“On dokuzuncu yüzyılda çare bulamadığımız iki şey varsa ölüm ve bayağılıktır.”

Oscar Wilde

Metin Uca’yı kaybettik.

Çok üzgün ve şoktayız çünkü neşeli insan ölmez gibi gelir insana, umutlu insan ölmez, cesurlar hep filmin son karesine kadar bizi ayakta tutacak gibi gelir.

Ve ölüm, ancak kendisiyle yüzleşildiğinde düşer insanın aklına.

Her geçen gün daha da ölümlü oluyor bu memleket ve 150 senedir yanılmıyor Oscar Wilde tespitinde.

Ölüm felsefe tarihinin ana konularından biri, felsefe fikri özgür olmayanın yapacağı şey değil. Bize sürekli daha katı sınırlar çiziyor dinciler, ölüm kavramını kendilerine zimmetlemeye çalışırcasına. Ölüm kimi zaman yangın olup ellerinden gelse de cehennem ateşini yüzümüze vurmaktan geri durmuyorlar. “Ölüm tüm kavgaları sona erdirir” der Emile Zola, ölen için geçerlidir bu cümle, bize her ölüm yeni bir tartışma.

Elde sınırsız söz, yorum var ölüme dair ama kimse bir ateist nasıl karşılar ölümü onu konuşamıyor, konuşturmuyorlar.

Konuşmak ve anlatmak istiyorum; en azından kendimi. İnanmadığım değerlerin, tasvip etmediğim ahlakın, bağlı hissetmediğim kuralların baskısıyla yaşarken, hayatım kuşatılmışken, ölümün de başka bir sınava dönüşmesini kabul etmiyorum. Yaşamı savunur gibi savunmak istiyorum ölüme bakışımı. Bunu yaşarken yapmamız gerektiğini fark ettim birçok diğer şey gibi Uca sayesinde.

Zevklerin ertelendiği cennetin umudu, dünyada yaşanılan acılara şükrettirme işlevli cehennemin korkusu ile değil, insanları kırmamak, üzmemek, hakkım olmayana göz dikmemek, hakkım olanı alabilmek, gerçekleştirilebilir hayaller kurabilmek ve onları bir plana evriltebilmek üzerine yaşıyorum günleri. Ateistlerin çoğu böyledir.

Ölüm, ölene değil kalana zordur gözümde. Ölen için bir anda biter her şey. Ondan sonra artık bereketi oluruz toprağın, doğanın dengesinde son yerimizi buluruz. Kalan kurar kafasında ölenin yaşayamadıklarını, tüm fırsat maliyetlerini gözden geçirerek üzülür. Ölen kadar kendimize üzülürüz aslında, ölenden ayrı yaşamak zorunda kaldığımız günlere üzülürüz. Hayatımızdan bir değer, bir sıcaklık, yeni anıların ihtimali, eski anıları karşılıklı atışarak anlatabilme zevki, hafızadan bir bölüm, hayattan bir anlam eksildi diye üzülürüz.

Ölenin bir yerden bizi izlediğine, cennetin en kıdemli yerinde keyif sürdüğüne, bir yerde bir daha kavuşulacağına inanmam, bu yüzden önemlidir adaletin bu dünyada yerini bulması işi, benim gibi yurttaşlar da olduğundan.

Kimseyi Allah’a havale etmem, cehennemde yanacak diye teselli bulmam, isterim ki hiçbir suç cezasız kalmasın bu dünyada. Hukuk, ben yaşarken göstersin nimetini, kerametini.

Ben Çok Sayın, Çok Sevgili Metin Uca’nın küllerinin boğaza savrulmasını neden istediğini anlıyorum. En az zararı vererek, en az yeri kaplayarak yeniden doğaya dönmek bir nevi. Kadavra olmak isterim ben de, ölümüm işlevli olsun diye. Bunu yaparken bilirim, genç öğrenciler (İnsan hep yaşlanıp öleceğine inanıyor işte) belki de pörsümüş bedenimde neye benzediği artık anlaşılmayan dövmelerime gülecek, teyze-nene şakaları yapacaklar bedenim üzerinde. Olsun. Ölmüş gitmişim ben, duymayacağım ve üzülmeyeceğim nasılsa. Ama dilediğim gibi bir törenle bir araya getiremeyeceğim sevdiklerimi, bu fikir biraz üzüyor beni. Ölümden, kalanın acı çektiğini bildiğimden. Kendimi bir musalla üzerinde yeşil bir kumaş altında düşünemiyorum, o yeşil tonunu zaten hiç sevmiyorum, bir de üzerinde Arapça yazılar, ana dilinde öyküler yazan, edebiyatı seven ben, başımda yazdıklarımı hiç okumamış takkeli, beyaz elbiseli bir imam. Erkekte uzun ceket, cüppe vs. hiç de sevmem, başımda tanımadığım bir erkeğin, anlamadığım ve beni anlatmayan sözleriyle vedalaşacak sevdiklerim benimle. Benim gibilere de haksızlık değil mi bu? Hazzetmediğim ne varsa onunla sınamak ve hiç ait olmadığım bir ortamda sevdiklerimi ağırlamak zorunluluğu? Gülesi gelir herhalde beni tanıyanların, en azından güldürmüş olurum diye teselli mi olayım? Vegan ölünce mezarında koyun kesmek gibi benim için bu törenlerin anlamı. Çok sıradan bir şey gibi kabul etmek zorunda bırakıldık bu usulü. Alevi olmadığım halde törenimi kabul eden bir cemevi buldım. Başımda “Bu hatun kişi” yerine “Kadın canımız” denmesi yeğ geldi. Ama kimse bana ve benim gibilere sormuyor yine de nasıl bir törenle ağırlanmak istendiğini son vedada. Kalanlar o günü hep hatırlayacak sonuçta.

Demirciler Çarşısı Cinayeti’nde Yaşar Kemal şöyle yazmıştı: “Ölümü bilmeyen hiçbir şeyi bilmez. Ölümü bilmeyenler yaşıyor da sayılmazlar. Ya ölüm olmasaydı, ya ölüm korkusu olmasaydı? Usandırıcı bir şey... Ölüm olduğu için biraz daha çok yaşamak istiyoruz.”

Ölümü; tövbeler, Allah gecinden versinler, şeytan kulağına kurşunlar duymadan konuşamıyoruz ki konuşmamız lazım. Yaşam kadar haktır gönlümüzce bir veda. Yaşayıp yaşamadığımızı da konuşmamız lazım. Bir fotoğraf var, Rijksmuseum’da Rembrandt tablosu önünde sedyede bir kadın. Ambulance Wish Foundation tarafından son isteği yerine getirilmiş. Son kez neyi görmek ve yapmak isterdik sorusunu soruyor muyuz kendimize? Oscar Wilde’ın cümlesine yine atıfla; ölürken bir kez daha yaşamak isteyeceğimiz bayağı olmayan, güzel bir şeye tutkumuz var mı ki yaşarken? Güzellik merkezi üzerinden kara para aklayanların, ihale üzerinden ani zenginleşenlerin yaşamına bakınca, bir umre gezisi, sıra sıra lüks otomobil. Onca parayı estetiğe ve otomobile yatırmak üzere mi bulaştınız illegal işlere? Bu mu yaşam tahayyülü: her şeyi satın alabilmek? Satın almak dışında haz veren hiçbir deneyimi olmamak bayağılığın ta kendisi değil mi?

Her ölüm andığımızda yaşam sorgusu peşinden gelir. Mücadeleden başka amacımızın, hedefimizin, tutkumuzun, hevesimizin kalmaması da kabul edilir şey değil.

Edip Cansever, “Ne ettik de yitirdik böyle kendimizi

Ölüm ne, dirim ne, bilmiyoruz anlaşılan” diye yazmıştı.

Çok ölümlü oldu bu dünya, dayanmak zor, yitiriyoruz kendimizi.

Özleyeceğiz gidenleri ve onlarla bir zamanlar güzel edebildiğimiz günlerimizi.

Zorunlu ve ait hissetmediğimiz şu veda seremonileri gibi bizi dışlayan bu yaşama da karşı anlam arayışımızı dayatmalı.

İyi yaşayalım diliyorum, çoğul, kalabalık, neşeli, coşkulu, güler yüzle ve kavgasını verip kazanalım, gönlümüzce bir veda hakkını.

Ne ölümden korkmak ayıp

ne de düşünmek ölümü

En acayip gücümüzdür,kahramanlıktır yaşamak :Öleceğimizi bilipöleceğimizi mutlak.

QOSHE - Ölüm dirim - Ayşen Şahin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ölüm dirim

63 47
19.11.2023

“On dokuzuncu yüzyılda çare bulamadığımız iki şey varsa ölüm ve bayağılıktır.”

Oscar Wilde

Metin Uca’yı kaybettik.

Çok üzgün ve şoktayız çünkü neşeli insan ölmez gibi gelir insana, umutlu insan ölmez, cesurlar hep filmin son karesine kadar bizi ayakta tutacak gibi gelir.

Ve ölüm, ancak kendisiyle yüzleşildiğinde düşer insanın aklına.

Her geçen gün daha da ölümlü oluyor bu memleket ve 150 senedir yanılmıyor Oscar Wilde tespitinde.

Ölüm felsefe tarihinin ana konularından biri, felsefe fikri özgür olmayanın yapacağı şey değil. Bize sürekli daha katı sınırlar çiziyor dinciler, ölüm kavramını kendilerine zimmetlemeye çalışırcasına. Ölüm kimi zaman yangın olup ellerinden gelse de cehennem ateşini yüzümüze vurmaktan geri durmuyorlar. “Ölüm tüm kavgaları sona erdirir” der Emile Zola, ölen için geçerlidir bu cümle, bize her ölüm yeni bir tartışma.

Elde sınırsız söz, yorum var ölüme dair ama kimse bir ateist nasıl karşılar ölümü onu konuşamıyor, konuşturmuyorlar.

Konuşmak ve anlatmak istiyorum; en azından kendimi. İnanmadığım değerlerin, tasvip etmediğim ahlakın, bağlı hissetmediğim kuralların baskısıyla yaşarken, hayatım kuşatılmışken, ölümün de başka bir sınava dönüşmesini kabul etmiyorum. Yaşamı savunur gibi savunmak istiyorum ölüme bakışımı. Bunu yaşarken yapmamız gerektiğini fark ettim birçok diğer şey gibi Uca sayesinde.

Zevklerin ertelendiği cennetin umudu, dünyada yaşanılan acılara şükrettirme işlevli cehennemin korkusu ile değil, insanları kırmamak, üzmemek, hakkım olmayana göz dikmemek, hakkım olanı alabilmek, gerçekleştirilebilir hayaller kurabilmek ve onları bir plana evriltebilmek üzerine yaşıyorum günleri. Ateistlerin çoğu böyledir.

Ölüm, ölene değil kalana zordur gözümde. Ölen için bir anda biter her şey. Ondan sonra artık bereketi oluruz toprağın, doğanın dengesinde son yerimizi buluruz. Kalan kurar kafasında ölenin yaşayamadıklarını, tüm fırsat maliyetlerini gözden geçirerek üzülür. Ölen kadar kendimize üzülürüz aslında, ölenden ayrı yaşamak zorunda kaldığımız günlere üzülürüz. Hayatımızdan bir değer, bir sıcaklık,........

© Evrensel


Get it on Google Play