri dayanak alan bir tutumla haksız gösterilme katı gerçekliği işçileri bekler.

Son birkaç ayda Antep başta olmak üzere birçok kentte çok sayıdaki küçük ve orta büyüklükteki iş yerinde işçiler ücretlerin yükseltilmesi, çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, iş güvenliği ve sendikal örgütlenme talebiyle basın açıklaması, grev, direniş, yürüyüş vb. gibi eylemlerle seslerini duyurmaya çalıştılar. Karşılarına kapitalist sömürü koşullarının korunması ve sürdürülmesini varlıklarının koşulu sayan tüm güçler çıktı. Urfa Özak işçilerinin karşı karşıya geldiği güçler bileşimi bunun göstergesiydi. Direnen ve örgütlenmeye çalışan işçiler bazı yerlerde taleplerinin bir kısmını elde ettiler. Ancak arkasından işten atmalar geldi. Öne çıkan işçiler işten atıldı. Kimi tazminat alabildi kimisi alamadı.

Peki bu sorunlar yaşanır, talepleri için mücadeleye yönelen işçiler patronlarla devlet kuvvetleri ve kurumlarının baskı, yasak ve saldırılarıyla karşı karşıya gelir, gözaltına alınır, tekme-cop dövülür, yerlerde süründürülürken........

© Evrensel


Get it on Google Play