Balkon konuşmaları iddialı olur ama, çıtayı bu kadar yükseltenine az rastlanır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu, Türkiye’de “demokratik erozyon”un bittiğini müjdelemekle kalmadı. Bunun dünyanın geri kalanına örnek olacağını, İstanbul’un hem bölgeye, hem Batı’ya liderlik yapacağını söyledi.

Hindistan’dan Amerika’ya bir dizi otoriter liderin seçim beklentilerinin büyük olduğu 2024’te, İmamoğlu’nun bu sözleri oldukça önemli gözüküyor. Türkiye gerçekten de demokratikleşmede önder olabilir mi?

Türkiye’ye birden bire demokrasi gelmedi elbette. Yine de, Van olayının gösterdiği gibi, bu yönde ciddi bir adım atıldı. Ana muhalefet çok uzun yıllardan sonra ilk defa toplumsal muhalefetin yanında durdu. AKP bundan sonra da azınlıklara ve emekçilere dört koldan saldıracak. Bu taarruza karşı, muhalefette aynı birlikteliğin sürdürülüp sürdürülemeyeceği belirleyici faktör olacak.

Demokrasinin gerçekten gelebilmesi için ise, neredeyse 45 yıldır demokrasiyi aşındıran emek düşmanlığının ortadan kalkması gerekiyor.

CHP’nin bu yönde bir vizyonu olmadığı gibi, İmamoğlu bizzat 1980’den beri ülkeye hakim olan sermaye birikimi modelini yaşatan ve yeşerten bir isim.

Ne vadediyor İmamoğlu projesi? Demokrasinin niye “erozyon”a uğramış olduğunu düşünüyor Türkiye’de? Tespit mealen şu: Bizi aşırı muhafazakarlığa boğdular. Bizim de eskiden hatamız aşırı İslam karşıtlığıydı. Oysa şimdi anlıyoruz ki, Türkiye’nin birçok rengi var. Sadece laiklikle İslam’ı değil, diğer renkleri de bir araya getirmek gerekiyor. Bir de “eksen kayması”nı halledip Batı’ya döndük mü, iş tamam.

Çoğu sosyalistin itirazını biliyorsunuz: Kaynak paylaşımı ya da birikim modeline dair bir söz yok bu anlatıda. Her şey kültür ve diplomatik ilişkilerle açıklanıyor.

İmamoğlu çevresinden o itiraza da cevap hazır: Sosyal belediyecilik. Birikim modeline dair tek kelime yok, haliyle.

Ana muhalefetin ufku şöyle özetlenebilir: Kültürel açılımlar + Batı’yla bütünleşme + sosyal yardımlar

Bu alaşım tanıdık gelmiyor mu?

Yepyeni diye yutturulmaya çalışılan vizyon, birinci dönem AKP’nin ruhu.

Bu alaşım o zaman ne kadar demokrasi getirdiyse şimdi de en iyi ihtimalle o kadar getirir. Ancak o “en iyi ihtimal”in de tutmayacağını düşünmek için yapısal sebepler var: Dünya ekonomisinin ve emperyalistler arası rekabetin değişen dengeleri. Yabancı yatırımlar tüm dünya çapında azalmış durumda. AKP ilk döneminde, serbest piyasacı politikalarla sosyal uygulamaları birleştirebilmeyi, hızlı para akışı sayesinde başarabilmişti.

Sermaye girişlerinin dünya çapındaki gidişatından biraz farklı seyrettiği bir ülke olan Hindistan, bizi de yakından ilgilendiriyor. Bunun nedeni, Hindistan’la Türkiye arasındaki benzerlikler kadar, iki ülkedeki ana muhalefetin de aşağı yukarı aynı hesaplara yatırım yapması.

Hindistan’da genel seçimler bu ay başlıyor ve (ülkenin büyüklüğünden dolayı) bir buçuk ay kadar sürecek. Bir milyara yakın insan oy kullanacak.

Modi’nin partisi BJP 2014’ten beri iktidarda. Yolsuzluğa batmış durumda. Enflasyon can acıtıyor. Eski elitler ciddi baskı altında. Tüm bunlar muhalefette bir birlik hissi yaratıyor. İktidar partisi ise, küresel ve ulusal sermayenin desteğine, dini milliyetçiliğe, Modi’nin popülerliğine, ikincil olarak da refah ve altyapı uygulamalarına güveniyor. Küresel para akışı bu denklemi perçinliyor. Emperyal dengelerden dolayı Çin’den çekilen Batı sermayesinin bir kısmı, Hindistan’a akıyor. Bir CHP iktidarının Türkiye’yi benzer bir çekim merkezi yapıp yapamayacağını sonraki yazılarda değerlendireceğim.

BJP’nin ana rakibi, cumhuriyetin kurucu partisi Hindistan Ulusal Kongresi. Diğer adıyla Kongre Partisi. Ultra-elitist bir proje olarak başlayan Kongre, 1960’larda solculaşmıştı ama sonradan neoliberal bir rotaya yerleşti. On yıllarca ülkeyi yönettikten sonra, neoliberalizmin önderi olmayı beceremedi. BJP’nin yükselişiyle birlikte oyu yüzde yirmilere kadar düştü.

Aynen Türkiye’de ve Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi Hindistan’da da ana akım umut, kurucu partinin sola kayması ve emekçilere seslenmesi değil, aşırı sağcı kimlik siyasetine karşı liberal veya cumhuriyetçi bir kimlik siyasetiyle, baskıdan bunalan elitleri ve azınlıkları birleştirmesi. Bu hesaptaki sorun kimliklerin ciddiye alınması değil, kimlikçiliğin ekonomik ve sınıfsal konuları hasır altı etmesi. Ekonomiyi siyasi alanın dışında, toplumsal basıncın uzağında tutması. Kimlikçilik çok rasyonel ve pragmatik görünüyor, bazen hakikaten seçim de kazandırıyor ama, uzun vadede üç ülkenin de geleceğini yakıyor.

Türkiye’nin demokratikleşmede lider ülke olabilmesi için, öncelikle kimlikçi anlayışın hakimiyetini her seferinde yeniden üreten kısır döngüyü kırması gerek.

QOSHE - Türkiye’den Hindistan’a, diktatörler düşüyor mu? - Cihan Tuğal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Türkiye’den Hindistan’a, diktatörler düşüyor mu?

23 7
13.04.2024

Balkon konuşmaları iddialı olur ama, çıtayı bu kadar yükseltenine az rastlanır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu, Türkiye’de “demokratik erozyon”un bittiğini müjdelemekle kalmadı. Bunun dünyanın geri kalanına örnek olacağını, İstanbul’un hem bölgeye, hem Batı’ya liderlik yapacağını söyledi.

Hindistan’dan Amerika’ya bir dizi otoriter liderin seçim beklentilerinin büyük olduğu 2024’te, İmamoğlu’nun bu sözleri oldukça önemli gözüküyor. Türkiye gerçekten de demokratikleşmede önder olabilir mi?

Türkiye’ye birden bire demokrasi gelmedi elbette. Yine de, Van olayının gösterdiği gibi, bu yönde ciddi bir adım atıldı. Ana muhalefet çok uzun yıllardan sonra ilk defa toplumsal muhalefetin yanında durdu. AKP bundan sonra da azınlıklara ve emekçilere dört koldan saldıracak. Bu taarruza karşı, muhalefette aynı birlikteliğin sürdürülüp sürdürülemeyeceği belirleyici faktör olacak.

Demokrasinin gerçekten gelebilmesi için ise, neredeyse 45 yıldır demokrasiyi aşındıran emek düşmanlığının ortadan kalkması gerekiyor.

CHP’nin bu yönde bir vizyonu olmadığı gibi, İmamoğlu bizzat 1980’den beri ülkeye hakim olan sermaye birikimi modelini yaşatan ve yeşerten bir isim.

Ne vadediyor İmamoğlu projesi? Demokrasinin niye “erozyon”a uğramış olduğunu düşünüyor Türkiye’de? Tespit mealen şu: Bizi aşırı muhafazakarlığa boğdular. Bizim de eskiden hatamız aşırı İslam karşıtlığıydı. Oysa şimdi anlıyoruz ki, Türkiye’nin birçok rengi var. Sadece laiklikle İslam’ı değil, diğer renkleri de bir araya getirmek gerekiyor. Bir de “eksen........

© Evrensel


Get it on Google Play