“Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:

- Maveraünnehir nereye dökülür?”

Soru, dil bilgisi ve coğrafya açısından saçma elbette. Kelime anlamı “nehrin ardı” olan “Maveraünnehir,” Ceyhun ve Seyhun arasındaki bölgenin adı. Düz mantık kullanırsak, bir yere akamaz.

Ancak daha büyük yanlış, bilinci bilinçsiz küçük düşürmelerin, birçok çocuğu eğitimden soğutması, bazısını okulu terke, hatta intihara sürüklemesi. Ece Ayhan’ın ortaokul hakkındaki şiirlerinde anlattığı bu.

Farkında olalım, olmayalım, özel ve kamusal eğitim, en geniş anlamıyla “devlet”in bir parçası. Devlet, sadece asker, mahkemeler, polis ve bürokrasiden ibaret bir yapı değil. Hakim sınıfların egemenliğini örgütleyen özel, sivil ve kamusal kurumların bütününe “entegral devlet” adını verir sosyalist düşünür Gramsci. Derslerde ve teneffüslerde devlet, yoksullara ve azınlıklara cahil ve değersiz olduklarını hatırlatır, kendi doğrusunu dayatır. Sosyolojide bunun adı (Bourdieu’nün tabiriyle) “sembolik şiddet.” Orta ikiden intiharla terk, sembolik ve fiziksel şiddet arasındaki makasın her an kapanabileceğini hatırlatır bize.

Ece Ayhan’ın şiirleri, ezilen kesimlerin devletinkinden daha gerçek bir coğrafya bilgisi olduğuna, bunun sürekli yok sayıldığına dikkat çeker:

“Yalnız Orta Doğu’da el altında satılan bir atlas.

Kim demiş on sekiz yaşından küçükler okuyamaz?”

Brezilyalı Pedagog Paulo Freire der ki: Eğitimcinin görevi, unutturulmaya çalışılan bu bilgileri, giderek eğitimin merkezine yerleştirmektir. Ancak bu ilkeye inanmak başka, bunu hayata geçirebilmek başka.

Yirmi beş yılı aşkın süredir, Türkiye ve ABD’de eğitimci olarak çalışıyorum. “Yanlış” soruları sora sora, doğru sorulara ulaşma çabasındayım. Bu süreç boyunca, zor aygıtlarının ve piyasalaştırmanın, ezilenlerin mücadeleleriyle kazanılmış mevzileri nasıl birer birer aşındırdığına da şahit oldum. Ortaokul öğretmenliği yaptığım Sultanbeyli’de, yoksullar arasında yayılan suç eğilimlerine karşı bekçilik yapmak zorunda bırakılan öğretmenler... Boğaziçi gibi kurumların içinin boşaltılması... Kamu eğitiminin dahi iyice pahalanmasıyla, Amerika’nın borç batağında yüzen öğrencileri... Muhafazakar eyaletlerde Freire kitaplarının yasaklanması... Tüm bunların arka planında, eğitime ayrılan bütçenin kısılması... Temel okur yazarlığa bile hem Türkiye’de hem Amerika’da bir tür “lüks” muamelesi yapılması... Bir taraftan sürdürülebilir istihdam giderek azalırken, diğer taraftan okulda uzun yıllar geçirmenin maddi olarak yıpratıcı, görünürde de “anlamsız” hale gelmesi...

Böyle bir tarihsel dönemeçte, kalbinizi olup bitene kapatmazsanız eğer, girilen her ders bir çileye dönüşme potansiyeli taşıyor. Elbette mesele, devletin bu “organik kriz”ini devrimci bir fırsata dönüştürüp dönüştüremeyeceğimiz.

Öğrencilerin en temel metinleri anlama kapasitesi, yirmi beş yıl öncesine göre çok sınırlı. Ancak metinlerle kurdukları ilişki değişmiş durumda. Örneğin, daha on yıl öncesine kadar kafalarında hiçbir yere oturmayan “mutlak artı değer” ve “göreli artı değer” gibi kavramları, kendi hayatlarına referansla tartışıyorlar artık. Çünkü giderek artan sayıda öğrencim, akşamları çalışmak zorunda. Geçen sene, Marx’ın bu kavramlarını öğrettiğim bir dersten sonra, yirmi beş yıldır görmediğim bir dozda katılım oldu. Klasik ve güncel sosyolojik teori anlattığım iki dönem boyunca, bu kavramların ve benzerlerinin kendi pratiklerinde nereye denk düştüğünü büyük bir hevesle tartıştı öğrenciler.

Maalesef geçen seneki bu dersin sadece bir istisna olma ihtimali var. Kayıtsızlık giderek daha çok hakim oluyor. Freire’den öğrendiğimiz tüm sarsma yöntemlerini kullanmama rağmen, bu dönemki dersimde korkunç bir sessizlik hakim mesela.

Böyle duvarlara toslayan eğitimcinin, öğrencileri suçlamak yerine, yapısal süreçlerin niye bu sessizliği yarattığını tekrar tekrar kendine hatırlatması gerekiyor. Ve elbette bu sembolik şiddetin sürmesinde kendi rolünü sorgulaması. Bazen doğru soruları, doğru yöntemleri bulduğunuzu düşünürsünüz. Fakat hayat dinamik. Dün doğru olan soru, bugün devletin en berbat sorusundan bile daha yaralayıcı bir araç haline gelmiş olabilir.

Devletin yanlış sorularının, yabancılaşma, terk, intihar dışında bir sonucu daha olabilir. Ece Ayhan buna da dikkat çekiyor. Yazının en başında sorulan soruya istinaden:

“En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:

- Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir”

Ancak biliyoruz ki yoksulların hemen her ayaklanması bastırılır. Diğerleri de niyet ettikleri sonuçların tersine varır çoğu zaman. Yine de egemenlerin süregiden fiziksel ve sembolik şiddeti, ayaklanmaları kaçınılmaz kılar.

Eğitimcinin bir görevi de öğrencileri kayıtsızlıktan sıyırmak kadar, o büyük gün gelip çattığında, amaçların ve araçların rotasından çıkmamasını sağlayacak halk çocukları yetiştirmektir.

QOSHE - Bir eğitimcinin günlüğünden - Cihan Tuğal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir eğitimcinin günlüğünden

9 47
30.03.2024

“Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:

- Maveraünnehir nereye dökülür?”

Soru, dil bilgisi ve coğrafya açısından saçma elbette. Kelime anlamı “nehrin ardı” olan “Maveraünnehir,” Ceyhun ve Seyhun arasındaki bölgenin adı. Düz mantık kullanırsak, bir yere akamaz.

Ancak daha büyük yanlış, bilinci bilinçsiz küçük düşürmelerin, birçok çocuğu eğitimden soğutması, bazısını okulu terke, hatta intihara sürüklemesi. Ece Ayhan’ın ortaokul hakkındaki şiirlerinde anlattığı bu.

Farkında olalım, olmayalım, özel ve kamusal eğitim, en geniş anlamıyla “devlet”in bir parçası. Devlet, sadece asker, mahkemeler, polis ve bürokrasiden ibaret bir yapı değil. Hakim sınıfların egemenliğini örgütleyen özel, sivil ve kamusal kurumların bütününe “entegral devlet” adını verir sosyalist düşünür Gramsci. Derslerde ve teneffüslerde devlet, yoksullara ve azınlıklara cahil ve değersiz olduklarını hatırlatır, kendi doğrusunu dayatır. Sosyolojide bunun adı (Bourdieu’nün tabiriyle) “sembolik şiddet.” Orta ikiden intiharla terk, sembolik ve fiziksel şiddet arasındaki makasın her an kapanabileceğini hatırlatır bize.

Ece Ayhan’ın şiirleri, ezilen kesimlerin devletinkinden daha gerçek bir coğrafya bilgisi olduğuna, bunun sürekli yok sayıldığına dikkat çeker:

“Yalnız Orta Doğu’da el altında satılan bir atlas.

Kim demiş on sekiz yaşından küçükler okuyamaz?”

Brezilyalı Pedagog Paulo Freire der ki: Eğitimcinin görevi, unutturulmaya çalışılan bu bilgileri, giderek eğitimin merkezine yerleştirmektir. Ancak bu ilkeye inanmak başka, bunu hayata geçirebilmek başka.

Yirmi beş yılı aşkın süredir,........

© Evrensel


Get it on Google Play