Amasra’da 43 işçinin iş cinayetine kurban verilmesi üzerine açılan yargı davasının görülmekte olduğu 13 Şubat 2024 günü Erzincan’ın İliç ilçesinde, tekelci sermaye iktidarının politikalarının sonuçlarından bir diğeri olan büyük göçük olayında işçiler yüz binlerce ton toprağın altında kaldılar. Erdoğan yine “Bu işin fıtratında var” diyecek mi? Bu satırlar yazıldığı sırada henüz dememişti. Ancak iktidarının politikaları sonucunda yaşanan onlarca felaket sonrasında yaptığı açıklamalar, böylesi olaylara karşı iktidar politikasını öngörülemez olmaktan çıkarıyor. Sonuçta bir kez daha yaşanan, ülke toprakları-kaynaklarının emperyalist ülkelerin tekellerine peşkeş çekilmesiyle bağlı bir olaydır. Vali “Devletin kaza mahallinde olduğunu” açıklamıştır, ölen işçi sayısı belirsizdir, siyanürlü toprak ve artıkların ve sülfürik asidin birçok kentten geçen nehre karışıp canlı yaşamı ölümle yüz yüze getirmesi ise kesin!

Erdoğan iktidarı döneminde binlerce işçi, iş cinayetlerinde ölmüştür ve binlercesi sakat kalmıştır. İktidarın tutumu sadece “fıtrat”ı işaret ederek kadere boyun eğilmesini telkin etmekle kalmamış, Soma’da 300’den fazla işçinin katledilmesine yol açan patlama sonrasında Yusuf Yerkel’in attığı tekmeyle de sopacı karakteri gösterilmiştir. TEKEL’de, SEKA’da, metal direnişleri sırasında ve henüz unutturulamayacak denli yakın bir örnek olan Özak Tekstil direnişinde sermaye, iktidar ve “güvenlik kuvvetleri” işçinin karşısında hizalanmıştır. Grevler ertelenmiş, yasak denilmiş, taleplerinde ısrar gösterenler dipçik ve boğucu gazla teslim alınmaya çalışılmıştır.

Çok sayıda küçük ve orta boy işletmede işçilerin ücret artışı, sendikal örgütlenme ve grev hakkı için başlattığı ve bazısının altı aya yakın süredir devam ettiği işçi eylemlerine karşı iktidar gücünün patronların yanındaki duruşunu henüz anlamlandıramayan kimileri, “Sesimiz yukarıya gitmiyor!” diye yakınırken, yukarısı açlık ve yoksulluk sınırları altındaki ücretlerle yaşam savaşı veren işçileri, kuşku yok ki görüp-duyuyor. Gerekli saydığı yerlere polisini-jandarmasını, özel güvenlik güçlerini sevk etmekte tereddüt etmeyen “yukarısı” (merkezi yönetim), işçiyi, kapitalistleri zenginleştirmek ve sermaye düzenini koruma aygıtını işleten devlet bürokrasisinin besleneceği kaynağı yaratma makinesi olarak görüyor. İşçi de sermaye sahibinin işçiyle birlikte üretim aleti olan makinesi de ürete ürete yıpranacak-eskiyecek ve ölecektir. Kadercilik böyle bir işleyişi kaçınılmaz ve zorunlu gösterir ve sermaye sahibiyle devlet iktidarı sorumlularının salık verdikleri de buna boyun eğilmesidir.

İtirazı ihanet saymalarının nedeni bu cennetlerinin yıkılması ihtimali/olasılığıdır. Bahçeli ile Erdoğan boşuna her gün birilerini ihanetle suçlamıyorlar. Buyruk salma tahtında oturmayı sürdürebilmek için itirazsızlık hakim olmalı, boyun eğilmelidir.

Bazıları, Erdoğan-Bahçeli yönetiminin karşı karşıya bulunduğu açmaz ve zorluklara işaret ederek ülkeyi ve tüm milliyetlerden işçi ve emekçilere karşı sürdürülen saldırı politikasının sürdürülemez olduğunu söyleyerek yeni bir liberalizasyon döneminin başlayabileceğini ima ediyor; bu yönde beklenti oluşturmaya çalışıyorlar. Çok yönlü saldırıların kesintisiz sürdürülmesi koşullarında bu tür iddia ve beklentilerin işçi sınıfı ve baskı altındaki toplum kesimlerinin aleyhine işlev göreceği oysa defalarca görülmüş-yaşanmış ve kanıtlanmıştır. Burjuva pazarlıkları olanaksız olmamakla birlikte yürürlükte olan, olmaya devam edeceği yönünde yasal-yasa dışı siyasi-askeri ve polisiye, sosyal-kültürel çok yönlü saldırı politikalarıdır. Burjuva muhalefetinin birçok sözcüsü dahi önümüzdeki dönemin tehdit edici gelişmelerini işaretle kendileri yönünden yapılacaklarını tespit etmeye çalışıyor. Erdoğan iktidarı bir “kıyam politikası” izleyecekse, bu devrimci halk muhalefetine, sosyalist örgütlenmelere, ileri işçilere, talepleri için mücadeleye yönelen genç ve kadınlara yönelik olacaktır. Urfa, Antep, Gebze, Kocaeli, Kayseri, Konya ve diğer yerlerde gelişen işçi eylemleri tek başlarına ne sağladılarsa onunla yetinip hareketin birleşik bir kuvvet halinde sınıf siyasetiyle ilerlemesi için, amiyane tabirle beyin ve beden gücü harcamayanlar, liraya kuruş eklemek için dahi gerekeni yapmıyorlar demektir ve bu da bütün işçilerin, tüm emekçilerin aleyhine politikaların sürdürülmesini kolaylaştırmaktadır.

Türk, Kürt ve Arap ulusundan olanlar başta olmak üzere tüm milliyetlerden Türkiye işçi ve emekçilerinin yeni kuşaklarına on yıllar içinde Kavel, Kale Kilit, Paşabahçe Cam direnişlerinden 15-16 Haziran büyük işçi eylemine, Tariş’ten TEKEL’e, NETAŞ’tan Zonguldak madenci direnişine, genel eylemlerden Ünaldı’ya çok sayıda grev ve direnişin miras bıraktığı deneyimler var. Ne zamanki sermaye ve koruyucusu olan aygıtın saldırı kuvvetlerine karşı işçi-emekçi birliği, kol ve beyin gücü seferberliği sağlanmış, o zaman burjuva cephesi geriletilebilmiştir. Ne zaman ki burjuva partilerinin seçim dönemleri başta olmak üzere bol keseden savurdukları vaatlerinin büyük çoğunluğuyla aldatı ve yedekleme hedefli olduğu görülerek devrimci bir tutumla hareket edilmişse o zaman talepler için direniş ilerletilebilmiş ve çoğu kez de başarılı olunabilmiştir.

Şimdi yeniden bir seçim ortamında bulunuluyor ve burjuva parti sözcüleriyle belediye yönetimlerine aday olanların “bol keseden vaatleri”ne tanık oluyoruz. Hangisine sorulsa halk için belediyecilik yapacağını; “Aziz millete hizmet etmek” istediğini söyleyecektir. Şurada burada, halk kitleleriyle bağı olan ve “halkın dertleriyle ilgilenen” bazı politikacıların istisnai örnekleri dışta tutularak söylenirse “hizmet için”(!) birbirini tepelemeye koyulan bu burjuva ekabir takımının bugüne dek sergilediği “hizmet”in yağma-rant belediyeciliği ya da daha üstü olduğu oysa apaçıktır. Birbirleriyle rekabetleri kapsamında yaptıkları açıklamalar ve savurdukları vaatler, menfaat ve makam kavgası yürüttüklerini gösteriyor. Aday gösterilme-gösterilmeme gerekçeli kavgalar, istifalar, başka partilere geçmeler birbirini izliyor.

4-5 kez başkanlık koltuğuna oturmuş olanlar bir kez daha gösterilmediler diye istifa edip partilerine karşı cephe açıyor. Hatay’da olduğu gibi, kitle protestosuna rağmen başkanlık koltuğuna oturmanın getirilerinden kopmak istememe inadı tutanlar az değil. İçlerinde kimi büyük sermaye sahiplerinin de olduğu AKP-CHP ve öteki sermaye partileri adayları, halka hizmet lafazanlığıyla birbirini boğazlayacak denli kararlılık gösterisindeler. Milletvekilliği gibi belediye yönetimleri de ikbal makamı ve kapısı olarak görülüyor. Erdoğan, depremin yol açtığı yıkımın cenderesindeki Hatay halkını, AKP adaylarına oy verilmemesi durumunda merkezi iktidarın yardımından yoksun kalacağını söyleyerek tehdit etti. CHP’nin belediye aday operasyonlarının da halkın talep ve beklentileriyle alakası yok. Bahçeli’nin elinde, talepleri için mücadeleye yönelen işçi ve emekçilerin, gençlerin ve kadınların başına inecek kılıç duruyor! Tanık olduğumuz, rant paylaşımı kavgasında da ifadesini bulan burjuva sınıf siyasetidir.

Karşıtı da sınıfsal güdülerle, sömürülen sınıfın ve ezilen diğer halk kitlelerinin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesine hizmet eden ve fakat onunla yetinmeyerek sömürünün son bulması için proleter ve emekçi kitlelerinin mevzilerini güçlendirecek halk ittifakının geliştirilmesi çabasında ifadesini bulan bir siyaset olmak durumundadır.

QOSHE - Yağmanın siyasetini ret siyaseti! - A. Cihan Soylu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yağmanın siyasetini ret siyaseti!

14 13
15.02.2024

Amasra’da 43 işçinin iş cinayetine kurban verilmesi üzerine açılan yargı davasının görülmekte olduğu 13 Şubat 2024 günü Erzincan’ın İliç ilçesinde, tekelci sermaye iktidarının politikalarının sonuçlarından bir diğeri olan büyük göçük olayında işçiler yüz binlerce ton toprağın altında kaldılar. Erdoğan yine “Bu işin fıtratında var” diyecek mi? Bu satırlar yazıldığı sırada henüz dememişti. Ancak iktidarının politikaları sonucunda yaşanan onlarca felaket sonrasında yaptığı açıklamalar, böylesi olaylara karşı iktidar politikasını öngörülemez olmaktan çıkarıyor. Sonuçta bir kez daha yaşanan, ülke toprakları-kaynaklarının emperyalist ülkelerin tekellerine peşkeş çekilmesiyle bağlı bir olaydır. Vali “Devletin kaza mahallinde olduğunu” açıklamıştır, ölen işçi sayısı belirsizdir, siyanürlü toprak ve artıkların ve sülfürik asidin birçok kentten geçen nehre karışıp canlı yaşamı ölümle yüz yüze getirmesi ise kesin!

Erdoğan iktidarı döneminde binlerce işçi, iş cinayetlerinde ölmüştür ve binlercesi sakat kalmıştır. İktidarın tutumu sadece “fıtrat”ı işaret ederek kadere boyun eğilmesini telkin etmekle kalmamış, Soma’da 300’den fazla işçinin katledilmesine yol açan patlama sonrasında Yusuf Yerkel’in attığı tekmeyle de sopacı karakteri gösterilmiştir. TEKEL’de, SEKA’da, metal direnişleri sırasında ve henüz unutturulamayacak denli yakın bir örnek olan Özak Tekstil direnişinde sermaye, iktidar ve “güvenlik kuvvetleri” işçinin karşısında hizalanmıştır. Grevler ertelenmiş, yasak denilmiş, taleplerinde ısrar gösterenler dipçik ve boğucu gazla teslim alınmaya çalışılmıştır.

Çok sayıda küçük ve orta boy işletmede işçilerin ücret artışı, sendikal örgütlenme ve grev hakkı için başlattığı ve bazısının altı aya yakın süredir devam ettiği işçi eylemlerine karşı iktidar gücünün patronların yanındaki duruşunu henüz anlamlandıramayan kimileri, “Sesimiz yukarıya gitmiyor!” diye yakınırken, yukarısı açlık ve yoksulluk sınırları altındaki ücretlerle yaşam savaşı veren işçileri, kuşku yok ki görüp-duyuyor. Gerekli saydığı yerlere polisini-jandarmasını, özel güvenlik güçlerini sevk etmekte tereddüt etmeyen “yukarısı” (merkezi yönetim), işçiyi, kapitalistleri zenginleştirmek ve sermaye düzenini koruma aygıtını işleten devlet bürokrasisinin besleneceği kaynağı yaratma makinesi olarak görüyor. İşçi de sermaye sahibinin işçiyle birlikte üretim aleti olan makinesi de ürete ürete yıpranacak-eskiyecek ve........

© Evrensel


Get it on Google Play