İşçi, çiftçi, doktor, kadın, baba, genç, anne, öğrenci

Neredeyse her gün başka bir statüdeki biri hayatına son veriyor.

Kimi sessiz sedasız…

Kimi çaresiz bıraktığı sevdiklerinden özür dileyerek…

Kimi arkasında ‘gör artık’ diye bağıran tokat gibi mektup bırakarak.

Peki bunca intihar neden?

Savaşta ölmüyor bu kadar insan!

Geride bırakılan mektuplar çok şey anlatıyor aslında, cevaba dair.

***

Oğluma okul üniforması alamadım’ diye not bırakan baba; yoksulluğun en acı halini özetlemez mi?

Ya da ‘Cebimde yalnızca 1 TL var, ekmek alamadım’ diyen eş.

Peki ya…

Ölümümden ev sahibim sorumludur’ notunu bırakıp intihar eden emekli Nevzat Hanım?..

5 bin TL’lik maaşıyla geçinmeye çalışıyordu, kirası 10 bin liraya çıktı. İşte o an Nevzat Hanımın hayatının şalteri indirildi, ekonomik zorla!

Sadece ev sahibi miydi suçlu olan?

Emeklilik maaşını hiçe çeviren iktidar politikası… Konut sahipliğini ranta döndüren beton iktidarı… Gelir uçurumunu derinleştiren, en alttakilerin canına okuyan başkanlık sistemi…

Masum mu sizce?..

Tıpkı Emekli Nevzat Hanım gibi… Matematik Öğretmenliği öğrencisi 21 yaşındaki Resul Alan’ın intihar etmeden önce sosyal medya hesabında bıraktığı şu not da çok şey anlatıyor: “Her şey baştan beri berbattı. Yaşamak ağır geldi”.

Neydi berbat olan?

Sürekli çalıştığı için derslere gelemiyordu. Çalışmak zorundaydı; evde kalıyordu, kira ödemeliydi; okuyabilmek için borçlanmıştı.

Hayata yoksul başlamıştı, devlet eğitim yükünü omzuna yıkmıştı. O yükün altında kaldı.

Sizin de ‘Nerede bu sosyal devlet’ diye haykırasınız gelmedi mi?

Daha 27’sinde, 36 saat nöbetin ardından hayatına son veren Doktor Ece Ceyda’nınkine ne demeli: “Lanet hastaneler doktorlara yüklenip durmasın”.

Aşırı mesai…

Aşırı iş yükü…

İktidar eliyle değersizleştirme ve şiddete maruz bırakılma…

Ve daha nice cenderenin özetiydi Doktor Ece’nin sözleri.

Umarım ölümüm bazı güzel değişikliklere yol açar” diyordu Ece…

Ardından Doktor Fulya, Doktor Eren, Doktor Rümeysa beyaz önlükleriyle, kap kara bir gölgeye dönüştü!

Gel gör ki…

Onca mobingi

Onca ‘kurtuluşu’ yurt dışına göçte arama isteğini…

Onca şiddeti

Yok sayarak, sağlık bakanı bütçe görüşmelerinde ‘para göz’ ilan etti sağlık çalışanlarını; genç doktorların kemiklerini sızlatarak!

Sorarım; “Çiftçi kredisi borçları yüzünden banka önünde kendini yakan” üretici köylü bütün bir tarım politikasını özetlemez mi?

Allah aşkına…

Tarikat, cemaat kapanı…

Onların yurtları, medreseleri…

Yangın, ölüm, taciz, istismar haberleri…

Ne varsa tarikat iktidar ilişkisine dair, hepsinin özeti değil miydi; 12 yaşındaki Urfalı Abdülbaki’nin intiharı!

Ailesi tarafından zorla gönderildiği tarikat medresesinden, iki kez kaçmayı deneyip kurtulamayınca, cendereden hayatına son vererek kurtulmayı(!) seçmişti.

İşçi intiharlarına gelince

Sormayayım, direkt söyleyeyim: Her biri kapitalizmin teşhiri!

Her biri çok şey anlatan intiharların çeşitli sebepleri var.

Örneğin psikolojik sebepler; Aile geçimsizliği, hissi ilişkiler, öğrenim başarısızlığı gibi…

Bir başkası biyolojik sebepler; Hastasınızdır…

Sosyal, siyasal sebepler… Liste uzayıp gidiyor.

Ekonomik sebepler de intiharlarda en önemli etkenler arasında.

***

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre… Dünya üzerinde her yıl 800-850 bin kişi intihar ediyor. Ve bu intiharların yüzde 75’i orta ve düşük gelirli ülkelerde.

Araştırmalar her yıl 50 bin kişinin işsizlik nedeniyle intihar ettiğini ortaya koyuyor.

Veriler ekonomik büyümenin, refahın arttığı dönemlerde intihar sayısında azalmaya işaret ediyor. Ekonomik ve sosyal krizlerin tırmandığı dönemlerde ise tam tersine intihar oranlarının arttığına...

Türkiye’de de Meclis gündemine getirilen verilere göre ekonomik gerekçelerle intiharlarda artış var.

Özellikle ekonominin krizlerle sarsıldığı 2017-2021 döneminde, ekonomik nedenlerle yaşanan intiharlar yüzde 50 artış gösterdi.

Pandemide adeta toplu intiharlara döndü!

Şu haberleri hatırlayınız…

Kocaeli’de sadece 1 haftada 7 kişi intihar etti. ,

Aydın’da ise bir günde 3 kişi canına kıydı.

Kayseri’de 39 günde 7 kişi intihar etti.

Bunlar tesadüf değildi. Pandemide en az maddi desteğin yapıldığı ülke Türkiye idi. Üstelik patronların çarkları dönsün diye işçi ve emekçiler ateşe atılıyordu.

Geçim riski ile can riski bir aradaydı.

Ipsos Araştırma’nın 30 ülkede yaptığı ankette, pandemi sürecinde ruh sağlığı en kötüye giden ülkenin Türkiye çıkması şaşırtıcı değildi!

Tabi bu dönemde intiharların artması da…

***

Her intihar vakasını tekil göstermeye çalışmak da… Toplumsal özelliğinden arındırmak da gerçeği örtmeye hizmet eder.

İntihar sosyal bir olay olarak ele alınmalı.

Sosyal yapı çöküntüsü ile intihar arasında bir nedensel ilişki var .

Durkheim bu tespitleri 1900’lü yıllar başlamadan önce yapmıştı!

Türkiye’de yaşananlar da olayın toplumsal boyutunu ortaya koyar nitelikte.

TÜİK verilerine göre son 21 yıl içerisinde ise 61 bin 399 kişi intihar ederek hayatını kaybetti.

Her ne kadar, kapitalizmin kuralsızlaştırma, güvencesizleştirme ve geleceksizleştirme politikaları tüm dünyada artırsa da… AKP’nin temelini döşediği acı bir tablo söz konusu.

Tıpkı pandemide olduğu gibi geneldeki artış da tesadüf değil.

Uzayan iş saatleri…

Düşen ücretler…

Artan işsizlik…

Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı…

Ez cümle yaşam koşullarının gün geçtikçe ağırlaşması…

İşçi intiharları bunlardan bağımsız düşünülebilir mi?

***

Türkiye’de ise işçi intiharları ile ilgili tek detaylı araştırma İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’ne ait.

O verilere işyerindeki koşullara veya geçim sıkıntısına bağlı nedenlerle intihar eden işçi sayısı gittikçe artıyor.

İş kazası denilen iş cinayetlerine kurban giden işçi sayısı da…

Ve dikkat: İşçi cinayetleri, işçi intiharları, işsizlik rakamları paralel bir artış gösteriyor.

Ülkeyi işçi cehennemine çevirenlerin kuleleri her biri!

Bugün gazetemiz Evrensel’in manşetine taşıdığı genç intiharları da öyle…

Genç işsizlik yüzde 25…

Gençlerin yüzde 25 kayıp (Ne işte, ne istihdamda, ne askerde; devletin de ‘nerede olduğunu bilmiyorum’ dediği aylaklık pozisyonunda).

Her on gençten 5’i çalışamadığı için ailesine mahcup’…

İş bulma ümidi kalmadığı için iş aramayı bırakmış yüz binlerce üniversite muzunu.

Üniversiteyle ‘yırtma’ şansı dahi kalmamış… Sokak röportajlarında sık sık dile getirildiği gibi umudu olmayan ya da hayal kuramayan bir gençlik.

Planlı, organize, sistematik bir programın dibe itilmiş genç hayatlar!

Ne diyordu Engels İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu (1845) kitabında… İntihar veya çalışırken ölmek örtülü bir cinayettir.

Yaşamın gereklerinden yoksun bırakmak, yasaların gücüyle ölünceye dek o koşullara mahkum etmek net bir ‘sosyal cinayetti’.

***

Artık Türkiye’de ‘sosyal cinayetler çuvala sığmıyor!

İktidar…

İslâmcı ve milliyetçi söylemle belli bir topluluğa dahil edip, sadakacılıkla ‘beslediği’ geniş kesimlerin, kemirici endişesini gidermekte zorlanıyor.

Açlıkla, yoksullukla, geleceksizlikle kavrulan geniş halk kesimleri biriken ve hedefini bulamayan öfkesini kendisine yöneltiyor; intiharlara…

AKP’nin örgütsüzleştirdiği bireylerin intiharı, İslâmsızlıktan değil, açlık karşısındaki yalnızlıktan!

Ve ne hazin ki…

Sömürülen sınıflı, gelir uçurumlu ezen hale, iktidar bir de otoriter, merhametsiz ve adaletsiz halkalar ekledikçe ekliyor; değirmenin öğüten taşı büyüdükçe büyüyor!

Yukarıda örneklerinde görüldüğü gibi intihar bir isyandır. Bir teşhir biçimidir aynı zamanda.

İntihar Üzerine Notlar adlı eserinde Simon Critchley diyordu ki…

Utanç, gurur ya da basit bir intikam kararı gibi bariz saikler ardında, yasadığı adaletsizlik karşısında haklı bir direniş edimi olarak intiharda daha derin bir anlam yatar”…

Ama intihar ne özendirilesi ne de savunulası bir şey!

***

Doktor Eda’nın son mektubunda, “Umarım ölümüm bazı güzel değişikliklere yol açar” yazılıydı.

Ama olmadı!

21 yaşında aramızdan ayrılmayı seçen Resul Alan’ın son mektubundaki isyanında dediği gibi: “Türkiye’de gençler intihar ediyor her gün ama hiçbir şey değişmiyor”.

Öyleyse…

Dayanışma ağları

Örgütlülük

Sadakacı değil sosyal olan devlet

Ve benzeri kavramlar ve eylemler altında aramak gerek çözümü; bireysel yalnızlık ve çıkmazdan kurtulmak için.

Ne diyelim…

Çareyi ‘öteki dünya’da aramamak için, bu dünyanın cenderedeki bütün gençleri, kirayı ödeyemeyecek hale gelen emeklileri, kadınları, işçileri, horlanan babaları, ruhu paramparça edilenleri birleşin!

QOSHE - AK kapitalizmin kara gölgesi: İntiharlar - Bülent Falakaoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

AK kapitalizmin kara gölgesi: İntiharlar

20 1
16.11.2023

İşçi, çiftçi, doktor, kadın, baba, genç, anne, öğrenci

Neredeyse her gün başka bir statüdeki biri hayatına son veriyor.

Kimi sessiz sedasız…

Kimi çaresiz bıraktığı sevdiklerinden özür dileyerek…

Kimi arkasında ‘gör artık’ diye bağıran tokat gibi mektup bırakarak.

Peki bunca intihar neden?

Savaşta ölmüyor bu kadar insan!

Geride bırakılan mektuplar çok şey anlatıyor aslında, cevaba dair.

***

Oğluma okul üniforması alamadım’ diye not bırakan baba; yoksulluğun en acı halini özetlemez mi?

Ya da ‘Cebimde yalnızca 1 TL var, ekmek alamadım’ diyen eş.

Peki ya…

Ölümümden ev sahibim sorumludur’ notunu bırakıp intihar eden emekli Nevzat Hanım?..

5 bin TL’lik maaşıyla geçinmeye çalışıyordu, kirası 10 bin liraya çıktı. İşte o an Nevzat Hanımın hayatının şalteri indirildi, ekonomik zorla!

Sadece ev sahibi miydi suçlu olan?

Emeklilik maaşını hiçe çeviren iktidar politikası… Konut sahipliğini ranta döndüren beton iktidarı… Gelir uçurumunu derinleştiren, en alttakilerin canına okuyan başkanlık sistemi…

Masum mu sizce?..

Tıpkı Emekli Nevzat Hanım gibi… Matematik Öğretmenliği öğrencisi 21 yaşındaki Resul Alan’ın intihar etmeden önce sosyal medya hesabında bıraktığı şu not da çok şey anlatıyor: “Her şey baştan beri berbattı. Yaşamak ağır geldi”.

Neydi berbat olan?

Sürekli çalıştığı için derslere gelemiyordu. Çalışmak zorundaydı; evde kalıyordu, kira ödemeliydi; okuyabilmek için borçlanmıştı.

Hayata yoksul başlamıştı, devlet eğitim yükünü omzuna yıkmıştı. O yükün altında kaldı.

Sizin de ‘Nerede bu sosyal devlet’ diye haykırasınız gelmedi mi?

Daha 27’sinde, 36 saat nöbetin ardından hayatına son veren Doktor Ece Ceyda’nınkine ne demeli: “Lanet hastaneler doktorlara yüklenip durmasın”.

Aşırı mesai…

Aşırı iş yükü…

İktidar eliyle değersizleştirme ve şiddete maruz bırakılma…

Ve daha nice cenderenin özetiydi Doktor Ece’nin sözleri.

Umarım ölümüm bazı güzel değişikliklere yol açar” diyordu Ece…

Ardından Doktor Fulya, Doktor Eren, Doktor Rümeysa beyaz önlükleriyle, kap kara bir gölgeye dönüştü!

Gel gör ki…

Onca mobingi

Onca ‘kurtuluşu’ yurt dışına göçte arama isteğini…

Onca şiddeti

Yok sayarak, sağlık bakanı bütçe görüşmelerinde ‘para göz’ ilan etti sağlık çalışanlarını; genç doktorların kemiklerini sızlatarak!

Sorarım; “Çiftçi kredisi borçları yüzünden banka önünde kendini yakan” üretici köylü bütün bir tarım politikasını özetlemez mi?

Allah aşkına…

Tarikat, cemaat kapanı…

Onların yurtları, medreseleri…

Yangın, ölüm, taciz, istismar haberleri…

Ne varsa tarikat iktidar ilişkisine dair, hepsinin özeti değil miydi; 12 yaşındaki Urfalı Abdülbaki’nin intiharı!

Ailesi tarafından zorla gönderildiği tarikat medresesinden, iki kez kaçmayı deneyip kurtulamayınca, cendereden........

© Evrensel


Get it on Google Play