Türkiye’de egemen siyasetin iki haftadır içinde olduğu ve ilk andan itibaren bir kargaşaya dönüşmüş bulunan hukuk tabanlı siyasal çekişme MHP lideri Devlet Bahçeli’nin salı günü yaptığı Meclis grubu konuşmasıyla yeni bir aşamaya geldi. TİP milletvekili Can Atalay’ın hukuk dışı bir şekilde cezaevinde tutulması konusunda Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararın, gerek Atalay’a hapis cezası veren ceza mahkemesi gerekse Yargıtay tarafından tanınmaması ile başlayan ‘kriz’, Erdoğan tarafından yeni anayasa tartışmaları başlatmak için bir fırsat olarak kullanılmış ve Erdoğan, iki yüksek mahkeme arasında ‘görüş ayrılığı’ olduğunu söyleyerek kendisini bu ayrılık konusunda ‘hakem’ tayin etmişti.

Politik alanı iktidarın gündemiyle esir alan sürecin bu ilk aşamasında, iktidarı oluşturan siyasal güçlerin arasında bir görüş ayrılığı yoktu. İktidarda büyük hisse sahibi olan sermaye sınıfı da sessiz kalarak zımni bir destek sağlamıştı. Erdoğan’ın, elbette kendi bilgisi dâhilinde alınmış ve hukuk kılıfına giydirilmiş ‘karar’ları bir görüş ayrılığı çerçevesine yerleştirerek konuyu ustaca siyasetin alanına çekmek istediğine geçen hafta dikkat çekmiştik. AYM’nin bağlayıcılığı konusunda anayasa maddesinin çiğnenmesini ‘fikir ayrılığı’ olarak işaretlemek hukukun yerine siyaseti ve siyaseten ‘güçlü’ olanın zorbalığını geçirmenin ilk adımı olarak görülmeli. Kendisini hakem tayin etmesi ise söz konusu gücü kimin kullanacağına dair bir işaretti. Erdoğan, kendisine yeni başkanlık dönemlerinin yolunu açmanın yanı sıra zaten olağanüstü boyutlardaki yetkilerini daha da genişleterek bir hegemon statüsüne kavuşmak için bir anayasa değişikliğine ihtiyaç duyuyor.

Zaten ‘kriz’in ikinci aşamasına tam da bu hedef doğrultusunda geçildi. Erdoğan sıklıkla tekrarladığı ‘sivil, kapsayıcı, çağın gereklerine uygun yeni anayasa’ ihtiyacını bu vesileyle de tekrarlıyor; ancak kendi icatları olan ‘Türk tipi başkanlık sistemi’nin 50+1 oy çoğunluğu esasına dayalı matematiğini de tartışmaya açıyordu. Bu tartışmayı açarken vurguladığı ilkesiz ittifaklar gibi ifadelerin İYİP ve Meral Akşener’in son dönemlerdeki ittifak siyasetiyle uyumlu olduğunu hatırlatmakta yarar var. Erdoğan’ın, kendisine ömür boyu başkanlığın yolunu da açacak bir yeni anayasayı halkoyuna sunmak için bile Cumhur İttifakı dışında desteğe ihtiyacı var. Meclis aritmetiği bunu zorunlu kılıyor. Hal böyle olunca Erdoğan’ın yeni veya genişletilmiş ittifaklar arayabileceği de merkez siyaset üzerine yapılan değerlendirmelerde sıklıkla dile getirildi.

AYM-Yargıtay ‘atışması’ ile başlayan birinci ve anayasa tartışmalarıyla süren ikinci aşamaların ardından sürecin üçüncü aşamasına ise dün Bahçeli’nin sözleriyle geçildi. MHP lideri, 50+1 tartışmasında Erdoğan’a, ittifakın cari olduğu 7 yılı aşkın süredir görülmemiş şekilde net sözlerle karşı çıktı: “Muhtar seçmiyoruz, başkan seçiyoruz” dedi. Hatta Erdoğan’ın 28 Mayıs’taki ikinci tur seçim öncesi Sinan Oğan’la kurduğu irtibata ‘bile’ anlayış gösterdiklerini söyleyerek, burjuva siyasetin ilkesiz alışveriş ilkesini hatırlattı: Quid pro quo.

Fakat Bahçeli, satır aralarında şunları da söyledi: “Cumhur İttifakı olarak konuşup tartışarak orta yolun, makul çözümün, yeni sistemin doğasını zedelemeyecek tamirat ve onarımın karşılıklı anlayış ve uzlaşmayla yapılacağının inancına ve iradesine de sahibiz.”

Bu sözlerin sarf edilmesinden itibaren ‘hamle’ sırası Erdoğan’a geçti. Ancak Erdoğan, Cezayir dönüşü uçaktaki kâtiplerine yazdırdığı açıklamalarında bu konuya değinmedi. Yakın gelecekte Bahçeli’ye doğrudan ya da dolaylı yanıt anlamına gelecek bir tutum alır mı bilinmez; ancak ilk izlenim, Erdoğan’ın kendisine hatırlatılan Cumhur İttifakı protokolü dışında davranmayacağı, MHP-Bahçeli rızası olmadan yeni siyasal terkipler kurmaya kalkışmayacağı yönündedir. Bahçeli’nin Erdoğan’a protokol hatırlatma mahiyetindeki sözlerinin dikkat çekici kısımları şöyleydi: (1) Bu ittifak 7 Ağustos Yenikapı ruhuyla oluşmuştur. (2) Terörle mücadelede kesin sonuç almak, (3) sosyo-ekonomik gelişmeyi en üst seviyeye taşımak, (4) iç ve dış sorun alanlarının birer birer üstesinden gelmek, (5) Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerinin gerçekleşmesi…”

O halde, (1) Erdoğan’a 15 Temmuz’da kendisiyle kurulan ve hayat kurtaran ortaklık vurgulanmış; (2) Kürt sorunu, (3) neoliberal ekonomik çerçeve (4) NATO’cu dış siyaset, (5) Türkiye toplumunun Türk-İslamcı bir kültürel müktesebat içinde dönüştürülmesi… konularında taviz vermemeye dayalı protokol hatırlatılmıştır.

Son 7-8 yıldır kendisinin iktidarda kalmasını sağlayan geniş tabanlı devlet-sermaye ittifakının MHP şahsında konuşan unsurları, Erdoğan’a ‘sınırlarını’ hatırlatmış ama köprüleri de atmamıştır.

Bahçeli, ittifaklarının bozulacağı yönünde yorum yapanlara yönelik Orta Asya Türkleri tarafından da kullanılan bir atasözü sarf etmişti: “Sineğin akıllısı kiraza biner şehre gider, sineğin aptalı gübreye düşer ahıra gider.” Tüm sözleri gibi bu da aslında iki yönlüydü. Muhataplarından biri de ‘ortağı’ idi. Ve ortağı, Cezayir’den dönen uçakta, üstüne bindiği kirazı hatırlamış gibi konuştu: “Küresel yatırımcıların İsrail’in etkisiyle Türkiye gibi bir ülkeden yüz çevireceklerini düşünmüyorum. Önümüzdeki dönemde biz uyguladığımız sağlıklı politikalar ve yapısal reformlarla yatırımcı güvenini kazanacağız, halen de kazanıyoruz. Bu güven fon akışını tetikleyecek. Fon akışı TL’de reel değerlemeye sebep olacak.”

QOSHE - Kiraza binen sinek - Hakkı Özdal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kiraza binen sinek

38 6
23.11.2023

Türkiye’de egemen siyasetin iki haftadır içinde olduğu ve ilk andan itibaren bir kargaşaya dönüşmüş bulunan hukuk tabanlı siyasal çekişme MHP lideri Devlet Bahçeli’nin salı günü yaptığı Meclis grubu konuşmasıyla yeni bir aşamaya geldi. TİP milletvekili Can Atalay’ın hukuk dışı bir şekilde cezaevinde tutulması konusunda Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararın, gerek Atalay’a hapis cezası veren ceza mahkemesi gerekse Yargıtay tarafından tanınmaması ile başlayan ‘kriz’, Erdoğan tarafından yeni anayasa tartışmaları başlatmak için bir fırsat olarak kullanılmış ve Erdoğan, iki yüksek mahkeme arasında ‘görüş ayrılığı’ olduğunu söyleyerek kendisini bu ayrılık konusunda ‘hakem’ tayin etmişti.

Politik alanı iktidarın gündemiyle esir alan sürecin bu ilk aşamasında, iktidarı oluşturan siyasal güçlerin arasında bir görüş ayrılığı yoktu. İktidarda büyük hisse sahibi olan sermaye sınıfı da sessiz kalarak zımni bir destek sağlamıştı. Erdoğan’ın, elbette kendi bilgisi dâhilinde alınmış ve hukuk kılıfına giydirilmiş ‘karar’ları bir görüş ayrılığı çerçevesine yerleştirerek konuyu ustaca siyasetin alanına çekmek istediğine geçen hafta dikkat çekmiştik. AYM’nin bağlayıcılığı konusunda anayasa maddesinin çiğnenmesini ‘fikir ayrılığı’ olarak işaretlemek hukukun yerine siyaseti ve siyaseten ‘güçlü’ olanın zorbalığını geçirmenin ilk adımı olarak görülmeli. Kendisini hakem tayin etmesi ise söz konusu gücü kimin kullanacağına dair bir işaretti. Erdoğan, kendisine yeni başkanlık dönemlerinin yolunu açmanın yanı sıra zaten olağanüstü boyutlardaki yetkilerini daha da genişleterek bir hegemon statüsüne kavuşmak için bir anayasa değişikliğine ihtiyaç duyuyor.

Zaten ‘kriz’in ikinci aşamasına tam da bu hedef doğrultusunda geçildi. Erdoğan sıklıkla tekrarladığı ‘sivil, kapsayıcı, çağın gereklerine uygun yeni........

© Evrensel


Get it on Google Play