Politik tartışma ve gelişmeler, halkın büyük bölümü tam olarak fark etmese de, olaylara seyirci kalsa da tüm halkın yaşamını doğrudan etkileyen sonuçlar üretiyor. Yani yaygın bir deyişle ‘Siz politika ile ilgilenmeseniz de, politika sizinle ilgileniyor.’ Bu bazen yaşamınızı etkileyen doğrudan politik kararlar, bazen ekonomik kararlar, bazen de sosyal yaşamınızı ilgilendiren kararlar olabiliyor. Örneğin evinizde otururken, ya da çalışırken vergisini ödediğinizin taşıtınıza ikinci defa vergi ödemek zorunda olduğunuzu, dün aldığınız bir tüketim maddesini yarın zamlı fiyattan alacağınızı, babadan atadan kalan eviniz üzerinde haklarınızı yitirebileceğinizi, asgari ücretinizin açlık sınırının altında belirlendiğini vb. öğreniveriyorsunuz. Bütün bu kararlar ülkeyi yönetmesi için oy verdiğiniz, ya da vermediğiniz politik iktidar tarafından alınıyor.

Ülke son birkaç gündür ise 50+1’i tartışıyor. Seçimler daha kısa denilebilecek bir süre önce yapılmışken bu tartışmanın açılmış olması şaşırtıcı bulunuyor. Ama benzer biçimde bir anayasa tartışmasının açılmış olduğunu da hatırlatmak gerekiyor. Üstelik aynı süreçte AYM tartışılır hale geliyor ve Yargıtay 3. Dairesinin suç duyurusunu soruşturacak bir savcı atanmış bulunuyor. Bütün bu tartışmaların çıkış noktası ve gelip düğümlendiği yer ise Erdoğan’ın iki dudağının arası. Halkın günlük yaşamının dışında cereyan eden olaylar gibi gözüken bu gelişmeler gerçekten de halkın yaşamının dışında mı, onun yaşamını doğrudan etkileyecek sonuçlar üretmiyor mu?

Bu sorunun yanıtını işçi ve emekçi halk her gün, her saat kendi yaşamında alıyor. Grev yapmak isteyen işçinin grevi yasaklanıyor, hak arayanın karşısına güvenlik güçleri dikiliyor, sendikalaşmak isteyen işçinin önce karşısındaki resmi engelleri aşması gerekiyor, ağacına, suyuna, toprağına sahip çıkmak isteyen halkın jandarma ve polisle göğüs göğüse mücadele etmesi gerekiyor vb.. Peki ama bütün bunların bir önceki paragrafta işaret edilenlerle ilişkisi ne? Devlete egemen olan tek adam iktidarı diyor ki; “Benim bugün halka karşı kullandığım güç, bu gücü kullanmak için dayandığım yasalar eksik ve yetersiz. Bana devlet gücünü daha yoğun ve engelsiz kullanacağım, gerektiğinde keyfince davranacağım, bunu da yasa olarak kabul ettirebileceğim bir yönetim biçimi gerekiyor.” Anayasa tartışmaları, AYM tartışmaları, 50+1 tartışmaları vb. böyle bir rejimi inşa etmek için piyasaya sunuluyor ve tartıştırılıyor.

Halkın en bilinçli ve örgütlü kesimleri bu gelişmelerin farkında ve bunlara karşı mücadele ediyor, mücadelesinin etkisini ve yaygınlığını artırmak için de çeşitli yol ve yöntemlere başvuruyor. Son dönemlerde hak aramak için gündeme gelen Ankara yürüyüşleri de bu yöntemlerden birisi. Ama bu yürüyüşler bu haliyle gerçekten etkili oluyorlar mı, kendilerinden beklenen etkiyi yaratabiliyorlar mı? Bu soruya olumlu bir yanıt vermek oldukça zor. Hele de bu yola işçileri örgütlemek ve mücadeleye seferber etme görevi olan sendika yöneticileri başvuruyorsa o zaman ortada ciddi bir sorun var demektir. Çünkü sorun ardında on binlerce, yüz binlerce işçiyi bırakıp, onlar adına yola düşmek, hak aramak sorunu olarak daraltıldığında varılabilecek hiçbir yer yoktur. Siz Ankara’ya varırsınız ama Ankara her yerdedir, her zaman karşınızdadır! Yani vali olarak, kaymakam olarak, polis olarak, jandarma olarak, patron ve onun adamları olarak her zaman tam karşınızdadır.

Eğer ülkenin politik gidişatına müdahale edilmek isteniyorsa, bunun en etkili yolu geniş işçi ve emekçi kitleleri harekete geçirmek için çaba göstermek, onların bilincini, örgütlülüğünü ilerletmeye çalışmak olmalıdır. Yani kitlelerle öncüler arasındaki mesafeyi açarak değil, daraltarak, iç içe girerek, birlikte ilerlemenin yol ve yöntemlerini bularak mücadeleyi geliştirmek gerekiyor. Buradan tekrar başa dönecek olursak: Politika tepede, kulislerde, parti pazarlıklarında, sadece Mecliste yapılacak bir etkinlik değildir. Evet egemen politika böyledir ve bu yöntemlerle yapılıyor. Ama işçi ve emekçi kitleler politikayı kendi yaşamlarının ve mücadelelerinin bir aracı haline getirebilirler. Bunun yolu tabandaki mücadeleyi örgütlemekten, egemen güçlerin karşısına dikilmekten geçiyor. Kısacası politika futbola hiç benzemiyor. Tribünler sahaya inmeden sonuç almak hayal oluyor.

QOSHE - Politikaya müdahale: Ama nasıl? - Ahmet Yaşaroğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Politikaya müdahale: Ama nasıl?

8 11
24.11.2023

Politik tartışma ve gelişmeler, halkın büyük bölümü tam olarak fark etmese de, olaylara seyirci kalsa da tüm halkın yaşamını doğrudan etkileyen sonuçlar üretiyor. Yani yaygın bir deyişle ‘Siz politika ile ilgilenmeseniz de, politika sizinle ilgileniyor.’ Bu bazen yaşamınızı etkileyen doğrudan politik kararlar, bazen ekonomik kararlar, bazen de sosyal yaşamınızı ilgilendiren kararlar olabiliyor. Örneğin evinizde otururken, ya da çalışırken vergisini ödediğinizin taşıtınıza ikinci defa vergi ödemek zorunda olduğunuzu, dün aldığınız bir tüketim maddesini yarın zamlı fiyattan alacağınızı, babadan atadan kalan eviniz üzerinde haklarınızı yitirebileceğinizi, asgari ücretinizin açlık sınırının altında belirlendiğini vb. öğreniveriyorsunuz. Bütün bu kararlar ülkeyi yönetmesi için oy verdiğiniz, ya da vermediğiniz politik iktidar tarafından alınıyor.

Ülke son birkaç gündür ise 50 1’i tartışıyor. Seçimler daha kısa denilebilecek bir süre önce yapılmışken bu tartışmanın açılmış olması şaşırtıcı bulunuyor. Ama benzer biçimde bir anayasa tartışmasının açılmış olduğunu da hatırlatmak gerekiyor. Üstelik aynı süreçte AYM tartışılır hale geliyor ve Yargıtay 3. Dairesinin suç duyurusunu soruşturacak bir savcı atanmış bulunuyor. Bütün bu tartışmaların çıkış noktası ve gelip düğümlendiği yer ise Erdoğan’ın iki dudağının arası. Halkın günlük yaşamının dışında cereyan eden olaylar gibi........

© Evrensel


Get it on Google Play