14-28 Mayıs seçimlerinin üzerinden henüz bir yıl bile geçmeden ülkenin siyasi haritası önemli ölçüde değişti. Kırmızılar arttı. Turuncular azaldı. Morlar yerini korudu, kayyumları kovdu.

Peki, bu bir yıl içinde ne oldu da tablo değişti? Ne değişti de bu sefer muhalefet kazandı?

Görünen köy kılavuz istemez. Neyin değiştiği ortada.

Evet, 14-28 Mayıs seçimlerine de yüksek enflasyon ortamında gidilmişti. Ancak… Asgari ücret yükselmiş, emekli maaşları hemen seçim öncesinde 7500 TL’ye çıkarılmıştı. “Seçim kaybetsek de yokum" diyen Erdoğan, EYT mücadelesi karşısında “dik duramamış, eğilmiş”, tükürdüğünü yalamıştı. Taşra acı reçeteyi henüz yeterince tatmamıştı.

Son bir yılda ise olan oldu. Ekonominin gerçekleri kendini dayattı. Döviz girişine bağımlı, düzenli cari açık veren, ucuz işgücüyle ihracata dayalı bir ekonomide -köklü bir dönüşüm öngörülmediği sürece- “yerli-milli”, “aşırı milli” ya da “en milli” “ekonomi modeli”nin sürdürülme şansı yoktu. Sürdürülemedi. Benzetmek gibi olsun, eski Başkan Demirel’in dediği gibi 70 sente muhtaç kalarak IMF’siz IMF programına geçildi. Mehmet Şimşek ülke ayırt etmeksizin “sıcak para” dilendi. Et, süt, yağ kuyrukları geceden dizildi. Enflasyonun yanına yükselen işsizlik eklendi. Yandaş medyanın da belirttiği gibi emeklilerin -ve emekçilerin- tepkileri sandığa yansıdı.

Siyasal tablo değişti. AKP ilk kez birinci parti olamadı.

Peki, bu AKP’de bir çözülüş anlamına geliyor mu?

Yoksa, bir süre sonra tekrar toparlayabileceği kısmi bir yenilgi mi?

AKP’nin bir çözülüş yaşadığı açık.

Farklılaşan iktisadi ve siyasi motivasyonlarla inşa ettiği, Erdoğan’ın “karizmatik” önderliği ile sürekli harçladığı siyasal hegemonya bir daha toparlanması zor biçimde sarsıldı. Hegemonya elbette hiçbir zaman mutlak değildi, toplumun yarısını ancak kapsayabilmişti. Lazım olduğunda demokrasici, açılımcı, liberal demokrattı; gerektiğinde milliyetçi, muhafazakar, dinci, otoriterdi.

Siyasal İslamcılığın iktidarda kalmasında din, muhafazakarlık, “Türklük sözleşmesi” gibi “kısmen doğru” analizler öne çıkmışsa da bütün bunların üzerinde yükseldiği sosyo-ekonomik zemin bir süredir değişiyor. Bu nedenle çözülüş istisnai değil bir güzergah niteliğinde. AKP’nin siyasal söylemindeki çelişkilerin dikkat çekişi esasen bununla ilgili. İsrail’in Filistin’e önceki saldırılarında da ticaret hiç kesilmedi ve hep vurgulandı. AKP’ye güç veren sosyo-ekonomik zeminin çözülmesi ile, ancak bu sefer, “İsrail’le ticaret” bir kopuş dinamiği haline geldi.

Değişen zemin şu: 2001 krizi sonrasında, kemer sıkma ve özelleştirme programlarına rağmen, AKP oldukça elverişli uluslararası koşullarda iktidarda kaldı. Gelişmekte olan diğer ülkelerin yanı sıra Türkiye’ye ucuz ve bol döviz akışı gerçekleşti. Bu da düşük faiz ve enflasyonu mümkün, cari açığı sürdürülebilir kıldı. İthal ürünler görece ucuzdu. Konut ve tüketici kredilerine erişim kolaylaşmıştı. Sosyal yardım mekanizması işleyebiliyordu.

İşin ilginci, AKP iktidarlarında reel ücretler düşmüş, güvencesizlik artmış, kamu hizmetleri piyasaya açılmış, emekçiler borç batağına sürüklenmiş, sendikal örgütlenmeler dağıtılmış; kısacası işçi sınıfı ve emekçilere yönelik en büyük saldırı dalgası hayata geçirilmişti. Ancak bu yılların özgünlüğü tüm bu saldırıların bir tür tampon mekanizmasıyla (kolay borçlanma, düşük faiz, sosyal yardım) birlikte gerçekleştirilmesiydi.

Bu tamponlar 2013 sonrasında adım adım ortadan kalktı ya da zayıfladı. ABD Merkez Bankası FED’in politika değişimiyle ucuz ve bol döviz devri son buldu. 2021-23 girişimi ellerinde, enflasyon halkta patladı. Kemer sıkma programına dönüldü. Bunun sonuçları vardı ve 31 Mart seçimlerinde görüldü. İşte, AKP’nin çok boyutlu ama hep gedikli siyasal hegemonyasını ayakta tutan bu sosyo-ekonomik zemin, bugün ayakların altından kayıp gitmekte. Dolayısıyla süresi, biçimi, geri dönüşleri bilinemez ama çözülüşü baki.

2001 krizinin ardından koalisyon ortağı ANAP, DSP ve MHP baraj altında kalmış, halk ilk ikisini siyaset sahnesinden silmişti.

AKP bu partilerden epeyce farklı.

Bugün, bunca enflasyon ve yoksullaşma ile ANAP türü bir partinin iktidarda kalma, hele %35 civarında oy alma şansı yoktu. AKP’nin özgünlüğü, siyasal bir parti olmanın yanı sıra “kitlesi”ni kuşatan, günlük hayatına giren, sistemin gediklerini bu ilişki ağı ile tıkayan ve 11 milyon üyeye sahip olan bir tür “sosyal parti” olmasıdır. Mafya ve organize suç bağlantısı cabasıdır. Yerel örgütlerinin yanı sıra cemaat ve tarikatlar vasıtasıyla sohbetler, mukabele buluşmaları, iftarlar, dini kermesler, kampanyalar ve çeşitli aktivitelerle sosyal hayattadır. Ayrımcı sosyal yardım, iş olanağı, torpil, kayırma ve ihale paylaşımıyla en üstte yoğunlaşan, altlarda sadece umut olarak beliren bir tür rant paylaşımı da söz konusudur. Bunlar “çözülmeme” dinamikleridir. Ancak, tam da bu dinamiklerin, yani rantın, sosyal yardımın, iş dağıtımının sınırları yeni sosyo-ekonomik zeminle birlikte daralmaktadır. Belediyelerin de kaybıyla para kaynakları daralan cemaat ve tarikatların düşeceği “manevi” boşluğun kendisi, AKP’nin bütünlüğünü de bozmaktadır.

AKP’nin inşa ettiği siyasal hegemonya çok boyutlu. İdeolojik, iktisadi, siyasi, kültürel boyutları var. Ancak bu inşanın tek müteahhidi AKP değil. Dışındakileri kendine eklemlerken hegemonya da yenilendi. Duruma göre “demokrat”, duruma göre sert milliyetçi oldu. Halk içinden ayıklayarak yarattığı kendi “millet” ve ümmetini sürekli yeniden inşa etti, etmeye çalıştı. Ancak, onun siyasal hegemonyasının ekonomik boyutu kendinden menkul değildi ve çoğu zaman tüm burjuva muhalefetin ortak ufku oldu. Bunu doğrulamak için iki hatırlatma yeterli: İlki, meclis muhalefetinin durmaksızın AKP’nin ilk dönem ekonomi politikalarını övüp anması, “hakkını vermesi”. İkincisi, Şimşek’le uygulanan kemer sıkma çizgisinin tüm muhalefetçe alkışlanması ya da sessizlikle onaylanması.

“Nas” arası bir yana AKP’nin ekonomik çizgisi, elbette kendi sermayesini de destekleyecek (ve hatta kendisini de sermayeleştirecek) biçimde, Türkiye büyük sermayesinin çizgisidir. Farklılıklar varsa da zamanla aşılır. Bu çizgide, siyasi ve seçim gündemli zigzaglar olmuştur, olacaktır da. Ancak ucuz işçiliğe dayalı, orta ve düşük teknoloji tabanlı, cari açık sorunlu Türkiye ekonomisinin çizdiği sınırlar ve neoliberal ufuk bütün burjuva partilerin aklını ya da politik pratiğini şekillendirmektedir.

Bunlar 31 Mart sonrası yeni siyasi tablo ile yakından alakalı. Şimşek’ten ana muhalefete kadar herkesi kapsayan, Özgür Demirtaş’ın deyimiyle “bilimsel”, gerçekte neoliberal iktisadi hegemonya ne emekçilere ne de emeklilere bir çıkış sunmaktadır.

Değişen siyasi tablonun değişmeyen boyutu yoksulluk, sömürü ve işsizliktir.

AKP’nin çözülmesi, halkın karşı karşıya kaldığı sorunların çözülmesi anlamına gelmiyor.

Bununla birlikte siyasi tablonun alt üst oluşu, mevcut hegemonyanın sarsılıp “topal ördek” formuna bürünmesi önemli bir zemin sunmaktadır. Gençlerin %80’i AKP’ye oy vermiyor. İçeriği fulü olsa da özgürlük istiyor. Bu henüz bir demokrasi dinamiği değil, ama olanağı. Artık, 1990’ların köylü yoğunluklu, kentleşmenin sınırlı olduğu bir ülkede değiliz. “Eski Türkiye” yok. Gençlerin mürşidin emriyle oturup kalkacağı bir sosyal düzen mümkün değil, bunu en iyi özgürlük mücadelesindeki genç kadınlardan öğreniyoruz. Yeniden Refah gibi siyasal İslamcı bir partinin yükseliş zemini sanıldığı ve iddia edildiği kadar güçlü değil. İşçileşme, güvencesizleşme, kent yoksulluğu ve sömürünün egemen olduğu, özgürlük ideasının yeniden sahneye yeniden çıktığı bu yeni koşullarda, emek temelli, demokrat, halkçı ve planlı bir ekonomik programı popülerleştiren etkili bir siyasal odak, değişmeyenlerin değişmesi için daha güçlü bir umut olacaktır.

QOSHE - 31 Mart seçimleri: Çözülme mi, kısmi yenilgi mi, zafer mi? - Arif Koşar
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

31 Mart seçimleri: Çözülme mi, kısmi yenilgi mi, zafer mi?

8 1
01.04.2024

14-28 Mayıs seçimlerinin üzerinden henüz bir yıl bile geçmeden ülkenin siyasi haritası önemli ölçüde değişti. Kırmızılar arttı. Turuncular azaldı. Morlar yerini korudu, kayyumları kovdu.

Peki, bu bir yıl içinde ne oldu da tablo değişti? Ne değişti de bu sefer muhalefet kazandı?

Görünen köy kılavuz istemez. Neyin değiştiği ortada.

Evet, 14-28 Mayıs seçimlerine de yüksek enflasyon ortamında gidilmişti. Ancak… Asgari ücret yükselmiş, emekli maaşları hemen seçim öncesinde 7500 TL’ye çıkarılmıştı. “Seçim kaybetsek de yokum" diyen Erdoğan, EYT mücadelesi karşısında “dik duramamış, eğilmiş”, tükürdüğünü yalamıştı. Taşra acı reçeteyi henüz yeterince tatmamıştı.

Son bir yılda ise olan oldu. Ekonominin gerçekleri kendini dayattı. Döviz girişine bağımlı, düzenli cari açık veren, ucuz işgücüyle ihracata dayalı bir ekonomide -köklü bir dönüşüm öngörülmediği sürece- “yerli-milli”, “aşırı milli” ya da “en milli” “ekonomi modeli”nin sürdürülme şansı yoktu. Sürdürülemedi. Benzetmek gibi olsun, eski Başkan Demirel’in dediği gibi 70 sente muhtaç kalarak IMF’siz IMF programına geçildi. Mehmet Şimşek ülke ayırt etmeksizin “sıcak para” dilendi. Et, süt, yağ kuyrukları geceden dizildi. Enflasyonun yanına yükselen işsizlik eklendi. Yandaş medyanın da belirttiği gibi emeklilerin -ve emekçilerin- tepkileri sandığa yansıdı.

Siyasal tablo değişti. AKP ilk kez birinci parti olamadı.

Peki, bu AKP’de bir çözülüş anlamına geliyor mu?

Yoksa, bir süre sonra tekrar toparlayabileceği kısmi bir yenilgi mi?

AKP’nin bir çözülüş yaşadığı açık.

Farklılaşan iktisadi ve siyasi motivasyonlarla inşa ettiği, Erdoğan’ın “karizmatik” önderliği ile sürekli harçladığı siyasal hegemonya bir daha toparlanması zor biçimde sarsıldı. Hegemonya elbette hiçbir zaman mutlak değildi, toplumun yarısını ancak kapsayabilmişti. Lazım olduğunda demokrasici, açılımcı, liberal demokrattı; gerektiğinde milliyetçi, muhafazakar, dinci, otoriterdi.

Siyasal İslamcılığın iktidarda kalmasında din, muhafazakarlık, “Türklük sözleşmesi” gibi “kısmen doğru” analizler öne çıkmışsa da bütün bunların üzerinde yükseldiği sosyo-ekonomik zemin bir süredir değişiyor. Bu nedenle çözülüş istisnai değil bir güzergah niteliğinde. AKP’nin siyasal söylemindeki çelişkilerin dikkat çekişi esasen bununla ilgili. İsrail’in Filistin’e önceki saldırılarında da ticaret hiç kesilmedi ve hep vurgulandı. AKP’ye güç veren sosyo-ekonomik zeminin çözülmesi ile, ancak bu sefer, “İsrail’le ticaret” bir kopuş dinamiği haline geldi.

Değişen zemin şu: 2001 krizi........

© Evrensel


Get it on Google Play