Yazı günüm değişti.

Biraz buruldum başta, pazar sabah kahvaltılarına konuk olmak gibi bir hisse tutunmuştum bu köşeye başlarken.

Hani tüm ailenin bir arada olduğu, özenilmiş, uzun kahvaltılarda, ekmek sepetinin yanında masada yer alan gazetede bir köşede durmak... Çocukluk hayalimdi.

Sonra dedim ki ne öyle kalabalık sofralar kaldı ne de ağız tadı.

Hayat yazmayı planladığımız konular üzerine dağ deviriyor, yaşamayı hayal ettiklerimizi siyanürleyip geçiyor.

Bir sosyal medya kullanıcısı yazmış, öyle masum bir soru ki özünde: Daha ne olması lazım AKP’nin gitmesi için?

22 senede başımıza gelen ve toplumsal travma olarak kabul edilen olayları maddeler halinde dahi yazmak bir köşeye değil sayfaya hatta gazeteye sığmıyor.

Bizim ahvalimiz artık Amin Maalouf’un “Her şeye üzülen ama hiçbir şey yapmayan insanlar” tanımını bile aşıyor.

Depremin birinci yılında kahroluyoruz, üzerine İliç’te bir iş cinayeti, doğa katliamı ve ardında yatan bağışlar, isimler, rant pazarı...

Kahroluyoruz yine çünkü artık kahır bizim en iyi bildiğimiz şey. Üzüntüden, kederden, öfkeden kahrolmak tavımızda var artık, mayamıza karıştı.

Bizi çiğ etle besler gibi acıyla beslediler, sırasız, süresiz, seri travmaya, acıya boğdular.

Boğdular ki başımızı çıkarıp ne yapılacağına mecal bulamayalım. Kahır, uyuşturur insanı.

Öyle çok yerden, öyle farklı kimliklerden yaraladılar ki iyileşmeye fırsat bulamadık. Sonra da yaralarımızı aldık odağa.

Birbirimize gösterdik, kiminki daha derin diye mukayeseye girdik. Biz yaralıyken başkası iyileşsin istemedik. Daha derin yaralar açıldıkça bir yerlerde, bize dayatılan şükürcülük yaktı lambalarını, hep beterin beteri vardı, var olacaktı. Evren çektiklerimizi görsün ve bizi artık kurtarsın diye umduk. Ecelimizle ölmemize izin vermeyecek topraklarda yaşadığımızı dışarı bağıramadan içten kabullendik ve ölüm erken gelmesin diye iyice tedirgin, temkinli, korkak olduk.

Kader-kısmet dincilerin tesellisi. Bunlar başımıza kendiliğinden gelmedi zaten bir stratejinin parçasıydı, biz mağduru olduk, beklenen sonucu olduk

Çözümü konuşmak, harekete geçmek ne zor şey, oturup ekrandaki afet görüntülerine bakıp kahrolmak varken. Biz bu kederlerin bağımlısı olduk.

Biliyoruz; Artvin’de beteri gelecek bu maden kazasının, aynı yöntemler, aynı şirket, Mersin’de Rusların yönetimindeki nükleer tesis biz bakmayınca yok olmuyor. Liman kurulmuş önüne, radar hakkı verilmiş. Ülkenin karnı yarılmış gibi bir güvenlik açığı, İstanbul depremi konuşmak için bize 4-5 şiddetinde sarsıntılar ya da yeni bir seçim gerekiyor, onda da konuşuyoruz ancak, seneler önce Hatay’ın da arada konuşulduğu gibi.

İkizdere ne oldu, Akbelen ne durumda bilmiyor kimse çünkü başka kahırlar girdi araya.

Salda öldü, yasını tutacak zaman mı kaldı?

Joe Navarro diye bir yazar var; FBI’da Davranışsal Analiz Programı’nda 25 sene harcamış. Şimdilerde araştırma sonuçlarını ve çalışmalarını Harvard gibi üniversitelerde ders olarak anlatıyor ve yazıyor.

Navarro “yara toplayıcı” olarak tanımlamış acıdan beslenenleri.Yara toplayıcı kendini yaralarıyla ifade eder, öyle ki artık yarası olmazsa var oluşunu sorgulayacaktır. Dünya onu anlamalı, teselli etmeli, ona üzülmelidir. Her başarısızlığı, mutsuzluğu hep ötekiler yüzündendir, ona gülmeyen bahttandır. Her kötülük onu bulur. O kurbandır.

Bir toplumda milyonlarca yara toplayıcı yaratmak bir rejimin ne işine yarar peki?

Çünkü kurban kutsaldır, acı bağımlılığıyla toplum baskılanır öte yandan yara toplayıcıların içindeki intikam duygusu manipülasyona açıktır ve denetimi muktedirin elindedir. Yeri geldiğinde yaralı kesimleri intikam duygusu ile birbirine çatıştıracak propaganda araçlarını ele geçirmiştir

Bir araya her gelemeyişimizde, muhakkak bir bagaj yükü oluyor bizi birbirimizden ayıran: “Beni yaraladıklarında, sen benim yaramı önemsememiştin.”

Eğer bu kurban psikolojisinden çıkmazsak; sarmaldaki rolümüz belli. İliç son olmayacak. Bir diğeri yaşandığında yeniden İliç’i anımsayacağız.

İstanbul depremi olduğunda “Göz göre göre geldi felaket” diyeceğiz. Nasıl ki 6 Şubat, 17 Ağustos travmasının tetikleyicisiydi, biz de 6 Şubat’ı tetikleyen yeni bir tarihin ölüleri olacağız.

Ya da yaralarımızın kurban rolünden ve içimizdeki manipülasyona açık intikam hislerinden çıkıp olması gerekene odaklanacağız: yeniden inşaya.

Ne failini affetme ne yarayı unutma ne de intikam arzusuna teslimiyet. Yolu açacak tek şey hakikat ve gündelik gerçek ve gelecekteki tehdit.

Hakikat: talan edilmiş ve edilmekte olan bir memlekette kölelik düzenine mahkum edilmiş milyonlarız.

Gündelik gerçek: Ülkenin ekonomisi işçi ve emekçinin sırtında, tabana yayılmış vergiyle, ucuza satılan emeğiyle dönüyor.

Gelecek: tutsaklık, kanser, kölelik, açlık ya da kıvılcımları kilometrelerce öteye sıçrayan bağımsız sendika, insanca yaşam ücreti, mesai hakkı peşindeki emek hareketinin ateşini harlamak.

Çünkü çare orada, üretim durursa, limanlar durursa, şalterler inerse, gişeler açılmazsa, emeğimizi daha da ucuza getirme pazarlıkları durursa, rantı köpürten azgın azınlık anlayacak ki karşısında öfkesini intikamla yakmayacak kadar becerikli, inatçı bir ezilenler ordusu var.

Kurban rolü, empati bekler ama bu empati içinde bir “acıma” duygusu taşır.

Acınmak insan onurunu yaralar ve insan yalnızca korktuğuna acıyamaz.

Elimizde bir tek onurumuz kaldı ve korkulacak kadar kalabalığız:

Selam olsun; Özak Tekstil, Selçuk İplik, Burteks, Bulut Tekstil, Milat Halı, Yasin Kaplan, Kimpack, Zafer Tekstil, Key Mensucat, MICHA, HT Solar, Erciyas Çelik Boru, Portakal Plastik işçilerine.

Selam olsun Eti Alüminyum, Uluğ Enerji, Erciyas Çelik, Mersen, Ünver Grup, Beyda Gıda, Patiswiss Çikolata, Salcomp Ender Alüminyum işçilerine.

Selam olsun moto kuryelere, örgütlenen İkea emekçilerine.

Selam olsun Özel Sektör Öğretmenleri Sendikasına, BİRTEK-SEN’e, Bağımsız Maden-İş’e.

Yaraların dermanı onlardadır.

Siyasi muhalefet için gün belki de seçime değil İliç’e gitme, seçim bürosu değil siyanürün ortasında kamp kurma zamanıdır.

QOSHE - Acıyla beslenen yara toplayıcılar - Ayşen Şahin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Acıyla beslenen yara toplayıcılar

39 60
17.02.2024

Yazı günüm değişti.

Biraz buruldum başta, pazar sabah kahvaltılarına konuk olmak gibi bir hisse tutunmuştum bu köşeye başlarken.

Hani tüm ailenin bir arada olduğu, özenilmiş, uzun kahvaltılarda, ekmek sepetinin yanında masada yer alan gazetede bir köşede durmak... Çocukluk hayalimdi.

Sonra dedim ki ne öyle kalabalık sofralar kaldı ne de ağız tadı.

Hayat yazmayı planladığımız konular üzerine dağ deviriyor, yaşamayı hayal ettiklerimizi siyanürleyip geçiyor.

Bir sosyal medya kullanıcısı yazmış, öyle masum bir soru ki özünde: Daha ne olması lazım AKP’nin gitmesi için?

22 senede başımıza gelen ve toplumsal travma olarak kabul edilen olayları maddeler halinde dahi yazmak bir köşeye değil sayfaya hatta gazeteye sığmıyor.

Bizim ahvalimiz artık Amin Maalouf’un “Her şeye üzülen ama hiçbir şey yapmayan insanlar” tanımını bile aşıyor.

Depremin birinci yılında kahroluyoruz, üzerine İliç’te bir iş cinayeti, doğa katliamı ve ardında yatan bağışlar, isimler, rant pazarı...

Kahroluyoruz yine çünkü artık kahır bizim en iyi bildiğimiz şey. Üzüntüden, kederden, öfkeden kahrolmak tavımızda var artık, mayamıza karıştı.

Bizi çiğ etle besler gibi acıyla beslediler, sırasız, süresiz, seri travmaya, acıya boğdular.

Boğdular ki başımızı çıkarıp ne yapılacağına mecal bulamayalım. Kahır, uyuşturur insanı.

Öyle çok yerden, öyle farklı kimliklerden yaraladılar ki iyileşmeye fırsat bulamadık. Sonra da yaralarımızı aldık odağa.

Birbirimize gösterdik, kiminki daha derin diye mukayeseye girdik. Biz yaralıyken başkası iyileşsin istemedik. Daha derin yaralar açıldıkça bir yerlerde, bize dayatılan şükürcülük yaktı lambalarını, hep beterin beteri vardı, var olacaktı. Evren çektiklerimizi görsün ve bizi artık kurtarsın diye umduk. Ecelimizle ölmemize izin vermeyecek topraklarda yaşadığımızı dışarı bağıramadan içten kabullendik ve ölüm erken gelmesin diye iyice tedirgin, temkinli, korkak olduk.

Kader-kısmet dincilerin tesellisi. Bunlar başımıza kendiliğinden gelmedi zaten bir........

© Evrensel


Get it on Google Play