Bu köşeye başlarken, zamansız yazılar yazmayı hayal etmiştim, ben büyürken okuduğum pazar yazıları gibi. Köşeye ‘Geniş Zaman’ adı vermem bundandı.

Herkes ve her şey gibi bu köşe de gündemin debisine kapıldı gitti. Okuyamadığımız kitaplar, izleyemediğimiz filmler yazılamadılar da. İnsan olduğumuzu hatırlatan duygular üzerine yazardım bir ara, aşk, sevgi, özlem, tutku, çocukçalık, çocukluğumuz, nostalji...

Şimdilerde herkes ve her şey gibi ben de paslı hissediyorum kendimi.

İvmelenmek zorluyor. Her sabah yeniden uyanmak için sebepler bulmak, her gecenin sabahına kendini inandırmak, sürekli bir dal aramak artık günlük rutin bir mesai. Yapmayınca duramıyorsun. Sanki dar bir gömlek son düğmesine kadar iliklenmiş, iki beden küçük pantolonla uykuya yatmışsın gibi darlıyor hayat insanı.

Her dert bizim, çözümlerin hiçbiri bize ait değil gibi.

Herkesin yalnızlığı giderek artıyor, gözle görülür elle tutulur bir nesneye dönüştü, sırtlarına bindi, insanlarla birlikte geziyor, bundandır belki sırt ağrımız ve kambur duruşumuz. Sokaktaki insanların yüzleri ödüllük bir sanat filminin en kahır sahnesinden alınmış gibi,

Gülemiyoruz. Gülümseyemiyoruz. Birbirimize sıradan iki insan gibi; diğer her şeyden bağımsız, aynı türün iki canlısı gibi yaklaşamıyoruz. Kim bilir kime oy verdi...

O yüzden bu hafta; arkadaşlık üzerine yazmak istedim. Pek çoğuna göre görece iyi idare ediyorsam sanırım arkadaşlıklarımdır sebebi.

Son bir ay içerisinde, ergenlikten orta yaşa birçok insanın, bitmiş arkadaşlıklar ardından, tınısı aşk acısına benzeyen sitemli özlemlerini dinledim. Denk geldi.

Üzerine düşündüm; neden bitiyordu bu en seçilmiş ilişki şekli?

Karşılanamayan tüm beklentilerimizi, seçtiğimiz arkadaşta biriktirmekten mi? Bir arkadaşlıktan hayatta bizden esirgenmiş tüm sevgi, ilgi ve fedakarlığı beklediğimizden mi?

Albert Camus; Defterler’de şöyle yazmış:

“Gençken, insanlardan verebileceklerinden fazlasını isterdim: Sürekli bir dostluk, kesintisiz bir coşku. Şimdi, verebileceklerinden daha azını istemesini biliyorum: Yorumsuz bir arkadaşlık.”

Hiçbirimiz iyi değiliz ve terapi pahalı. Sizi dinleyen biri ne kadar kıymetli olmalı. Doğru soruları sormak ya da yanıtlar vermek yerine bazen öyle iyi dinler ki karşınızdaki, siz konudan konuya geçerken kendiniz keşfedersiniz neyi nasıl yapacağınızı.

Oğuz Atay ise Tutunamayanlar’da aynı hayali paylaşmanın yetmediği bir arkadaşlık tarifliyordu:

“Yalnız hayallerle beslenen bir arkadaşlık ne kadar kısa sürüyordu. Günlük meselelerin çözülmesinde bir hayalin ne faydası olabilirdi? Zavallı bir ruh, insanı nereye götürebilirdi? İnsanın ihtiyaçlarını nasıl karşılayabilirdi?”

Zor günde ihtiyaç duyduğumuzda, birlikte güzel günler paylaştığımız arkadaşların ortada olmaması gibi, güzel günde, bir başarıda orada olamayan da kırıyor insanı.

Beni yalnız sana duyduğum ihtiyaç yüzünden mi sevdin? Kendini güçsüzlüğümde daha güçlü hissettiğin için?

Burası da bir kırılma noktası, en çok dinlediğim bitiş hikayelerinden biri: Sevinci paylaşamamak.

Kaç arkadaşın var diye sormaya başladım insanlara, sayılar üç, beş, on bilemedin yirmi.

Dost demiyorum, arkadaş diye düzeltiyorum, değişmiyor sayı.

Demek ne kadar içimize kapanmış, güvensizleşmişiz ki çocukken olduğu gibi kolayca soramıyoruz: “Arkadaş olalım mı?”

Hep karşımızdakinden bekliyor, hiç kendi arkadaşlığımızı sorgulamıyoruz, biz ne koyduk bu arkadaş sofrasına katkı niyetine?

İnsanları tanımaya çalışsaydık, neyi ne kadar verebileceklerini öngörebilirdik.

Böylece iyi günde arayacağımız, zor günde destek isteyeceğimiz, birlikte hayal kuracağımız, sadece dinleyeceğimiz, sadece dinleyecek, birlikte uzun yürüyüş yapacak, birlikte kavga edecek başka başka arkadaşlarımız olurdu. Her beklentiyi tek insana yıkmazdık, olmadığı bir insan gibi davranmasını ummazdık.

Yıllar önce bir arkadaşım söylemişti: “Görüşemiyoruz diye küseni anlamıyorum; madem görüşemiyoruz bari adını koyalım demek mi bu?”

Hayat gailesinde, arayıp soramasak da orada olduğunu, görüştüğümüzde kaldığımız yerden devam edeceğimizi bildiğimiz arkadaşlar iyidir.

İnsanın arkadaşı kendisiyle her konuda aynı düşünen insan olmak zorunda değil. O zaman bir onay mercii olur yalnızca, kim gösterecek başka bir bakış açısından hatalarımızı?

Unutma Beni Apartmanı’nda Nermin Yıldırım;

“Arkadaşlık iki insanın birbirine günlük rapor vermesi, hayatlarının tüm detaylarını paylaşması demek değildi. İki insanın birbirine iyi gelmesi yeterliydi bana kalırsa.” diye yazmıştı.

Her duruma iyi gelen bir arkadaş bulunur, insan arkadaşlığa açık olursa. Her günü aynı arkadaşla yaşamaya kalkmaktansa.

Vasili Grossman’ın tanımıyla;

“Arkadaşlık, eşitlik ve benzerliktir. Ama arkadaşlık aynı zamanda eşitsizlik ve farklılıktır. Arkadaşlık, ortak çalışmada, yaşam için, bir lokma ekmek için verilen ortak savaşta yapıcı, etkileyici olur. Yüce bir ideal uğruna arkadaşlık vardır, konuşmacı izleyicilerin felsefi arkadaşlığı, birbirinden ayrı çalışan, ama yaşam konusunda birlikte yargıya varan insanların arkadaşlığı vardır.

Yüksek bir arkadaşlık, yapıcı arkadaşlığı, iş ve savaş arkadaşlığını sohbet edenlerin arkadaşlığıyla birleştirebilir.

Arkadaşlar birbirine her zaman gereklidir, ama arkadaşlar, arkadaşlıktan her zaman eşit pay almazlar. Arkadaşlar arkadaşlıktan her zaman aynı şeyi beklemezler.

Biri arkadaşlık eder, deneyimini armağan eder, diğeri arkadaşlık ederken deneyimle zenginleşir. Biri zayıf, deneyimsiz, genç arkadaşına yardım ederek kendi gücünü, olgunluğunu; zayıf olan diğeri ise kendi ideali olan gücü, deneyimi, olgunluğu arkadaşında görüp kavrar. Arkadaşlıkta biri bu şekilde armağan eder, diğeri verilen armağanlara sevinir.

Arkadaş, sessiz bir makamdır, bu makam yardımıyla insan kendi kendisiyle görüşür, sevinci kendisinde, arkadaşının ruhundaki yansıma sayesinde sesi duyulan, kolayca anlaşılan ve görülen kendi düşüncelerinde bulur. Akıllı, kavrayıcı, felsefi arkadaşlık insanlardan genellikle görüş birliği bekler, ama bu benzerlik her şeyi kapsamayabilir. Bazen arkadaşlık arkadaşların tartışmasında, farklılığında ortaya çıkar.

Eğer arkadaşlar her konuda benzeşiyorlarsa, karşılıklı olarak birbirlerini yansıtıyorlarsa insanın arkadaşıyla tartışması kendi kendiyle tartışmasıdır. Arkadaş, senin zayıflıklarını, kusurlarını ve hatta ayıplarını mazur gösteren, senin haklılığını, yeteneğini, yararlıklarını doğrulayan kişidir. Arkadaş, seni severken zayıflıklarını, kusurlarını ve ayıplarını ortaya koyan kişidir. Arkadaşlık benzerliğe dayanır, ama farklılıkta, çelişkilerde ortaya çıkar.”

İyi arkadaşlar, insanı sağaltır.

Neden bu hafta bunca gündem içinde “arkadaşlık”?

Çünkü toplum olma vasıflarımızı yitiriyoruz. Yalnızlık salgınındayız.

Yan yana gelmiyor, doyurucu bir sohbet edemiyor, hatalar üzerine verimli tartışamıyoruz.

İhtimal ki diyorum, arkadaşlık üzerine biraz düşünürsek, en baştan başlarız: “Arkadaş olalım mı?”

Kimsesizlik hissimizi kırmak için…

Belli mi olur:

“Bir kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş

Bir bakarsın volkan olmuş yanmışsın arkadaş…”

QOSHE - Arkadaş - Ayşen Şahin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Arkadaş

68 41
21.01.2024

Bu köşeye başlarken, zamansız yazılar yazmayı hayal etmiştim, ben büyürken okuduğum pazar yazıları gibi. Köşeye ‘Geniş Zaman’ adı vermem bundandı.

Herkes ve her şey gibi bu köşe de gündemin debisine kapıldı gitti. Okuyamadığımız kitaplar, izleyemediğimiz filmler yazılamadılar da. İnsan olduğumuzu hatırlatan duygular üzerine yazardım bir ara, aşk, sevgi, özlem, tutku, çocukçalık, çocukluğumuz, nostalji...

Şimdilerde herkes ve her şey gibi ben de paslı hissediyorum kendimi.

İvmelenmek zorluyor. Her sabah yeniden uyanmak için sebepler bulmak, her gecenin sabahına kendini inandırmak, sürekli bir dal aramak artık günlük rutin bir mesai. Yapmayınca duramıyorsun. Sanki dar bir gömlek son düğmesine kadar iliklenmiş, iki beden küçük pantolonla uykuya yatmışsın gibi darlıyor hayat insanı.

Her dert bizim, çözümlerin hiçbiri bize ait değil gibi.

Herkesin yalnızlığı giderek artıyor, gözle görülür elle tutulur bir nesneye dönüştü, sırtlarına bindi, insanlarla birlikte geziyor, bundandır belki sırt ağrımız ve kambur duruşumuz. Sokaktaki insanların yüzleri ödüllük bir sanat filminin en kahır sahnesinden alınmış gibi,

Gülemiyoruz. Gülümseyemiyoruz. Birbirimize sıradan iki insan gibi; diğer her şeyden bağımsız, aynı türün iki canlısı gibi yaklaşamıyoruz. Kim bilir kime oy verdi...

O yüzden bu hafta; arkadaşlık üzerine yazmak istedim. Pek çoğuna göre görece iyi idare ediyorsam sanırım arkadaşlıklarımdır sebebi.

Son bir ay içerisinde, ergenlikten orta yaşa birçok insanın, bitmiş arkadaşlıklar ardından, tınısı aşk acısına benzeyen sitemli özlemlerini dinledim. Denk geldi.

Üzerine düşündüm; neden bitiyordu bu en seçilmiş ilişki şekli?

Karşılanamayan tüm beklentilerimizi, seçtiğimiz arkadaşta biriktirmekten mi? Bir arkadaşlıktan hayatta bizden esirgenmiş tüm sevgi, ilgi ve fedakarlığı beklediğimizden mi?

Albert Camus; Defterler’de şöyle yazmış:

“Gençken, insanlardan verebileceklerinden fazlasını isterdim: Sürekli bir dostluk, kesintisiz bir coşku. Şimdi, verebileceklerinden daha azını istemesini biliyorum: Yorumsuz bir arkadaşlık.”

Hiçbirimiz iyi değiliz ve terapi pahalı. Sizi dinleyen biri ne kadar kıymetli olmalı. Doğru soruları sormak ya da yanıtlar vermek yerine bazen öyle iyi dinler ki karşınızdaki, siz konudan konuya geçerken kendiniz keşfedersiniz neyi nasıl yapacağınızı.

Oğuz Atay ise Tutunamayanlar’da aynı hayali paylaşmanın yetmediği bir........

© Evrensel


Get it on Google Play