“…Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya...”

İnceldiği yerden kopsun demek, bir durum en zayıf, en çürük yerinden patlar demek. İnceldiğimiz yerin incelikler olması oksimoron sayılır mı? Sevincimizin üç saat kederimizin üç gün sürmediği şu garip dönemde, insanlık hali en temel derdim oldu. Teselli de tehlike de aynı yerde uyuyor koyun koyuna: İnsanlığımızda. Nezaketin inceldiği yerden koptuğunu görmek için bir bekleme sırasına girmek yetiyor, vefanın can çekiştiğini görmek içinse bakmak dahi kafi. Sitem ne incelikli kelimeymiş, ne zarif sözmüş bugünden bakıldığında, sitayiş ne kadar narinmiş küfürler karşısında.

Yaşadığı onca şeyin üzerine “Türkiye’de yaşadığım çok zor günlerde, bir merhabasını istediğim, fakat o merhabayı benden esirgeyen, ulusal anlamda bu kaderi paylaştığım, bütün arkadaşlarıma ve dostlarıma ince bir sitemdir. Umarım, beni anlarlar” cümlelerini kuran Ahmet Kaya’nın, sürgünün bile köreltemediği inceliği mesela. Dostun tokadına yumrukla karşılık vermeyişi, silip attım dahi demeyişi. Ve silip atarken bir sevgiyi, Nâzım Hikmet’in ağır bir yük gibi bıraktığı tek şeyin herkes gibilik olması: “Kalbimde kalbine yok bile kinim. Bence artık sen de herkes gibisin.”

Vefayı; sevgiyi sürdürme, sevgide sadakat diye tanımlıyor sözlük, Sezen Aksu, can dostunun vasiyetini yerine getirmek için, Meral Okay’ın ölümü ardından sahneye çıkmış, büyük bir konser düzenlemiş ve Matematik köyüne bağışlamak istediği tutarı sağlamıştı örneğin.

Vefa, yaşamla sınırlı değil.

Tensip kelimesine alıştırılırken teessüfü unuttuk mesela. Esef etmek manasında. Ne kadar incelikli bir “Üzdünüz beni” ifadesiydi, üzüntü bizim temel ruh gıdamız haline getirilmeden önce. Sosyal medyada her şeyi söyleyebilince, her şeyi bildiğimize ikna olduk, aynı köktür: Kani olduk. Kamil saydık kendimizi. Şükrü Erbaş dile getirmiş tam demek istediğimi: “Şükür cehalet bitti! Kimse okumuyor, herkes yazıyor. Kimse öğrenmiyor, herkes biliyor. Kimse susmuyor, herkes konuşuyor. Kimse çekilmiyor, herkes ortada. Kimse kederlenmiyor, herkes şenlik. Kimse yere bakmıyor, herkes gökyüzü. Kimse sevmiyor, herkes arzu ediyor. Kimse gözyaşı değil, herkes küfür. Kimse eşik değil, herkes ufukların ötesi. Kimse gölge değil, herkes ışık. Tevazu bitti. İncelik bitti. Hatıra bitti. Gönül bitti. Şarkı bitti. Bir aynalar pazarı ki, yaşıyoruz işte...”

Seçimde bir vicdan sınavını geçtik diye mutlu olmuşken, şimdi nereden çıktı bir de bu insanlık sınavı diyebilirsiniz. Çünkü seçimden sonra o kadar çok “Kim nerede hangi göreve getirilmiş, kim hak etmiş, kim hak etmemiş, kim kimin tam olarak nesiymiş?” konuşuldu ki... Kimler hangi işi almış kim kime fatura kesmiş mışmış da mişmiş. Bunların konuşulduğu bir masada, bir arkadaşım gözleri uzağa dalarak dedi ki: “Farkında mısınız yapılmaması gerekeni yapanlar hep dilimize pelesenk de yapmayanların adı unutuldu.”

İçim cız etti.

Onca isim var ki aklımda, duruşundan, tavrından milim sapmamış, hiç eyvallah etmemiş, yaşam alanı daraldıkça daralmış, üzerinde belki on yıldır aynı montla gezen ama ceplerindeki üç kuruşu tertemiz kalmış onca isim, bir zamanlar işinde en iyi olup, biatı rengine bakmadan yekten reddetmişler, kimseye diz çökmemişler, ceket iliklememişler, kimseci olmamış olanlar, hakikati söylemekten hiç geri kalamamış olanlar, ödülleri raflar doldurup banka hesapları bomboş duranlar.

Her eylemde saf tutan, her dayanışmada yer alan, adliyelerde gerek yargılanırken gerek davada kimseyi yalnız bırakmamak için mesai yapan, hayalleri dünyayı kapsarken metrobüs, vapur, otobüs bileti hesaplamak zorunda bırakılanlar.

Üretebilecekleri ile dünyanın altını üzerine getirebilecekken, birileri “Sen zaten yaparsın” demeye alıştığı için artık üretimlerini bile döndürecek durumu kalmayanlar. Ellerini taşın altına koymaları alışılageldiğinden zamanla herkesin onlardan beklentisi artarken “İyi ki varsın”ları azalarak bitenler, bir teşekkür çok görülenler...

Popülizm bayrağı göndere çekilmiş ne edeceksin? Onların adı kimsenin aklına gelmiyor nicedir, nerededir, ne yapmaktadır sormuyor kimse. Belki börek yapıp satıyordur belki rumuzla romanlar yazıyordur belki marangozluk belki de parça başı çeviri.

Bir devir değişti, iadeiitibar gerekmez miydi? Hani dikey değildi dayanışma, yataydı? İncelikler gitti hayatımızdan, vefa gitti, teessüfü eden bulunur da anlamını kavrayabilecek olan var mı? Esef duyuyorum bu insanların geçinmek için mecbur bırakıldığı işlerin vasıfsızlığından ve buna karşın vasıfsızların yaratımı vasatın tasallutundan. “Dünya yansa ben işime bakarım”cıların katettiği mesafeden ve her dönemde kendilerine koltuk bulmalarından ikrah ettim. Durup durup rüzgar bir tur döndüğünde muhalif kesilenlerin aldığı alkıştan da utanır oldum, hep hakikati savunduğu halde hiç alkış alamayanlar olduğundan. Siyasi tutsakların halini kanıksamaya yatkınlığımızdan, sürgünlere kapı komşumuz gibi rahat davranmamızdan, kaba sabalığımızdan, benmerkezciliğimizden yoruldum. Dik duranın dik duruşundaki yalnızlığından utanır oluyor insan.

Herkes yerel seçimle uğraşırken bambaşka insani bir durumun peşinde hiç incitilmemiş gibi yine kendini paralarcasına çalışan bu insanları gördüğümde düşündüm de onları yalnız bırakanın davasını bile bir tek onlar sırtlanır. Erk ele geçince izan gidiyor olabilir, çünkü bakan görürdü, asıl sırt dayanılacak olan; mevki, kıdem, para için değil, bunların hepsini kaybetmeyi göze alarak hak ve hakikat savunanlardır.

Küçük İskender “Öğrenilmeyen, ezberlenmeyen, akılda tutuldukça sığınılmayan şeyler: İncelik gibi, vefa gibi, hatır gibi, var olana saygı, yok olmaya meyilliye karşılıksız merhamet gibi. Bu, yeryüzünü canlıya yakışan hiçbir şeyden mahrum bırakmamakla, muhabbetle ilgilidir” diyordu.

İşte bu cumartesi; dilerim biraz düşünelim bir selamdan mahrum bıraktıklarımızı, gündelik işler arasında muhabbeti kestiklerimizi, göz görmeyince adını unuttuklarımızı. Bu vesile ile bir kez daha varlıklarına minnet eder, hürmetlerimi sunarım her birine. Hukuksuz tutuklu, seçimle kazandığı vekilliği hukuksuz ve usule aykırı düşürülen Avukat Can Atalay’ın mektup sonu imzasının tam yeridir burası: “Mahsus selamlar.”

QOSHE - Mahsus selamlar - Ayşen Şahin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Mahsus selamlar

55 35
20.04.2024

“…Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya...”

İnceldiği yerden kopsun demek, bir durum en zayıf, en çürük yerinden patlar demek. İnceldiğimiz yerin incelikler olması oksimoron sayılır mı? Sevincimizin üç saat kederimizin üç gün sürmediği şu garip dönemde, insanlık hali en temel derdim oldu. Teselli de tehlike de aynı yerde uyuyor koyun koyuna: İnsanlığımızda. Nezaketin inceldiği yerden koptuğunu görmek için bir bekleme sırasına girmek yetiyor, vefanın can çekiştiğini görmek içinse bakmak dahi kafi. Sitem ne incelikli kelimeymiş, ne zarif sözmüş bugünden bakıldığında, sitayiş ne kadar narinmiş küfürler karşısında.

Yaşadığı onca şeyin üzerine “Türkiye’de yaşadığım çok zor günlerde, bir merhabasını istediğim, fakat o merhabayı benden esirgeyen, ulusal anlamda bu kaderi paylaştığım, bütün arkadaşlarıma ve dostlarıma ince bir sitemdir. Umarım, beni anlarlar” cümlelerini kuran Ahmet Kaya’nın, sürgünün bile köreltemediği inceliği mesela. Dostun tokadına yumrukla karşılık vermeyişi, silip attım dahi demeyişi. Ve silip atarken bir sevgiyi, Nâzım Hikmet’in ağır bir yük gibi bıraktığı tek şeyin herkes gibilik olması: “Kalbimde kalbine yok bile kinim. Bence artık sen de herkes gibisin.”

Vefayı; sevgiyi sürdürme, sevgide sadakat diye tanımlıyor sözlük, Sezen Aksu, can dostunun vasiyetini yerine getirmek için, Meral Okay’ın ölümü ardından sahneye çıkmış, büyük bir konser düzenlemiş ve Matematik köyüne bağışlamak istediği tutarı sağlamıştı örneğin.

Vefa, yaşamla sınırlı değil.

Tensip kelimesine alıştırılırken teessüfü unuttuk mesela. Esef etmek manasında. Ne kadar incelikli bir “Üzdünüz beni” ifadesiydi, üzüntü bizim temel ruh gıdamız haline getirilmeden önce. Sosyal medyada her şeyi söyleyebilince, her şeyi bildiğimize ikna olduk, aynı köktür: Kani olduk. Kamil saydık kendimizi. Şükrü Erbaş dile getirmiş tam demek istediğimi: “Şükür cehalet bitti! Kimse okumuyor, herkes yazıyor. Kimse öğrenmiyor, herkes biliyor. Kimse susmuyor,........

© Evrensel


Get it on Google Play