“-Bir körler toplumu yaşamını sürdürebilmek için nasıl örgütlenebilir? -Örgütlenmek yeter, örgütlenmek bir bakıma görmeye başlamak demektir.”

Körlük, Saramago

Güzel şeyler duymaya, görmeye, izlemeye, okumaya ihtiyaç duyuyorum, güzel şeylere tanık olmaya, güzel şeylerin bir parçası olmaya, bir güzellikle sarmalanmaya.

Herkes benzer hislerdedir diye düşünüyorum çünkü gırtlağımıza kadar battığımız kötülüğün içinde nefes almak için aklıma gelen ilk yol. Yoksa akmıyor günlük hayat, yarın güneş doğacak gibi gelmiyor insana.

Güzel bir seyahat anısından bahsetmek isterim izninizle bu pazar, gündemden azade. Bana iyi gelmiş olduğundan size de iyi gelebilir umuduyla.

Ekim ayının başında DIDF (Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu) davetlisi olarak Almanya’nın Delmenhorst ve Hannover şehirlerinde iki söyleşiye katıldım.

Beni karşılayıp sanki bir zamanlar elinde büyümüş bir aile üyesiymişim gibi kol kanat gerip ilgilenen, sendikal mücadelenin bir temsilcisi olduğu kadar herkesin Ayhan Abi’si Ayhan Zeytin bana özlemini çektiğim yerel halk örgütlenmesine dair çok güzel hikayeler anlattı, olayın geçtiği yerleri de gezdirerek. Ayhan, babasının da çalıştığı fabrikada bir işçi, sendika yetkilisi, dernek kurucusu. Köklerinin geldiği Makedonyalılardan Almanya’ya göç etmek zorunda kalmış Suriyelilere kadar tüm çocukların imkansızı mümkün eden Ayhan Amcası aynı zamanda. Öyle ki otobüslerce çocuğu ülkeler arası gezdirebiliyor, yoktan gençlik kampları yaratabiliyor, yeter ki çocuklar istesin Ayhan Amcalarından. İşte şimdi ondan dinlediğim bir direnişi anlatacağım.

Delmenhorst 80 binden az nüfusuyla ikisi günlük biri haftalık ve ortalama 7-8 bin tirajlı üç yerel gazeteye sahip bir şehir. 2006 yılında şehirdeki eski bir otel satılığa çıkıyor ve yerel basın aracılığıyla öğreniliyor ki ırkçı, faşist bir iş insanı burayı alıp eğitim merkezi yapmak niyetinde. Hemen dernek binasında bir toplantı yapılıp eylem birliği oluşturuluyor. İlk eylem Sendikalar Birliğinin çağrısı ile yapılıyor. İkinci eylem içinse öğrencilere ulaşalım diyorlar. Hani bizim siyasi muhalefet şimdiye kadar kürsüden gençlere konuşurdu ya hep, aklınıza öyle bir şey gelmesin. Öğrenci dediğim her yaş. Okullarla iletişime geçiliyor, üniversiteler ile de. İkinci büyük eylemin fotoğraflarına bakınca gözlerim doldu. Her yaştan öğrenciydiler yan yana, en küçükleri ailelerinin omuzlarında. Sonrasında sürekli bir eylemlilik hali. Akademi yürüyor, gençler yürüyor, şehrin sakinleri hep eylemdeler. Şehrin bir simgesi olan yüksek su deposuna dev bir pankart asılıyor: Şehrimizde Nazileri istemiyoruz. Belediye binasına bakan meydanda boş bir dükkanın önü “Şikayet Duvarı”na dönüştürülüyor. Herkes oraya şikayetini yazıyor, geceleri de Naziler gelip yakıyor, yeniden yazıyorlar. Otelin tüm camlarına, Nazilere verilmesini istemeyen protestocuların fotoğraflarını asıyorlar. Direniş sürüyor ve en sonunda belediyenin de desteği, üniversitelerin, kitle örgütlerinin katılımı ile bir platform kurup, halkın dayanışması ile çevre kentlere de yayılan bir kampanya yapıp milyon üzeri avro toplayarak binayı Delmenhorst halkı adına satın alıyorlar. Naziler bir kez daha örgütlü bir halka yeniliyor.

Sonrasında bir hayal kuruyorlar: çalışan ailelerin etüt ihtiyacı duyan çocukları ile bakıma ihtiyaç duyan yaşlıların birlikte vakit geçirebileceği bir konaklama evi mi olsa?

Kapitalist düzen bir yerde gerçek bir mutlu sonun önünde illa bir engeldir. Belediye meclisinden; eski bir otelin restorasyon maliyetinin bütçesi çıkamayacağı, işletme giderlerinin nasıl karşılanacağının karmaşıklığı, tam olarak ne yapılacağına ortak karar verilememesi vesaire sebeplerle ve bir daha aynı tehlikeyi yaşamamak adına otelin yıkılıp açık bir yeşil alan olarak kullanılmasına karar çıkıyor.

Ve işte o zaman halk adına belediye binasına siyah bir tabut bırakılıyor: “Bütün iyi düşünce ve önerilerimizi öldürdünüz.”

Yine de kentini Nazilere karşı savunmuş ve kazanmış olmanın gururu var şehrin sakinlerinde. Bir daha ırkçılık kolay yeşeremez böyle bir ortamda.

Bu hikaye bana şunu düşündürdü: Bir kenti böyle var ederse bir halk, şehrini bırakıp hiçbir yere gitmez. Kalesi olmuştur zira.

Bizde ise en önemli ve birincil soru “Nerelisin?” olsa da kaçımız yaşadığı şehrin tarihini değiştirebildiğini hissedebildi acaba?

Bu seyahat bana bir kez daha hayatta kalma ve yaşam savaşı arasındaki farkı düşündürdü. Biz; öldürülmemek, haksız yere tutuklanmamak, barınabilmek ve doyabilmek için kavga verirken yaşamı güzelleştirecek eylemliğe bir türlü sıra gelmiyor.

Yine Delmenhorst’ta bir futbol kulübü kurmuşlar dernek olarak: Barışspor

Onlarca takımları olmuş zaman içinde; kadınlar, çocuklar, amatör lig, U12, 50 yaş üzeri takımlar ve daha bir sürü çeşitlilik. Bizim memlekette futbolun yeri başkadır, halı sahaya gitmek bir huydur erkeklerde ve nasıl bu kadar kısır düşünebilmişiz? Neden ileri yaşta kadın ve erkekler için de futbol okulu yok? İdmanını yapsın, maçına çıksın, denkler arası turnuvası olabilsin?

“Spor, örgütlü bir iştir. Mücadelenin ihtiyacı olan coşku, neşe, takımdaşlık hepsini barındırır.” diyorlar. Futbola gelen çoğu insan süreç içerisinde derneğin de üyesi, gönüllüsü olmuş. Dernekle inşa ettikleri sahanın karşısında bir huzurevi bulunduğundan belediye kalabalık organizasyonlara neden olacağı ve sesin huzurevi sakinlerini rahatsız edeceği gerekçesi ile önceleri saha yanına dernek binası yapılmasına karşı çıkmış, seyirci alanlarını da kısıtlı tutmuş. Yetkilileri bir hafta sonu kursu, idmanları ve maçları izlemeye çağırmışlar.

Çünkü hafta sonu, mangallar yanıyor, imece ile uzun bir açık büfe kuruluyor. Yaşlılar yürüteçleri ile sahaya gelip insanlarla sosyalleşiyor, hepsinin artık tuttuğu takımlar oluşmuş, tezahüratlara katılıyor, antrenman, maç izliyorlar. Orada bütünleşik bir hayat var, paylaşımcı, doyumlu, coşkulu. Al sana kamu yararı sevgili belediye; ruhsatı, izni vermeyip ne yapacaksın?

Yadigar ile tanıştım bir de, hayatın düzenini oturtup, çocuğu biraz büyütünce, zaten eğitimi de bu yönde diye iki çocuk evlat edinmiş. Çocuklarından bahsederken ben anlamamıştım sadece birinin biyolojik evladı olduğunu, öyle de kalpten seviyor. Çocuklardan biri özel bir çocuk ve bu yüzden terk edilmiş. Diğerinin annesi manen, madden, fiziken çocuk bakamayacak bir bağımlı.

Böyle bir işe arkanda devlet desteği olmadan girmek imkansız, sosyal hizmet uzmanları, denetmenler, maddi destek bin tane parametre var. Her şey önüne serilse bile Yadigar olmak kolay değil, o yürek herkeste olmaz. Bir çocuğu, travmalarını aşmış, sendromlarıyla barışmış, aile sevgisine ulaşmış halde topluma kazandırma amacı ne ulvi bir şey...

Biz daha bir ek öğüne ikna edemedik koca devleti, çocukların beden yapısı bozuluyor açlıktan. Kendimizi hayatta tutmaya çalıştığımızdan, gücümüz yetmiyor etrafa. Bu Yadigar’sızlıkta, çocuklar kalıyor tarikat yurtlarına, bakımevlerinde eğitimsiz insanlar eline.

Çok güzel insanlar tanıdım, tek günlük köşeye sığmaz. Onlar nezdinde bir de büyüklerimizin öğrettiği ”devrimci”liği düşündüm. Devrimci öyle bir insandı ki, çıkarsızlığı, çözümcülüğü, cesareti, halkına olan sevgisi yüzüne yansırdı. Bu yüzden yığınlar içinde olsa da hiç tanınmasa da hakkı yenen, başı derde giren onun omzunu dürterdi yolda, ondan yardım isterdi. İyi bir devrimci; koşullara, halkına ve memlekete küsmezdi. İyi bir devrimci; somut koşulların somut tahlilini yapar ancak imkansız kelimesini de cümle içinde kullanmazdı. Kimseyi hakir görmez, hakaret etmez, halkı alaya almaz, kibre bulaşmazdı.

Bilmiyorum, böyle öğrettiler ve tanıdık bu ablalarımızı, abilerimizi. Gözümüzle gördük, yaşadık. Onların kapısını çalarken içe dolan bir huzur vardı, karşında gülümseyen bir yüz bulacağını, onun da bir çare yaratacağını, icabında olmazı olduracağını bilmenin güveni. Bugün kaç kişinin kapısı herhangi bir insana güler yüzle açık? Sizin kaldı mı mecaliniz, yeriniz, güveniniz, inancınız, sevginiz?

Bu devrimci ruha her zamankinden çok muhtacız diye düşünüyorum. Her birimizde nüve vardır, yılgınlık toprağında dahi yeşersin umuyorum.

Üç yüz bin devrimcinin seksen milyonun ruh halini değiştirebileceğine inanıyorum.

Buyurun size pasaportuna el konulmamış bir köşe yazarından, sinikler için sol romantizm diye alay etmelik bir gezi yazısı.

İmkansız kelimesine inanmıyorum, peşin tesellim budur.

QOSHE - Gezdim, gördüm, dinledim, düşündüm de… - Ayşen Şahin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Gezdim, gördüm, dinledim, düşündüm de…

22 11
03.12.2023

“-Bir körler toplumu yaşamını sürdürebilmek için nasıl örgütlenebilir? -Örgütlenmek yeter, örgütlenmek bir bakıma görmeye başlamak demektir.”

Körlük, Saramago

Güzel şeyler duymaya, görmeye, izlemeye, okumaya ihtiyaç duyuyorum, güzel şeylere tanık olmaya, güzel şeylerin bir parçası olmaya, bir güzellikle sarmalanmaya.

Herkes benzer hislerdedir diye düşünüyorum çünkü gırtlağımıza kadar battığımız kötülüğün içinde nefes almak için aklıma gelen ilk yol. Yoksa akmıyor günlük hayat, yarın güneş doğacak gibi gelmiyor insana.

Güzel bir seyahat anısından bahsetmek isterim izninizle bu pazar, gündemden azade. Bana iyi gelmiş olduğundan size de iyi gelebilir umuduyla.

Ekim ayının başında DIDF (Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu) davetlisi olarak Almanya’nın Delmenhorst ve Hannover şehirlerinde iki söyleşiye katıldım.

Beni karşılayıp sanki bir zamanlar elinde büyümüş bir aile üyesiymişim gibi kol kanat gerip ilgilenen, sendikal mücadelenin bir temsilcisi olduğu kadar herkesin Ayhan Abi’si Ayhan Zeytin bana özlemini çektiğim yerel halk örgütlenmesine dair çok güzel hikayeler anlattı, olayın geçtiği yerleri de gezdirerek. Ayhan, babasının da çalıştığı fabrikada bir işçi, sendika yetkilisi, dernek kurucusu. Köklerinin geldiği Makedonyalılardan Almanya’ya göç etmek zorunda kalmış Suriyelilere kadar tüm çocukların imkansızı mümkün eden Ayhan Amcası aynı zamanda. Öyle ki otobüslerce çocuğu ülkeler arası gezdirebiliyor, yoktan gençlik kampları yaratabiliyor, yeter ki çocuklar istesin Ayhan Amcalarından. İşte şimdi ondan dinlediğim bir direnişi anlatacağım.

Delmenhorst 80 binden az nüfusuyla ikisi günlük biri haftalık ve ortalama 7-8 bin tirajlı üç yerel gazeteye sahip bir şehir. 2006 yılında şehirdeki eski bir otel satılığa çıkıyor ve yerel basın aracılığıyla öğreniliyor ki ırkçı, faşist bir iş insanı burayı alıp eğitim merkezi yapmak niyetinde. Hemen dernek binasında bir toplantı yapılıp eylem birliği oluşturuluyor. İlk eylem Sendikalar Birliğinin çağrısı ile yapılıyor. İkinci eylem içinse öğrencilere ulaşalım diyorlar. Hani bizim siyasi muhalefet şimdiye kadar kürsüden gençlere konuşurdu ya hep, aklınıza öyle bir şey gelmesin. Öğrenci dediğim her yaş. Okullarla iletişime geçiliyor, üniversiteler ile de. İkinci büyük eylemin fotoğraflarına bakınca gözlerim doldu. Her yaştan öğrenciydiler yan yana, en küçükleri ailelerinin omuzlarında. Sonrasında sürekli bir eylemlilik hali. Akademi yürüyor, gençler yürüyor, şehrin sakinleri hep eylemdeler. Şehrin bir simgesi olan yüksek su deposuna dev bir pankart asılıyor: Şehrimizde Nazileri istemiyoruz. Belediye binasına bakan meydanda boş bir dükkanın önü “Şikayet Duvarı”na dönüştürülüyor. Herkes oraya şikayetini yazıyor, geceleri de Naziler gelip yakıyor, yeniden yazıyorlar. Otelin........

© Evrensel


Get it on Google Play