Gezi bir parkla, müteahhit ve taşeronlukla, nemacılıkla, dincilikle çelişkilerle başladı. Önceki gün “Kentsel Dönüşüm Yasası” liberal düzendeki mülkiyet haklarını bile yok saydı, yeter ki müteahhidin taşeronun işi görülsün. Anayasa Mahkemesi “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” düzenlemesine yani bazı haber yapmalara ve bunların paylaşımlarına ceza verilmesine dair yasal düzenlemeyi Anayasa’ya uygun buldu. Yargıtay 3. Dairesi Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararını tanımadı ve haklarında suç duyurusunda bulundu. MEB ders müfredatlarına dini sokuşturmalar yapma peşinde. Fenomenlerden bazıları hakkında soruşturma var. CHP’de Kılıçdaroğlu gitti İmamoğlu-Özel ekibi galebe çaldı. Tüm bunlar ne alaka, neye, nasıl bir değişim ve dönüşüme işaret ediyor, toplamda nasıl bir rejim tipini gösteriyor?

Her değişme olumlu değil, devrim değil, olgunlaşma ile çürüme, gelişme ile ölme aynı şeyler değil.

Üniversitesi, aydını, gazetecisi, düşüneni, bilimi, sanatı, okulu, doğru düzgün çalışan yargıcı, memuru, askeri, polisi, insanı susturuldu, hatta arada bir iki çıkıntı yapan Peker bile susturuldu, itirafçılar bile susturuldu; meydana çakallar değil kötüler çıkmış, Susurlukçular, müteahhitler, taşeronlar, tarikatlar, uyuşturucu çeteleri, insan kaçakçıları, aracılar, fenomenler, dolandırıcılar meydanlarda cirit atıyor.

Dilan Polat vakası ile, Peker’in biraz itiraf ve deşifre ettikleriyle, Susurluk ile, Çiller ile, FETÖ ile, Ergenekon ile, Sarraf ile, Adnan Oktar ile, Suriye’de Gazze’de, depremlerde yaşananlar ile, MEB’de, YÖK’de, Yargıda, Başkanlıkta, AKP’de, MHP’de, İyi Partide, CHP’de yaşananlar ile, müteahhitlikle, taşeronlukla, tarikatlarla, şeriatçılık ile memleketteki çürüme halleri arasında, tüm bunların aralarında bir bağ var mı?

Şu memlekette yaşananların, her gün yaşadıklarımızın patrimonyalizm (padişahım çok yaşa) ile, tefeci bezirganlık ile, komprador burjuvazi ile, çetelerle ne alakası var, hepsi birlikte nasıl bir rejim tipi oluşturuyor; bunların geçmiş halleri neydi, bugün hangi hallerdeler?

Doğru düzgün olanı da çürümeyi de anlamak istiyorsak basit bir soru sorabiliriz: Türkiye’de maddi başarı, kolay para, zenginlik nasıl kazanılır, resmi bürokraside nasıl yükselinir, başkan, belediye reisi, vali, milletvekili nasıl olunur? Kısaca Türkiye’de maddi zenginlik nasıl kazanılır, resmi bürokrasi ve yargıda bir kişi nasıl yükselir, kısaca nasıl kolay zengin ve kolay iktidar olunur?

Her sabah depremle uyanıyoruz, her gün birkaç sarsıntı ile sarsılıyoruz. Sorun yağmur veya deprem değil, işin doğal yanı değil. Kurduğumuz şehirler, yaptığımız binalar çürük olduğundan yüreğimiz ağzımızda, aman kimse zarar görmesin diye. Yani mesele deprem değil, insanın yaptıkları. Bir toplumun çürümesi veya çökmesinin depremlerle hiç ilgisi yok. Depremlerde ortaya çıkan afet insanın çürüklüğünün afeti.

Çürüme ne mitlerden tanrılardan ne de doğadan topraktan geliyor, aksine inançları da toprağı da daha çok insan çürütüyor.

İnsanlar/ toplumlar veya en azından bir kısmı ne yapıyor da çürümeye yol açıyor?

İlim/bilim sebepleri bilmedir, gizli olan bir şey yok, öyle gözüken sebeplere odaklanmamaktan kaynaklanıyor.

Dört sebep sayarsak malzemede çürüme, formda tarzda yolda yöntemde çürüme, ustalıkta çürüme, ama insan için her şeyden önce niyette/zihniyette çürümedir. Aristoteles’in saydığı dört sebep böyle. Hocası Platon hepsi iyi niyette çürümedir, bunların “fikri bozuk” olursa hepsi bozulur diyor. Onun Hocası Sokrates, bilgiye dayalı sağduyu işlemezse iyi niyet de oluşamaz, önce bilgi cesaret sağduyu gerekli diyor.

Geçen hafta cumhuriyetin 100.yıl dönümüydü, başkanlığa ve MEB’e yükseliş ve çöküşün sebeplerini sormuştum, en azından 2 bin 500 yıllık uygarlık sürecinde neler yaşandığını yakından biliyoruz, 500 yıllık süreçte Osmanlı’nın, Cumhuriyet Dönemi’nin yükseliş ve çöküşünün sebepleri nelerdir, diye sormuştum. 1580’de yeni inşa edilen rasathanenin/ gözlemevinin topa tutulması ile Osmanlı’nın çöküşü arasında, adaletsizliklerle çöküş arasında bir bağ var mı acaba diye sormuştum.

“MEB dincilikte o kadar ileri gitti ki daha ne yapabilir ki?” diye soruyor okullardan umudunu kesmek istemeyen veliler. Benin kanaatim, bilimsellikten uzaklaşmanın dibi olmadığı, kötülük adına daha yapacak on binlerce şeyin olduğudur. Çükü ölçü bilimsellik, felsefe, sanat, sağduyu değilse ortada sağlıklı bir referans yoktur. Sağlıklı referans olmaması ontolojik ve lojik olarak her tür ölçü dışılığı içerir, olası kötülükleri bir nicelik veya nitelikle sınırlandıramayız.

MEB’in SADELEŞTİRME altında bilimi, felsefeyi, sanatı, sağduyuyu daha da yok sayması, dinciliği daha da eklemesi yönünde yeni adımları var maalesef. İnsan 9 yıl boyunca okullarda en az zorunlu 32 saat zaten din dersi var, dahası olmaz diyemiyor maalesef. Sıra ilkokul 1.-2.-3. sınıflarında, sıra biyoloji, fizik, matematik, sosyoloji vb. derslerinde, hepsine İslam düşünürleri işlenecek dersin, hatta ilk bölüm bunlar olacak dersin olup biter.

Peki, elde bilim kişisi var da söz edilmiyor mu, haşa, aksine gerçekten alana katkı sunmuş Farsi, Arap, Müslüman, Süryani, Türk fark etmez, kim alana katkı sunmuşsa zaten işleniyor. Bundan amaç dincilik yapmak, her şeyin dincilik olduğunu telkin etmek, dinciliğe yer açmak, yoksa dert veya kaygı ders bilim felsefe veya sanat değil.

Yargıtay 3. Dairesi Anayasa Mahkemesini Anayasa’yı yok saymakla suçluyor ve suç duyurusunda bulunuyor. Öyle ya, birini suçlarsanız suç duyurusu da zorunlu. Suçlarken ve suç duyurusunda bulunurken suç işliyor.

Referans ne acaba, Anayasa mı, yasalar mı, hukuk mu, pozitif hukuk mu, referansı ne acaba? Yargıtay yargı aktivizmi yapma derken yargı organına ne söylüyor acaba, Anayasa Mahkemesine ve Meclise hiza verirken kendisi yasalara hukuka uyuyor mu acaba?

Yargıtay 3. Dairesi, bir mahkeme dairesinin MHP veya bir partiyle anılması ne anlama geliyor?

Yargıda çürümenin bütün hallerini tek bir vakada bile fazlasıyla yaşamış olduk sanki.

Aristoteles (MÖ 388-MÖ 322), 2 bin 400 yıl önce çeşitli politik sistemleri sınıflarken her türü için bir saf bir de bozuk halini tanımlıyordu. 300 yıl önce Montesquieu (1689 -1755) Batı despotluklarıyla Osmanlı’yı kıyasladığında Osmanlı’yı kuralsız despotizm olarak tasnif ediyordu. M. Weber “patrimonyalizm” adını veriyordu, “ulu hakanım, padişahım çok yaşa” rejimi.

Her rejimin bir meşruiyet biçimi vardır. Türkiye’de son 70 senedir yaşananlar, bunun bugün aldığı form nedir acaba, meşruiyet şekli nedir? Baştaki soruyu biraz daha açarsak, Türkiye’de maddi başarı, zenginlik nasıl kazanılır, resmi bürokraside nasıl yükselinir, nasıl başkan, parti başkanı, belediye reisi, vali, milletvekili olunur, vakıf veya yönetim kurulu üyesi nasıl olunur? Türkiye’de kolay ve hızlı para nasıl kazanılır, nasıl kolay ve hızlı iktidar olunur?

Kırılma noktası Irak işgali ile başlayan bir süreç mi, ta 1945’lere giden, DP ile 1950’lerde gecekondulaşma görünümü altında ilk yansımasını bulan “MÜTAŞERİKLEŞME” 2002’de AKP dönemiyle

Demokrasiyi seçilmişlere, Eğitimi MEB’e,Üniversiteyi YÖK’e,Hukuku mahkemelere,Öğretmeni öğretmene,Orduyu orduya,Polisi polise,Yargıyı yargıya,Kardeşi kardeşe,Halkı halka kırdırma,Ülkeyi ülkeye kırdırma dönemime girildi.

Anayasa mahkemesi, Yargıtay, başkanlık ve Meclis arasında yaşananlar, yargıda, MEB’de, YÖK’te yaşananlar kırımın ve çürümenin ne hale geldiğini gösteriyor.

Bu çürümüşlüğün sebepleri, oluşturduğu rejim tipi nedir diye sorulursa, bunların müsebbipleri kimler diye sorulursa, +benim gördüğüm “ulu hakan ulu padişahım çok yaşa” patrimonyal iktidar bloku ve yalakalık rejimi, “vatan millet Mustafa Kemal Paşa çok yaşa” patrinasyonal rejimi, bunların giderek bozuk halleri “Osmanlıcılık” ve “bürokratik askeri otoriteryenizm” rejimi günümüzde en çürümüş hallerinden birini aldı: MÜTAŞERİK otoriteryenizm (müteahhit, taşeron, tarikat, şeriatçı şerikliği. Buna fenomenler de eklenmeye başlandı. Gelinen hal MÜTAŞERİK FENOMENALİZM haline vardı.

Çaresi bilimden, felsefeden, sanattan, haktan hukuktan, özgürlüklerden, üretkenlikten, demokratik çoğulculuktan geçiyor.

QOSHE - Çürüme rejimi mütaşerik fenomenalizm: Yargının hukuka, MEB'in eğitime, YÖK'ün bilime, başkanın halka saygısı var mı? - Adnan Gümüş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Çürüme rejimi mütaşerik fenomenalizm: Yargının hukuka, MEB'in eğitime, YÖK'ün bilime, başkanın halka saygısı var mı?

18 20
10.11.2023

Gezi bir parkla, müteahhit ve taşeronlukla, nemacılıkla, dincilikle çelişkilerle başladı. Önceki gün “Kentsel Dönüşüm Yasası” liberal düzendeki mülkiyet haklarını bile yok saydı, yeter ki müteahhidin taşeronun işi görülsün. Anayasa Mahkemesi “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” düzenlemesine yani bazı haber yapmalara ve bunların paylaşımlarına ceza verilmesine dair yasal düzenlemeyi Anayasa’ya uygun buldu. Yargıtay 3. Dairesi Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararını tanımadı ve haklarında suç duyurusunda bulundu. MEB ders müfredatlarına dini sokuşturmalar yapma peşinde. Fenomenlerden bazıları hakkında soruşturma var. CHP’de Kılıçdaroğlu gitti İmamoğlu-Özel ekibi galebe çaldı. Tüm bunlar ne alaka, neye, nasıl bir değişim ve dönüşüme işaret ediyor, toplamda nasıl bir rejim tipini gösteriyor?

Her değişme olumlu değil, devrim değil, olgunlaşma ile çürüme, gelişme ile ölme aynı şeyler değil.

Üniversitesi, aydını, gazetecisi, düşüneni, bilimi, sanatı, okulu, doğru düzgün çalışan yargıcı, memuru, askeri, polisi, insanı susturuldu, hatta arada bir iki çıkıntı yapan Peker bile susturuldu, itirafçılar bile susturuldu; meydana çakallar değil kötüler çıkmış, Susurlukçular, müteahhitler, taşeronlar, tarikatlar, uyuşturucu çeteleri, insan kaçakçıları, aracılar, fenomenler, dolandırıcılar meydanlarda cirit atıyor.

Dilan Polat vakası ile, Peker’in biraz itiraf ve deşifre ettikleriyle, Susurluk ile, Çiller ile, FETÖ ile, Ergenekon ile, Sarraf ile, Adnan Oktar ile, Suriye’de Gazze’de, depremlerde yaşananlar ile, MEB’de, YÖK’de, Yargıda, Başkanlıkta, AKP’de, MHP’de, İyi Partide, CHP’de yaşananlar ile, müteahhitlikle, taşeronlukla, tarikatlarla, şeriatçılık ile memleketteki çürüme halleri arasında, tüm bunların aralarında bir bağ var mı?

Şu memlekette yaşananların, her gün yaşadıklarımızın patrimonyalizm (padişahım çok yaşa) ile, tefeci bezirganlık ile, komprador burjuvazi ile, çetelerle ne alakası var, hepsi birlikte nasıl bir rejim tipi oluşturuyor; bunların geçmiş halleri neydi, bugün hangi hallerdeler?

Doğru düzgün olanı da çürümeyi de anlamak istiyorsak basit bir soru sorabiliriz: Türkiye’de maddi başarı, kolay para, zenginlik nasıl kazanılır, resmi bürokraside nasıl yükselinir, başkan, belediye reisi, vali, milletvekili nasıl olunur? Kısaca Türkiye’de maddi zenginlik nasıl kazanılır, resmi bürokrasi ve yargıda bir kişi nasıl yükselir, kısaca nasıl kolay zengin ve kolay iktidar olunur?

Her sabah depremle uyanıyoruz, her gün birkaç sarsıntı ile sarsılıyoruz. Sorun yağmur veya deprem değil, işin doğal yanı değil. Kurduğumuz şehirler, yaptığımız binalar çürük olduğundan yüreğimiz ağzımızda, aman kimse zarar görmesin diye. Yani mesele deprem değil,........

© Evrensel


Get it on Google Play