İslami hareket en zorlu sınavlarından birini veriyor. Daha doğrusu, bu sınavı vermemek için elinden geleni yapıyor.

Bir taraftan İslamcı kalemler İsrail’i yerden yere vuran yazılar kaleme alıyor. İsrail’le ilişkileri sürdüren devletlere ve şirketlere öfke kusan bu yazılar, iktidar basınında yayımlanıyor.

Diğer taraftan, iktidar ve ilintili olduğu şirketler İsrail’le o ya da bu şekilde ilişkilerini sürdürüyor.

Bir yandan İslami sermaye grupları İsrail’i kınama mitingleri düzenliyor. Diğer yandan, süregiden işgal sayesinde zenginleşiyor.

Ufak tefek de olsa, İslamcıların da katıldığı (Hatta bazılarının önderlik ettiği) gösteriler, bu ilişkileri kınıyor. AKP’ye liberal İslami muhalefet, ticaretin kesilmesini değil bu ikiyüzlülüğün son bulmasını talep ederken, daha radikal İslami muhalefet, ağırlığını tüm ilişkilerin kesilmesi yönünde koyuyor. Elbette liberallerin sesi ana akımda, radikallerin ise daha çok sokakta çıkıyor.

Fakat durumu gayet karmaşıklaştıran, iktidarın kendi tabanı ve entelektüelleri arasında ciddi bir rahatsızlığın olması. Ve elbette radikal eleştirilerin bu rahatsızlığı perçinlemesi.

Dolayısıyla, iktidar yanlısı yazardan, AKP bağlantılı sivil toplum önderine kadar bir dizi şahıs, İslami sermayeye belirli belirsiz meydan okuyor. “Yargılansınlar” gibi cümleler duyuyoruz arada. Fakat bu talepler hiçbir zaman somutlaştırılmıyor. İÇDAŞ’ı, Züccaciyeciler Derneğini, MÜSİAD’ın önde gelen bazı isimlerini doğrudan hedef alan görece küçük gençlik eylemliliklerinin tersine, bu şahıslar bir türlü suçluları ağızlarına alamıyor. Yine de tabanda bir şeylerin kaynadığını hissedebiliyoruz.

Özetle, İslami sermaye ile İslami hareket arasında muhtemel bir makas açılması var. Ama makas paslanmış durumda, açılamıyor bir türlü.

İslamcı parametreler içinde, bu durumun alternatifi ne olabilir? Burjuvazi tasfiye edilebilir, ya da en azından gemlenir. Rejime ve dış ilişkilerine aktivist ve entelektüel İslamcılık yeni bir şekil verir.

Bunun oluru var mı? Pratikte neredeyse imkansız çünkü Türkiye İslamcılığı bir burjuva hegemonyası olarak şekillenmiş durumda. Hareketi büyütüp geliştiren de buydu, iktidara getiren de. Tüm salınımlarına rağmen Türkçü-İslamcı rejim, sadece kendine bağlı sermayedarların değil, küresel ticaretin ve sermaye birikiminin sözcüsü ve garantörü olageldi.

Ancak teorik olarak, İslami burjuvaziyi güdüm altına alan, aktivist-entelektüel bir radikalleşme mümkün. Tüm dünya altüst olursa (Ki olacağı günler de çok uzak değil), bazı toplumsal ve entelektüel kuvvetler AKP’yi bu yöne çekebilir.

Fakat alternatif bir sınıfsal projenin yokluğunda, böyle bir entelektüel-aktivist hat değişikliği maceracılıkla sonuçlanacaktır.

Burada da İslamcılığın bir dünya görüşü olarak (AKP ve Türkiye’yi de aşan) genel sınırlarına geliyoruz. Üretim ilişkileri ve sınıfsallık boyutları çok zayıf olan bu gelenek, İslam ve din meselesini de bir kültürel meseleye indirgemiştir. Dolayısıyla İslamcılığın en radikal, en kapitalizm karşıtı, en burjuva düşmanı hâllerinde dahi alternatif bir sınıfsal projeyle değil, ekonomi konusunda bir ilgisizlik ya da kültürel indirgemecilikle karşılaşırız sık sık. Bunun sığ örnekleri cihadiliğin çeşitli versiyonlarında, daha karmaşık örnekleri ise örneğin (Diğer birçok yönüyle bölgenin devrimci birikimi açısından gayet önemli olan) Ali Şeriati’nin düşüncesinde görülebilir. Bu vasatlığın pratik sonucu, birinci olarak bölgeye ve dünyaya çok bir şey vadetmeyen, ve var olan devletler tarafından kullanılmaya gayet müsait silahlı hareketler; ikincil olarak da (İran rejiminde en net ifadesini gördüğümüz) savaşa ve baskıya kilitli bürokratik-ruhbani hegemonyalar olmuştur. Emperyalizme karşı direnişe katkısı yadsınamayacak Lübnan Hizbullah’ı gibi teşkilatların da, bu iki uç formasyon arasında salınageldiğini söyleyebiliriz.

İslamcılık bu bagajları aşıp, İsrail’e örtük desteği de, maceracılığı da aşan bir hat oluşturabilir mi?

Bunun gerçekleşebilmesi için, sadece bölge değil dünya çapında emeğin örgütlü bir güç olarak yükselmesi, üretim ve dolaşım ilişkilerine yönelik yeni bir ufkun oluşması gerekir.

Türkiye İslamcılığında burjuva hegemonyasını (dolayısıyla emperyalizme ve İsrail’e hizmeti) kıracak ciddi, sürdürülebilir bir yenilenme, ancak tüm dünyada güç dengelerinin değişmesiyle mümkün olabilir.

QOSHE - İslamcılık ve muhafazakar burjuvazinin hegemonyası - Cihan Tuğal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İslamcılık ve muhafazakar burjuvazinin hegemonyası

12 1
02.03.2024

İslami hareket en zorlu sınavlarından birini veriyor. Daha doğrusu, bu sınavı vermemek için elinden geleni yapıyor.

Bir taraftan İslamcı kalemler İsrail’i yerden yere vuran yazılar kaleme alıyor. İsrail’le ilişkileri sürdüren devletlere ve şirketlere öfke kusan bu yazılar, iktidar basınında yayımlanıyor.

Diğer taraftan, iktidar ve ilintili olduğu şirketler İsrail’le o ya da bu şekilde ilişkilerini sürdürüyor.

Bir yandan İslami sermaye grupları İsrail’i kınama mitingleri düzenliyor. Diğer yandan, süregiden işgal sayesinde zenginleşiyor.

Ufak tefek de olsa, İslamcıların da katıldığı (Hatta bazılarının önderlik ettiği) gösteriler, bu ilişkileri kınıyor. AKP’ye liberal İslami muhalefet, ticaretin kesilmesini değil bu ikiyüzlülüğün son bulmasını talep ederken, daha radikal İslami muhalefet, ağırlığını tüm ilişkilerin kesilmesi yönünde koyuyor. Elbette liberallerin sesi ana akımda, radikallerin ise daha çok sokakta çıkıyor.

Fakat durumu gayet karmaşıklaştıran, iktidarın kendi tabanı ve entelektüelleri arasında ciddi bir rahatsızlığın olması. Ve elbette radikal eleştirilerin bu rahatsızlığı perçinlemesi.

Dolayısıyla, iktidar yanlısı yazardan, AKP bağlantılı sivil toplum önderine kadar bir dizi şahıs, İslami sermayeye belirli belirsiz meydan okuyor. “Yargılansınlar” gibi cümleler duyuyoruz arada. Fakat bu talepler hiçbir zaman somutlaştırılmıyor. İÇDAŞ’ı, Züccaciyeciler Derneğini, MÜSİAD’ın önde gelen........

© Evrensel


Get it on Google Play