“Ben sözlerimin candanlığına inanılmasını yeğ tutar, bunu övgü sayarım.”

Jane Austen

Geçen hafta arkadaşlık üzerine yazmıştım. Çok güzel mesajlar, mektuplar aldım. Meğer ne çok hasretmişiz iyi şeyler üzerine okumaya, yazmaya.

Sürekli bir karamsarlık içindeyiz, hayatı normal akışına sokmayı iktidar değişikliğine ertelemek gibi bir hataya düşmüşüz. Hayat o kadar kolay ertelenebilir bir şeymiş gibi her şeyi siyasi beklentiler üzerine kurmuşuz. Sosyal ilişkilerimizi bari toparlayabilseydik; çöken adalet, kirlenen ahlak anlayışı karşısında etik duvar örerken işimize de yarardı. Gün gelip kitlesel bir hareketlilik icap ettiğinde bizi de daha kolay bir araya toplardı.İktidarı eleştirmek kolay, takdir edilecek tek durum yok ortada, siyasi muhalefete de sitemin ötesinde bir öfke birikti, kurulamayan her ittifak sinir bozuyor, kurulan ittifaklar da çare değil yare oluyor bazılarına, sendikalar yeterince inletmiyor ortalığı, demokratik kitle örgütleri daha güçlü duramaz mıydı derken seri eleştiriyoruz birilerini, bir şeyleri, eylemliği, eylemsizliği.Çaresizliği eleştiriyle yenmeye çalışıyoruz, böylelikle başkasını çare olmaya yönlendirebileceğimizi umuyoruz. Bireysel olarak ne kadar çare olabiliriz diye düşünmek daha zor geliyor herhalde ya da herkesin yanları ağrıyordur belki yirmi senelik kavganın üzerine.

Yandaş medyası, bürokratı, diplomatı, siyasetçisi, kayyumu, mitinge giden seçmeni, mikrofon tutulan sempatizanı öyle bir tek adam övdü ki; uzun adam, ümmetin lideri, Avrupa’nın korkulu rüyası, Putin’in hakkından geleni, ABD’nin ayar vereni, tensipleriyle, takdirleriyle, atarıyla, gideriyle uzaya çıkardı diye diye, övgü bizde alerji yapmaya başladı.Övgü buysa bizden uzak olsun demeye başladı belki de bilinçaltımız.Yergi suları daha güvenli.

Jonathan Swift “Yergi öyle bir aynadır ki ona bakanlar orada herkesin yüzünü görürler de kendilerininkini görmezler” der. Öyle de oldu.Yere yere yerimiz kalmadı insan sevmeye.Falih Rıfkı Atay, İmparatorluğun çöküşünü anlattığı 1932 basım Zeytindağı kitabında, gerçeği övgü ve yerginin tam ortasına koyuyordu.“Hür bir fikir eğitimi görmeyenlerle anlaşmak imkanı var mıdır? Onlar da gerçeğin yüzde yüz yergi ile yüzde yüz övgünün belki de tam ortasında olduğunu bilmez değillerdir. Fakat eski zamanların kulluk ahlakına esirdirler. Yerme yahut övme, iyilik yahut kötülük gördüğünüze göre, bu ikisini yapmakta, onların ahlakına göre, haklısınız. Tarihte gerçeğin ne lüzumu var?.. Osmanlı tarihi, bu sebeple, bir yalan alemi olmuştur. Yalan, şarkta ayıp değildi.”Gerçeğin tam ortada durduğu varsayımını aldığımızda, kendi cephemizde pek övgü kalmadığından, ağırlık noktası yergiye düşüyor.

Bu vesileyle dedim haydi bu pazar, kendimizi övelim biraz.Düşünün, ne kolaydı geçmişte savunduğunun tersini söyleyip cukkayı doldurmak, alt tarafı saf değiştirecektik. Hiçbir şeyimiz olmasına gerek yoktu, ne eğitim ne sermaye. Büyük konuşup, şeyh eli, sermaye eteği, rejim gıdısı öpünce akacaktı ihaleler. Düne kadar çaycı, grafiker, şarkıcı, bankacı, şöförken birkaç sene içinde müteahhit, armatör, iş insanı, serbest ticaret, danışman vs. yazacaktı kartvizitlerimizde.Değil tenezzül etmek, niyet etmek, aklımızdan geçirmedik. Helal olsun hepimizin o teslim alınamaz onuruna. Koca bir elmas gibi hâlâ, fosil yakıt da olabilirdi, değerlendikçe değerlendi, göz alıyor ederi.Onur; reddettiğin tutarla ölçülür, malların aksine.

Atay, “Yalan şarkta ayıp değildi.” diyor. Nasıl da sahip çıktık ama ayıplığına?Bildiği doğruyu ortaya koymak adına, işinden olan, yargılanan, tutuklanan, sürülen ya da en hafifinden yaşamından kısılacağının farkında olan ama aksini, yani yalana sığınmayı bir kez bile denemeyen herkesi çok tebrik ederim, duruşlarına minnetle. Helal olsun koca yüreklerine. Ayıptır, suçtur, haysiyetsizlik ve ahlaksızlıktır yalan. Hâlâ da öyledir, kaybedeceklerini bile bile doğrudan yana duranlar sayesinde.

Eğitim ne hale geldi, işsizlik boyu geçti, enflasyonda çalışıp kazandığınla geçinmek imkansız. “Okuyup ne yapacaksın, aç bir zincir güzellik merkezi, sahte bir e-ticaret sitesi ya da mafyanın getir götürüne bakarsın, malum memleket dünya mafyasının arka bahçesi” algısına rağmen, yurtlarda perişan koşullarda, üç kuruş bursu yetirmeye çalışarak, dolmuş-otobüs sıralarında saatler harcayarak okumaya çalışan her gence helal olsun.Yüz akısınız memleketin, umudusunuz. Siz okudukça ayaktayız, dayatın dilerim akademiye bilimi. Zor sorularla sıkıştırın hocaları, taleplerinizle terletin rektörleri. Siz alanlara çıkıp haykırdıkça, güneş doğuyor umudumuzun üzerine. Alkışlar, takdirler size. Sakın kıymayın canınıza, sizin bir nefesiniz, bu düzenin tüm kara paralarından değerli. Hissettiremediysek, düştüğümüz yergi batağındandır. Canınıza iyi bakın, bizim neslin siz kusuruna bakmayın. Bir umudumuz sizde, ne olur kabul buyurun.

“Böyle bir dünyaya çocuk getirilmez” cümlesi hiç bu kadar anlaşılır olmamıştı. Yine de, aydınlık saflara nefer lazım düşüncesiyle çocuk yapan, ona imkansızlıklar içinde yine de mutlu bir çocukluk sunan, özgür bir evlat yetiştirmeyi kafaya koyan her ebeveyne helal olsun. İktidar her yerden aile aile diye, en az üç çocuk diye kafa ütülerken yapmamayı tercih eden herkese de helal olsun. Irmağın akışına taş koyan gönüllere zeval gelmesin, hepsi aykırı aykırı yürüyedursun.

25 Kasım, 8 Mart ile sınırlı kalmadan, her hak kaybında sokağa inen tüm kadınlara alkış. Sokak hâlâ bilfiil yasak değilse sayelerinde. Morun başı çektiği rengarenk pankartlarıyla, ezber bozan dövizleri, sloganlarıyla, hoparlörlerden yankılanan şarkılarıyla, öfkelerini haykırırken coşkularını, neşelerini çaldırmayan kadınlar sayesinde alanlar hâlâ cazip, hâlâ arzulanır, hâlâ canlı. Oysa ne kolaydı sosyal medyaya bir satır yazıp geçmek, ozalitçilerde döviz bastırmaktan, altı metre kumaşı yirmi farklı renkle boyamaya çalışmaktan, ışıklı pankartlar taşımaktan, izin belgeleriyle uğraşmaktan, alandaki polisle müzakere etmekten, gözaltılardan, adliyelerden, karakollardan. Ben böyle yürek görmedim, böyle inat, böyle cesaret. Bu memlekette her eyleme bayrama gider gibi giyinecek bu moral, bu heves...Bu iktidarın makbul kadın baskısına yirmi yıldır artan ivmede bir başkaldırı. En büyük övgülere layık ülkenin kadın hareketi.

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerine övgülerden koca bir demet. Hava koşullarına bakmadan, kimin ne dediğini takmadan, sürdürülebilirlik eylemde böyle olur dedirten dirayetlerine helal olsun. Kayyumlar gelir geçer, onların ayak izi kalır. İstenmediğini bir kayyumun yüzüne her gün çarpıyorlar, lazer gösterisi gibi parıl parıl.Biat ettim rahat ederim diye düşünenlerin uykusunu kaçıranlara helal olsun.

Gezi tutsaklarına, Selçuk Kozağaçlı’ya, Selahattin Demirtaş’a, Figen Yüksekdağ’a, Alp Altınörs ve tüm siyasi tutsaklara; bu kötücüllük içinde, sinizmin batağında, hafızasızlık çağında, bir milim eğilmedikleri için helal olsun, dışarıdaki direncin içerideki çelik konstrüksiyonu oldular. Elleri kalem tutuyor hâlâ, yazıyorlar, bizde bitecek gibi olduğunda depomuza umut, azim, inat dolduruyorlar.

Bir düşününce, pandemide maskesiz kaldık, işsiz kaldık, yalnız kaldık, depremde yapayalnız, ayazda, hiçlikte kaldık. Kalan sağlar diğerlerine el verdi. Biz zorda beraber kaldık, beraber çıktık.

Övgüyü haiz nice insan var sığmadı bir köşeye, saymakla bitmez isimleri.Paraya satmadılar, karaya ak demediler, tembellik hakkına sığınmadılar, mücadeleden düşmediler. Vardık, varız, var olacağız.

Asfalyasıyız memleketin, kendimizi övelim, birbirimizi övelim.

Falih Rıfkı da hep en iyiyi söyleyen, hatasız duran adam değildi ama kalemi sağlamdı. Onun matematiğince, yergi ile övgü arasında buluruz diye umuyorum kendimize dair gerçeği. Seçimsiz seneler olacak önümüzde.

Yeniden sağ çıkmak için ihtiyacımız var gerçekliğe ve morale.

Övülesi pazarlar dilerim.

QOSHE - Yergi-Gerçek-Övgü - Ayşen Şahin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yergi-Gerçek-Övgü

48 4
28.01.2024

“Ben sözlerimin candanlığına inanılmasını yeğ tutar, bunu övgü sayarım.”

Jane Austen

Geçen hafta arkadaşlık üzerine yazmıştım. Çok güzel mesajlar, mektuplar aldım. Meğer ne çok hasretmişiz iyi şeyler üzerine okumaya, yazmaya.

Sürekli bir karamsarlık içindeyiz, hayatı normal akışına sokmayı iktidar değişikliğine ertelemek gibi bir hataya düşmüşüz. Hayat o kadar kolay ertelenebilir bir şeymiş gibi her şeyi siyasi beklentiler üzerine kurmuşuz. Sosyal ilişkilerimizi bari toparlayabilseydik; çöken adalet, kirlenen ahlak anlayışı karşısında etik duvar örerken işimize de yarardı. Gün gelip kitlesel bir hareketlilik icap ettiğinde bizi de daha kolay bir araya toplardı.İktidarı eleştirmek kolay, takdir edilecek tek durum yok ortada, siyasi muhalefete de sitemin ötesinde bir öfke birikti, kurulamayan her ittifak sinir bozuyor, kurulan ittifaklar da çare değil yare oluyor bazılarına, sendikalar yeterince inletmiyor ortalığı, demokratik kitle örgütleri daha güçlü duramaz mıydı derken seri eleştiriyoruz birilerini, bir şeyleri, eylemliği, eylemsizliği.Çaresizliği eleştiriyle yenmeye çalışıyoruz, böylelikle başkasını çare olmaya yönlendirebileceğimizi umuyoruz. Bireysel olarak ne kadar çare olabiliriz diye düşünmek daha zor geliyor herhalde ya da herkesin yanları ağrıyordur belki yirmi senelik kavganın üzerine.

Yandaş medyası, bürokratı, diplomatı, siyasetçisi, kayyumu, mitinge giden seçmeni, mikrofon tutulan sempatizanı öyle bir tek adam övdü ki; uzun adam, ümmetin lideri, Avrupa’nın korkulu rüyası, Putin’in hakkından geleni, ABD’nin ayar vereni, tensipleriyle, takdirleriyle, atarıyla, gideriyle uzaya çıkardı diye diye, övgü bizde alerji yapmaya başladı.Övgü buysa bizden uzak olsun demeye başladı belki de bilinçaltımız.Yergi suları daha güvenli.

Jonathan Swift “Yergi öyle bir aynadır ki ona bakanlar orada herkesin yüzünü görürler de kendilerininkini görmezler” der. Öyle de oldu.Yere yere yerimiz kalmadı insan sevmeye.Falih Rıfkı Atay, İmparatorluğun çöküşünü anlattığı 1932 basım Zeytindağı kitabında, gerçeği övgü ve yerginin tam ortasına koyuyordu.“Hür bir fikir eğitimi görmeyenlerle anlaşmak imkanı var mıdır? Onlar da gerçeğin yüzde yüz yergi ile yüzde yüz övgünün belki de tam ortasında olduğunu bilmez değillerdir. Fakat eski zamanların kulluk ahlakına esirdirler. Yerme yahut övme, iyilik yahut kötülük gördüğünüze göre, bu ikisini yapmakta, onların ahlakına göre, haklısınız. Tarihte gerçeğin ne lüzumu var?.. Osmanlı tarihi, bu sebeple, bir yalan alemi olmuştur. Yalan, şarkta ayıp değildi.”Gerçeğin tam ortada durduğu varsayımını........

© Evrensel


Get it on Google Play