Dış politikanın iç politikanın devamı ve uzantısı olduğu genel olarak kabul görür. Bu gerçek sadece içeride sınıf ayrımları ve bu ayrımda sömürücü sınıfın egemenliğinden kaynaklanan sömürücü, yayılmacı, ihtiyaca göre savaş kışkırtıcı vb. dış politikalarla sınırlı değildir. Bu politika aynı zamanda dış gelişmeleri belirli dönemlerde uygulanmak istenen daha sınırlı ve döneme özgü iç politika manevralarında kullanmayı da içerir. Bunun son örneklerini İsrail’in Filistin’e saldırısını, içeride uyguladığı politik İslam’a yol veren, yerel seçimler öncesinde dinci-laikçi bölünmesini derinleştirme ve sertleştirme amacını güden tek adam rejiminin uygulamalarında da görüyoruz.

İktidarın tepesindekilerin merkezinde olduğu “Milli İrade Platformu” denen çıkar grubu, yılbaşının sabahında “Şehitlere rahmet, Filistin’e destek ve İsrail’e lanet” mitingi düzenledi. Mitingin görünen amacı böyle ilan edilmişti ama hem seçilen tarih hem katılımcıların attıkları sloganlar, taşıdıkları dövizler hem de provokasyonu arayan tavırları gerçekte amacın bütünüyle farklı olduğunu ortaya koyuyordu. Etki altındaki ve etki altına alınmak istenen kitlelere verilmek istenen mesaj açıktı: “Filistin’de çocuklar, kadınlar ve masum Müslümanların katledilmesine karşı mücadele ediyoruz, buna karşın kendilerine laik diyenler tüm bu acılara karşı duyarsızlar ve eğlencelerle yılbaşı kutlamayı tercih ediyorlar.”

Zaten mitingin genelde yapıldığı gibi cuma günü ve namaz çıkışı organize edilmemesinin, hemen yılbaşı ertesi pazartesi sabahı organize edilmesinin amacı da bu kanıyı pekiştirmekti. Burada mitinge katılanlarla aynı siyasi görüşe sahip patronların İsrail’e ihracatta rekor kırmaları, iktidarın, İsrail’in katliamcı ordusunun enerji vanalarını kapatmaması vb. gibi gerçeklerin, İsrail ve ABD yardakçılığı yapılmasının kitlelerce bilinip, bilinmemesinin iktidar için bir önemi bulunmamaktadır. Önemli olan eldeki basın ve yayınla kitlelere yalana ve ikiyüzlülüğe dayanan propagandanın şırınga edilmesi, bu yolla dinci-laikçi bölünmesinin kışkırtılması, geçici bir süre için de olsa ülkenin yoksulluk, enflasyon, açlık, işsizlik, pahalılık gibi sorunlarının üzerinin örtülmesidir.

Galatasaray ve Fenerbahçe kulüplerine dayatılarak Suudi Arabistan’da oynatılmak istenen Süper Kupa finalinin, kulüplerin cumhuriyet kutlamalarında tutumlarını belli etmiş olan seyircilerinin baskısının etkisiyle mevcut koşullarda oynayamayacaklarını ilan etmesiyle yapılamaması, iktidarın baltayı taşa vurduğunun açık kanıtı olmuştu. Rövanş yeşil sahalarda değil, miting alanlarında alınmalıydı. Erdoğan bir günlük sessizliğin ardından “Burada Türkiye ve Türkiye’nin çıkarlarına yönelik sinsi bir operasyon, çok açık bir sabotaj girişimi vardır” derken, sorunu muhalefetin üzerine yıkarak aynı zamanda ülkenin yarısını yine düşman ilan ediyordu. Bu iki kulübün hesabı ise sessizce ve sinsice görülmek istenecektir. Ama umulur ki bu kulüpler karşılıklı olarak düşmanlaştırma oyununa gelmesinler.

Bütün bu gelişmeler ve bunlara eklenebilecek daha pek çok olayın kanıtladığı temel bir gerçek var: İktidar ülkeyi dincileştirme, daha fazla gericileştirme, faşist bir yönetim kurma yönündeki sistematik çabalarını yerel seçim sürecinde daha da hızlandıracaktır. İktidar dinci-laikçi bölünmesini kışkırtma ve buradan kazanç sağlama konusunda uzmandır ve elinde bunun için ihtiyaç duyduğu araçlarda fazlasıyla mevcuttur. Bazı çevrelerin “seküler milliyetçilik” dediği, gıdasını mülteci, göçmen düşmanlığından, bunlara son dönemlerde eklenen, Arap sermayesi ve gericiliği ile Arap halkını ayırmayan, kör bir Arap karşıtlığından alan bir milliyetçilik türü de iktidarın hesaplarını kolaylaştıran bir rol oynamaktadır. Ümmetçilik ve bu türden milliyetçilik karşılıklı olarak birbirini beslemektedir.

Burada kısaca ele alınan her bir sorun, çözümü olmayan, bir dizi düzensizliği ve karmaşayı içinde barındıran, sonuçta iktidara yarayan bir süreç gibi görünmektedir. Oysa bütün bu karmaşanın içinde yalın bir gerçek boylu boyunca uzanmaktadır. Bu gerçek iktidarın her durumda iş birlikçi büyük sermayenin çıkarlarını kararlılıkla sonuna kadar savunması, onun çıkarları için devlet organlarını, aygıtlarını, kurumlarını, dini ve tarikatları devreye sokması, her ulustan, mezhepten ve dinden işçi ve emekçi yığınlarını yoğun bir sömürü altında tutması, onların en temel demokratik hak ve özgürlüklerini ayaklar altına almasıdır. Türk, Kürt, Arap, göçmen ve sığınmacı, her ulustan, dinden ve mezhepten işçi ve emekçi halkın birliği ve mücadelesi tek gerçek çıkış ve kurtuluş yolu olarak orta yerde durmaktadır. İktidarın tüm gerici hesaplarını püskürtecek olan işçi ve emekçi halkın birlikte mücadelesi olacaktır. Tüm çabaların bu mücadelenin örülmesi için harcanması gereken kritik bir dönemden geçiyoruz.

QOSHE - Dış ve iç politika - Ahmet Yaşaroğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Dış ve iç politika

9 10
05.01.2024

Dış politikanın iç politikanın devamı ve uzantısı olduğu genel olarak kabul görür. Bu gerçek sadece içeride sınıf ayrımları ve bu ayrımda sömürücü sınıfın egemenliğinden kaynaklanan sömürücü, yayılmacı, ihtiyaca göre savaş kışkırtıcı vb. dış politikalarla sınırlı değildir. Bu politika aynı zamanda dış gelişmeleri belirli dönemlerde uygulanmak istenen daha sınırlı ve döneme özgü iç politika manevralarında kullanmayı da içerir. Bunun son örneklerini İsrail’in Filistin’e saldırısını, içeride uyguladığı politik İslam’a yol veren, yerel seçimler öncesinde dinci-laikçi bölünmesini derinleştirme ve sertleştirme amacını güden tek adam rejiminin uygulamalarında da görüyoruz.

İktidarın tepesindekilerin merkezinde olduğu “Milli İrade Platformu” denen çıkar grubu, yılbaşının sabahında “Şehitlere rahmet, Filistin’e destek ve İsrail’e lanet” mitingi düzenledi. Mitingin görünen amacı böyle ilan edilmişti ama hem seçilen tarih hem katılımcıların attıkları sloganlar, taşıdıkları dövizler hem de provokasyonu arayan tavırları gerçekte amacın bütünüyle farklı olduğunu ortaya koyuyordu. Etki altındaki ve etki altına alınmak istenen kitlelere verilmek istenen mesaj açıktı: “Filistin’de çocuklar, kadınlar ve masum Müslümanların katledilmesine karşı mücadele ediyoruz, buna karşın kendilerine laik diyenler tüm bu acılara karşı duyarsızlar ve eğlencelerle yılbaşı kutlamayı tercih ediyorlar.”

Zaten mitingin genelde yapıldığı gibi cuma günü ve namaz çıkışı organize edilmemesinin, hemen yılbaşı ertesi pazartesi sabahı organize edilmesinin amacı da bu kanıyı pekiştirmekti.........

© Evrensel


Get it on Google Play