Sabah kalkıyoruz işe gidilecek, çocuklar, gençler de okula. Hava karanlık.

Şaşırtıyor mu adına hâlâ “sabah” deyişimiz ve daha gök maviye dönmeden başlayan hayatta dilimizden kopan “günaydın”lar?

Anayasa’da değiştirilemez bir madde: Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”

Çocuğu okula götürüyorsun tabela değişmiş, olmuş sana imam hatip ya da mesela pilot okul, okulda bir imam, görevi de “danışman”.

Şaşırtıyor mu?

Üniversiteye gidiyorsun, ömrün en güzel çağı, nice hevesler kurtlanmış cebinde, ama kan deli akar bu yaşlarda, hâlâ ömründen tat alasın var, cebinde bir kurdele, bir süsleme, yeni yıla umut olsun diye, takacaksın çam ağacına, beyninde bir yumruk patlıyor, güvenlik saldırdı yeni yıl neşene. Şaşıyor musun?

Duvardaki çatlak, sıvadan mı betondan mı diye bakıp kendini ikna edip oturuyorsun evinde, yuva bilmişsin, yerleştirmek için onca emek vermişsin sonuçta. Maaşına zam gelmiş yüzde 40 oranında, ev sahibi diyor bundan kelli kiran 4 katına çıkıyor, haberin ola.

Bu yeni kira, iki maaşın ediyor mesela. Ne rahat söyledi değil mi ev sahibi? Şaşırtmaz mı insanı paraya bir sıfırın daha böyle kolay eklenmesi?

Aylardır asgari ücret belirlenmesini bekliyorsun, zam oranı bekliyorsun, eyleme gitmiş, yürüyüşe katılmış, mitingde marşlar söylemişsin. Bileğinin hakkıyla alacaksın o zammı.

Sen alasıya yüzdeni, bir bakıyorsun ki zeytinyağı, peynir ve tuvalet kağıdı, senin yüzdeni kendine küsurat yapmış, koşmuş gitmiş önden. Aldığın zam çoktan uçmuş gitmiş cebine girmeden. Şaşırttı mı?

Ailen zamanında 30-40 sene çalışmış, bir ev bırakabilmek için sana. İyi öngörü, ne kadar çalışırsan çalış, evin olamayacakmış baksana. Bir sabah ekmek almış dönerken bakkaldan, bakıyorsun polis gelmiş kapına, vinçler, greyderler evin önünde. Belki de dinamit döşüyorlar dibine. Ne oldu, neler oluyor? Rezerv alan ilan ettiler, yıkılacak. Deprem bölgesi değil ki burası? Hem ev de depreme dayanıklıydı? Olsun, öyle bir şart yok ki? İlan ettiler, beyan ettiler, senin değil artık o ev. Kafalarında bir arsa bedeli belirlediler, hesabına yatar, onunla bir üçlü kanepe alabilirsin istersen.

E sana söylenmedi? Muhtara kağıt bıraktılar baksaydın?

Şaşırtır mı?

İşten eve, evden işe bir hayat sürerken, ne olduğunu anlamadan bir sabah özel harekat kapını koçbaşıyla kırıp evine girse şaşırtır mı? Yolda yürürken yorgun mermi beynine girse? Çocuğu parka götürürken çatışmanın ortasında kalıp vurulsan, korkulukların paslı boyası tırnak içlerine kazınmış olsa bile adli tıp intihar raporu verse balkondan atıldığında, aylardır evladını bir kez arayıp sormayan eski kocanın “nafaka mağdurları” Facebook grubunda Medeni Kanun’a lanet okuduğunu görsen, sigortasız ev temizlik işçisi olarak çalışan kadının altı yaşında tarikatta evlendirildiğini ve izini kaybettirmeye çalıştığını öğrensen, sen işe yetişirken biri parasızlıktan raylara atlasa, kanı insanların üzerine sıçramışken biri de kalkıp işe geç kaldım diye söylense, depremde sevdiğin herkes ölse, kimse hesap vermese, yardım gelmese, ikinci kışa da açıkta girsen, kaç kış daha evsiz geçecek bilemesen, aylar sonrasına randevu alabildiğin doktor geç kalındığını söylese, yine de elinden geleni yapacağını ama ilaçları devletin karşılamadığını ve tek dozunun senin bir yıllık gelirin olduğunu söylese, bir gün geç başlayan sigortan yüzünden emekliliğin yirmi sene ertelense, bankadan paranı çekemesen, banka durduk yere kredi kartı limitini düşürdüğü için bozulan dolabın yerine yenisini alamasan, bu ülkede dileklerinin “Ecelinle ama kimseye de yük olmadan ölebilmek” çıtasına gerilediğini fark etsen, şaşırtır mı?

“Nicedir, herhangi bir şaşkınlık duygusundan yoksun olduğumu görüp, buna şaşıyorum.” diyordu Adalet Ağaoğlu. Adalet, bir yazar adı, Vefa bir semt.

Flaubert de “Bir kimsenin ölümünden sonra, hiçliğin bu geri tepmesini kavramak ve inanmaya katlanmak o kadar zordur ki, ortalığa daima şaşkınlık gibi bir şey yayılır” diyor. İşte Ağaoğlu’nun cümlenin yüklemine koyduğu şaşkınlığın açılımı budur bizim için. Adaletin, demokrasinin, özgürlüklerimizin, güvencelerimizin, paramızın, umutlarımızın, hayallerimizin ölümünden sonra geri tepen hiçlik.

Tanpınar’ın dediği gibi “Hemen herkeste, nizamı bozulmuş bir hayatın verdiği şaşkınlık vardı.”

Hayatın nizamı bozuldu dediği günden bu yana dünyamızın altı üstüne geldi, bizim başımıza her şey geldi.

Başımıza gelen her şey hayatın olağan akışına tersken, bunca terslik içinde hayatta kalmak için çıkmak zorunda bırakıldığımız o “İnsan olma” haline tutunuşumuz: Hâlâ şaşırabilmek.

Bundan sonrasında Remarque’ın sıralamasını hatırlıyorum, umursamazlığa geçiyordu. Sıradan birer insanken, o şaşkınlığı kendi içimizde sindirip atlattığımızda nasıl da sistemi yürüten birer nefere dönüşeceğimizin görüyorum Garp Cephesi’nde Yeni Bir Şey Yok satırlarında:

“On hafta askerlik eğitimi gördük, bu süre içinde on yıllık okul hayatındakinden daha kesin bir biçime sokulduk. Parlatılmış bir düğmenin dört ciltlik bir Schopenhauer’dan daha önemli olduğunu öğrendik. Önce şaşkınlık, sonra öfke, nihayet umursamazlık içinde burada zekanın değil, ayakkabı fırçasının, düşüncenin değil sistemin, hürriyetin değil talimin sözü geçtiğini anladık.

Biz güle oynaya, canla başla asker olmuştuk; ama onlar hevesimizi kırmak için ellerinden geleni yaptılar.”

Düzenliyorum:

“20 sene bir iktidar gördük. Bu süre içinde 80 yıllık cumhuriyetin tedrisatından daha kesin bir biçime sokulduk. Onların koltuğunun ve matematiğin zorlandığı varlıklarının, rant düzenlerinin 80 milyonun hayatından önemli olduğunu öğrendik. Önce şaşkınlık, nihayet umursamazlık içinde burada zekanın değil, kara para aklayanın, düşüncenin değil sistemin, hukukun değil tek adamın sözü geçtiğini anladık.

Biz güle oynaya, canla başla seviyorduk hayatı ve memleketi ama onlar hevesimizi kırmak için ellerinden geleni yaptılar”

Neler gelebilir başımıza bizim daha?

Rezerv yasası ile tarihin görmediği bir tersine kamulaştırma yaşanıyor, halkın malına el koyup sermayeye peşkeş çekecekler. Yalnız Hatay’ın değil, nizamlarına uymayan her il, ilçe mahallenin demografik yapısını değiştirecekler. Kolluk kuvvetleriyle 90 gün içinde söküldüğümüz evlerin yerine dikilenleri parayı bastıran alacak. Muhtemelen vatandaşlık promosyonlu olacaktır. Yurttaşlığın bedeli belli, canımızın değeri hiç yok. Yaşamak bu kadar pahalıyken bize, ölüm nasıl da hesapsız ve bedava. Ortalama 56 sene insan ömrü ile “dünya hayat beklenti” sıralamasında 188. olan Somali’nin Cumhurbaşkanının oğlu için bile harcanabiliyor canımız.

Zaten her sene Beyoğlu kadar bir yer satılıyor. Arap sermayesi finans şirketleriyle başladı Tank Palet fabrikasına kadar her şeyde yatırım ortağı, tarlalar, fabrikalar, sıcak dövize sıkışan iktidar ellerinde.

Biz de kınıyoruz oturduğumuz yerden “Filistinliler de İsrail’e toprak satmasaymış zamanında” diyenleri. Alt katımızda bir ilan “satılık daire-vatandaşlığa uygun” Türkçe-Arapça dillerinde.

Şaşırıyorum ekonomistlerin yorumlarına, yabancı yatırımcı bulmak için ülke ülke gezen ekonomi bakanına umut bağladıklarında.

Bakan, emeğimizin ne kadar ucuz olduğunu anlatmaya gidiyor, gelin köylümüze rağmen dinamitleyin dağlarımızı, maden için kurutun derelerimizi, zehirli gazlarla kansere boğun halkımızı, Pakistan’dan bile ucuza çalıştırın icabında insanımızı, yasaları hallederiz, her hukuksuzluğu görmezden geliriz, siz var olursunuz, bizde sermayaye yanlış olmaz, biz onu ancak halkımıza yaparız demeye.

Ne umut ama enflasyon düşecek, bizim üç kuruşa satılmamızla.

Hiç başka yolu yokmuş gibi.

Şaşırmam demek yok, şaşıracağız. katillerin serbest bırakılmasına, mafya liderlerinin iktidarla verdiği pozlara, işçiye köylüye kalkan coplara, sıkılan gaza, Can Atalay’ı tahliye etmemek için yaratılan krize, kalp krizi geçiren vekile lanet okuyabilmelerine, Mecliste bir vekil kendi dilinde konuştuğunda ilk akıllarına gelenin küfür olmasındaki kötülüklerine, kadınlar eşitlik derken karşılarına çıkan şeyh denen takkelilerin tarikatlarına kadınlara dair hayal satmasına, silahlanmanın hızına, kayıt dışı silah sayısına, dönen paralara, cebimizden çıkan paralara, eğitimin geldiği hale, dışa göçe, aldığımız göçe, her şeye şaşıracağız.

Panik yok şaşkınlık hep olacak.

Çünkü diyor ki Hariri:

“Panik bir kibir biçimidir. Dünyanın ne yöne (aşağı doğru) ilerlediğini bildiğine emin bir histen kaynaklanır. Şaşkınlık duymak daha mütevazı, dolayısıyla daha sağduyuludur.”

Çünkü bir gün emeğin isyanından korkmayanın aklına şaşacağız daha, halktan korkmayanın başına geleceği aklına getirmediğine şaşacağız, biz bir gün kudretimizi bunca sene içimizde tuttuğumuza şaşacağız.

Şaşkınlıklar içinde bir ömür düştü bu dünyada payımıza;

“Ey gülümseyiş,

ilk gülümseyiş,

bizim gülümseyişimiz.

İnsan nasıl da o: ıhlamurların kokusunu soluyuş, park sessizliğini dinleyiş,

birden, birbirimizdeyken,

yukarılara bakış ve şaşkınlık,

gülümseyinceye dek biz.”

Rilke.

QOSHE - Şaşkınlık - Ayşen Şahin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Şaşkınlık

29 28
24.12.2023

Sabah kalkıyoruz işe gidilecek, çocuklar, gençler de okula. Hava karanlık.

Şaşırtıyor mu adına hâlâ “sabah” deyişimiz ve daha gök maviye dönmeden başlayan hayatta dilimizden kopan “günaydın”lar?

Anayasa’da değiştirilemez bir madde: Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.”

Çocuğu okula götürüyorsun tabela değişmiş, olmuş sana imam hatip ya da mesela pilot okul, okulda bir imam, görevi de “danışman”.

Şaşırtıyor mu?

Üniversiteye gidiyorsun, ömrün en güzel çağı, nice hevesler kurtlanmış cebinde, ama kan deli akar bu yaşlarda, hâlâ ömründen tat alasın var, cebinde bir kurdele, bir süsleme, yeni yıla umut olsun diye, takacaksın çam ağacına, beyninde bir yumruk patlıyor, güvenlik saldırdı yeni yıl neşene. Şaşıyor musun?

Duvardaki çatlak, sıvadan mı betondan mı diye bakıp kendini ikna edip oturuyorsun evinde, yuva bilmişsin, yerleştirmek için onca emek vermişsin sonuçta. Maaşına zam gelmiş yüzde 40 oranında, ev sahibi diyor bundan kelli kiran 4 katına çıkıyor, haberin ola.

Bu yeni kira, iki maaşın ediyor mesela. Ne rahat söyledi değil mi ev sahibi? Şaşırtmaz mı insanı paraya bir sıfırın daha böyle kolay eklenmesi?

Aylardır asgari ücret belirlenmesini bekliyorsun, zam oranı bekliyorsun, eyleme gitmiş, yürüyüşe katılmış, mitingde marşlar söylemişsin. Bileğinin hakkıyla alacaksın o zammı.

Sen alasıya yüzdeni, bir bakıyorsun ki zeytinyağı, peynir ve tuvalet kağıdı, senin yüzdeni kendine küsurat yapmış, koşmuş gitmiş önden. Aldığın zam çoktan uçmuş gitmiş cebine girmeden. Şaşırttı mı?

Ailen zamanında 30-40 sene çalışmış, bir ev bırakabilmek için sana. İyi öngörü, ne kadar çalışırsan çalış, evin olamayacakmış baksana. Bir sabah ekmek almış dönerken bakkaldan, bakıyorsun polis gelmiş kapına, vinçler, greyderler evin önünde. Belki de dinamit döşüyorlar dibine. Ne oldu, neler oluyor? Rezerv alan ilan ettiler, yıkılacak. Deprem bölgesi değil ki burası? Hem ev de depreme dayanıklıydı? Olsun, öyle bir şart yok ki? İlan ettiler, beyan ettiler, senin değil artık o ev. Kafalarında bir arsa bedeli belirlediler, hesabına yatar, onunla bir üçlü kanepe alabilirsin istersen.

E sana söylenmedi? Muhtara kağıt bıraktılar baksaydın?

Şaşırtır mı?

İşten eve, evden işe bir hayat sürerken, ne olduğunu anlamadan bir sabah özel harekat kapını koçbaşıyla kırıp evine girse şaşırtır mı? Yolda yürürken yorgun mermi beynine girse? Çocuğu parka götürürken çatışmanın ortasında kalıp vurulsan, korkulukların paslı boyası tırnak içlerine kazınmış olsa bile adli tıp intihar raporu verse balkondan atıldığında, aylardır evladını bir kez arayıp sormayan eski kocanın “nafaka mağdurları” Facebook grubunda Medeni Kanun’a lanet okuduğunu görsen, sigortasız ev temizlik işçisi olarak çalışan kadının altı yaşında tarikatta evlendirildiğini ve izini kaybettirmeye çalıştığını öğrensen, sen işe yetişirken biri parasızlıktan raylara atlasa, kanı insanların üzerine sıçramışken biri de kalkıp işe geç kaldım diye söylense, depremde sevdiğin herkes ölse, kimse hesap vermese, yardım gelmese, ikinci kışa........

© Evrensel


Get it on Google Play