Olaylar karışık, ama kafamız değil... İsrail’in Gazze’deki saldırganlığına karşı bu ülkeyle ticari ve askeri anlaşmaları gündeme getirmeksizin hamasi bir din-diyanet propagandası yürüten; hatta buradan giden elektriğin ışığı altında, buradan giden çelik işlenerek üretilen silahların vurduğu masumları içerideki muhaliflere fatura etmeye kalkan Saray yönetiminin ‘samimiyeti’ apaçık ortada. Ama tüm bu açık tabloya rağmen, yapılandırılmış gösterilerde hem toplumun hararetini söndürmeye dönük görüntüler vermeye hem de kafa bulandırıcı iç tartışmalara yol vererek, Gazze cereyanından azami ölçüde yararlanmaya da çalışıyorlar.

Hilafet/Tevhid bayrağı ve yumruğu etrafındaki tartışma tam böylesi bir yan ürün idi. Etrafında koparılan gürültü, elbette tek başına ‘gündem saptırma’ değildir; ama Türkiye’yi yönetenlerin öncelikli derdi de çeşitli dinci-politik sembollerin sokaklarda rahat gezdirilmesinin güvencesini sağlamak değildir. Bu gerilimin yarattığı tekinsiz ortamda, özellikle emeğin politikleşmeye müsait ekonomik talepleri olmak üzere ülkenin öncelikli sorunları daha kolay örtü altına alınabiliyor. Yakıtını, birbiri üstüne eklenen ve esasen hepsi bir şekilde ‘çözümsüz’ bırakılarak ötelenen krizlerden alan Saray rejimi, bu konuda iyiden iyiye ustalaşmış durumda.

Son olarak, Hatay Milletvekili Can Atalay’ın Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına rağmen cezaevinde tutulmasına dayalı gerilim, rejim için üretken sonuçlar veriyor. AYM’nin geçen hafta ikinci kez hak ihlali kararı vermesinin ardından Yargıtay’ın hukuk metinlerinin dilini de aşacak ifadelerle verdiği karşılık da bir dönüm noktası olarak değerlendirildi. Türkiye’de özellikle son yıllarda artan hukuk çıkmazlarını miladi bir bakış açısıyla değerlendirme eğilimi yaygın. Görünür durumdaki aktörler doğrudan farklı siyasi odakların vekili, çatışmanın aşamaları da birer ‘milat’ olarak kabul ediliyor.

Son AYM-Yargıtay çekişmesinde de ana hatlarıyla şöyle bir kabul vardı: AYM, AKP ve çevresindeki sözde daha ılımlı kesimlerin pozisyonunu temsil ederken, Yargıtay ise AKP içindeki ‘şahin’ güçlerin ve MHP’nin dümen suyunda hareket ediyor. Erdoğan da bu gerilimde kılıcını hangi tarafa atacağına karar verecek olan bir ‘hakem’ durumuna dönüşüyor. Zaten Erdoğan da yargıdaki bu kavganın ilk raundunda kendisini hakem tayin etmişti.

Taşları böyle dizmenin ilk ve en görünür sonucu, Erdoğan’ı tüm yasaların ve Anayasa’nın üzerinde gören bir anlayışın tahkim edilmesidir. Yargı kurumları arasındaki ‘görüş ayrılığı’ Erdoğan şahsındaki mutlak siyasi iradenin yol göstermesiyle çözülecektir! Bu noktada da ikinci adım ihtiyaç olacaktır: ‘Yol gösterici hakem’in şimdi büyük inayetle çözdüğü krizin ortaya çıkardığı mevzuat eksiğini tamamlamak.

Can Atalay konusu kapsamında bu eksiklik açıkça ‘yeni anayasa’ olarak ifade ediliyor. Ancak ‘hakem’ tayin edilen Erdoğan ve onun karargahı olarak Saray’ın da bir mevzuat açığını gidermekten öte, bariz ajandası olan bir anayasayı dayattığı, bu konuda da bırakın hakem sağduyusunu, doğrudan Yargıtay muhtırası ile aynı söylem çerçevesini kullandığı görülüyor.

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve özellikle anayasal düzenlemelerin önemli mimarı Mehmet Uçum’un, Yargıtay kararının ardından sabaha karşı 3 gibi manidar bir saatte sosyal medyadan yayınladığı bildiri bu açıdan önemli bir belge niteliğinde. Uçum, AYM hakkında oldukça ağır ithamlarda bulunuyor ama esasen vurguladığı şey bir ‘yeni anayasa’ ihtiyacı.

AYM’nin bir “hukuk kaosu çıkarmanın aracına” dönüştüğünü söyleyen Uçum, büyük baklayı şöyle çıkarıyor ağzından: “AYM başkanlık sisteminin bir gereği olan Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin münhasır alanını daraltmak ve bir sistem krizi üretmek için de elinden geleni ardına koymuyor.”

Uçum’un sosyal medya hesabında dile gelen rejim, Saray kararnamelerinin selameti açısından AYM’nin tasfiyesini içeren bir yeni anayasa dayatmaktadır: “Mevcut yapısını ortadan kaldırmak ve yeni anayasa içinde AYM’yi yeniden yapılandırmak önemli bir hedeftir.”

Bu hedef(ler), Türkiye kapitalizminin yakın ve orta vadeli programlarını içeren OVP, 12. Kalkınma Planı gibi belgelerde de yer alıyor. Rejimin siyasal iktisadını yöneten Mehmet Şimşek’in dilinden de düşmüyor.

QOSHE - Hedef rejimin ‘yeni anayasa’sı - Hakkı Özdal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hedef rejimin ‘yeni anayasa’sı

36 21
05.01.2024

Olaylar karışık, ama kafamız değil... İsrail’in Gazze’deki saldırganlığına karşı bu ülkeyle ticari ve askeri anlaşmaları gündeme getirmeksizin hamasi bir din-diyanet propagandası yürüten; hatta buradan giden elektriğin ışığı altında, buradan giden çelik işlenerek üretilen silahların vurduğu masumları içerideki muhaliflere fatura etmeye kalkan Saray yönetiminin ‘samimiyeti’ apaçık ortada. Ama tüm bu açık tabloya rağmen, yapılandırılmış gösterilerde hem toplumun hararetini söndürmeye dönük görüntüler vermeye hem de kafa bulandırıcı iç tartışmalara yol vererek, Gazze cereyanından azami ölçüde yararlanmaya da çalışıyorlar.

Hilafet/Tevhid bayrağı ve yumruğu etrafındaki tartışma tam böylesi bir yan ürün idi. Etrafında koparılan gürültü, elbette tek başına ‘gündem saptırma’ değildir; ama Türkiye’yi yönetenlerin öncelikli derdi de çeşitli dinci-politik sembollerin sokaklarda rahat gezdirilmesinin güvencesini sağlamak değildir. Bu gerilimin yarattığı tekinsiz ortamda, özellikle emeğin politikleşmeye müsait ekonomik talepleri olmak üzere ülkenin öncelikli sorunları daha kolay örtü altına alınabiliyor. Yakıtını, birbiri üstüne eklenen ve esasen hepsi bir şekilde ‘çözümsüz’ bırakılarak ötelenen krizlerden alan Saray rejimi, bu konuda iyiden iyiye ustalaşmış durumda.

Son olarak, Hatay Milletvekili Can Atalay’ın Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarına rağmen cezaevinde tutulmasına dayalı gerilim,........

© Evrensel


Get it on Google Play