Erdoğan üç hafta aradan sonra gerçekleştirdiği dünkü AKP Meclis Grubu toplantısının önemli bir bölümünü İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına ayırdı. Grup toplantısı sırasında iki propaganda videosu gösterdi ve bunlardan birindeki CHP Kurultayına yönelik sözleri sayılmazsa filmlerin de tamamı İsrail’e yönelikti. Zaten CHP ve yöneticilerinin adının İsrail’e yönelik öfke dolu sözlerle kurulmuş bir videonun aralarına serpiştirilmesi de doğrudan propaganda amacı kapsamında görülmeli. İsrail ile muhalefetin çeşitli kesimlerini eşitlemeye yönelik bu çaba, İsrail saldırganlığına yönelik köpüklü tepkinin, zaten baştan beri olduğu gibi yine büyük oranda iç siyaset odaklı olduğunu teyit ediyor.

İç siyasete dönük amaçların bir başka ifadesi, Hamas’a ‘terörist’ dediği gerekçesiyle resmi muhalefetin bazı kesimlerine yönelik eleştirilerin biçim ve içeriği oldu. CHP’nin Filistinli direnişçilere terörist dediği iddiasıyla çok sert sözler kullanan Erdoğan’ın; Hamas’ı Meclis kürsüsünden ve çok net ifadelerle ‘terörist’ olarak tanımlayan İyip başkanı Akşener’den adını vermeksizin ve adeta sitemle söz etmesi, bu sözler karşısında “esef” (üzüntü) duyduklarını söylemesi manidar. İyip ve Akşener ile iktidardaki siyasal terkip arasında bir süredir izleri görülen yeni paradigma arayışının eriştiği boyutu gösterdi.

Meclis Grubu şovunun bir saati aşkın süren İsrail temalı ilk yarısının ardından ikinci bölüm de tamamen iç siyasete yönelikti ve önümüzdeki dönem ihtiyaç duyulacak motivasyonu sağlamayı amaçlıyordu. 31 Mart’taki yerel seçimde İstanbul ve Ankara’nın geri alınmasını açık hedef olarak işaret etti.

Türkiye’yi bir haftadır meşgul eden ve kimi çevrelerce “devlet krizi” olarak adlandırılan kontrollü kargaşa hakkındaki sözleri ise bu harekâttan beklenen faydayı, varılmak istenen menzili açık seçik gösterdi. Erdoğan, Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında bir ‘görüş ayrılığı’ olduğunu söylüyor. Kısmen örtük ifadelerle AYM’yi geleneksel vesayet odağı olarak işaretliyor ve CHP’yi de bu odağın bir parçası olarak tarif ediyor. Yargıtay’ın AYM’nin görev ve yetki alanını fiilen tanımayan bildirisini, bu bildirideki sözlerin ‘yabana atılamayacağını’ söyleyerek destekliyor. Ve nihayet kendisini bu görüş ayrılığının ‘hakemi’ olarak ilan ediyor. Sorunun nihai çözümünün de bir yeni anayasada olduğunu söylüyor.

Erdoğan’ın “İki yüksek yargı organı arasında çıkan görüş ayrılığı” ifadesini iki kez tekrarlaması, sorunu, “İki yüksek yargı organının görev alanlarına ilişkin görüş farklılığı” olarak tanımlaması önemlidir. 1960’tan beri, başta yasama olmak üzere rejimin tüm kurumlarını ‘anayasaya uygunluk’ bakımından denetleme görevini üstlenen, bu yanıyla Türkiye devletinin bir ‘hukuk devleti’ olma iddiasının denetim organı olarak rejimde özel bir yeri olan Anayasa Mahkemesi, bir başka üst-yargı kurumuyla eşitlenmekte, yaşanan sorun bir fikir ayrılığı çekişmesi gibi sunulmaktadır. Bu haliyle durum, 2016 sonunda Bahçeli’nin “fiilen zaten başkanlık sistemindeyiz, gereğini yapalım” diyerek yaptığı referandum çağrısını hatırlatıyor. Saray etrafında tahkim edilen rejim, eriştiği noktada önünde engel olarak gördüğü ‘kalıntıları’ temizlemek istemektedir. Erdoğan bu yolda MHP’nin desteğini almanın güvenini hissediyor, İyip ve Akşener’e de ‘sürece katılacak diğer partiler’ başlığı altında selam gönderiyor.

Gelinen nokta, Türkiye’de sanayi burjuvazisi başta olmak üzere egemen sınıfların bir antantı olarak 1960 sonrası ortaya çıkan rejimin son çivisinin de sökülmek üzere olduğu noktadır. Aradan geçen 60 yılda pek çok başkalaşımla bugünkü cüsseye ulaşmış olan Türkiye büyük burjuvazisi ve bağlaşıklarının bu konudaki sinsi sessizliği dikkate değer. Yakın geçmişte, daha tali konularda bile yüksek dozlu eleştiri gösterileri yapmaktan çekinmeyen büyük sermaye bir tür ‘reel-politik’ ile olanları izliyor. 12 Eylül’de işçi sınıfı ve solun direncinin kırılması karşılığında kendi cumhuriyetinin temel ilkelerinden devasa geri dönüşlere yol veren sermaye sınıfının, şimdi de orta ve uzun vadeli çıkarları doğrultusunda kendi elleriyle inşa ettiği rejimin yıkılmasını seyretmesi garip karşılanmamalı. Rejimin önümüzdeki 30 yıllık temel iktisadi stratejisini de çerçeveleyen 12. Kalkınma Planı’nda güvenceye alınmış kapitalist strateji, ihtiyaç duyduğu devlet biçimine Erdoğan’ın katı başkanlığıyla, denetimden, hukuk ve yasa sınırlarından arınmış hareket alanıyla kavuşabilir. Uluslararası konjonktür de bu açıdan hiç olmadığı kadar elverişli görünüyor.

Türkiye’de hukuk düzenini, son derece sınırlı, derme-çatma haliyle bile ortadan kaldırmaya niyetlenen bu harekâtın siyasal ve sınıfsal temsilcileri büyük oranda net. Düzenin kurtlarının sessizliği de tabloyu netleştiriyor. Türkiye toplumu, vasat bir hukuk devletinin varlığına bile tahammül edemeyen birleşik bir iktidar gücüyle, bir büyük koalisyonla karşı karşıya. Sermayenin çok geniş kesimleri ve rejimin siyasal elitleri başta olmak üzere yargı ve güvenlik bürokrasisinde müttefikleri olan, tarikat ve cemaatleri yedekleyen bir koalisyon bu. Yıllarca ‘laik sermaye’ olarak anılmış tekelci burjuvazinin en büyük kuyruklu kurtlarının sessizce seyretmek suretiyle katıldığı bir koalisyon…

QOSHE - Kurtların sessizliği - Hakkı Özdal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kurtların sessizliği

45 15
16.11.2023

Erdoğan üç hafta aradan sonra gerçekleştirdiği dünkü AKP Meclis Grubu toplantısının önemli bir bölümünü İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına ayırdı. Grup toplantısı sırasında iki propaganda videosu gösterdi ve bunlardan birindeki CHP Kurultayına yönelik sözleri sayılmazsa filmlerin de tamamı İsrail’e yönelikti. Zaten CHP ve yöneticilerinin adının İsrail’e yönelik öfke dolu sözlerle kurulmuş bir videonun aralarına serpiştirilmesi de doğrudan propaganda amacı kapsamında görülmeli. İsrail ile muhalefetin çeşitli kesimlerini eşitlemeye yönelik bu çaba, İsrail saldırganlığına yönelik köpüklü tepkinin, zaten baştan beri olduğu gibi yine büyük oranda iç siyaset odaklı olduğunu teyit ediyor.

İç siyasete dönük amaçların bir başka ifadesi, Hamas’a ‘terörist’ dediği gerekçesiyle resmi muhalefetin bazı kesimlerine yönelik eleştirilerin biçim ve içeriği oldu. CHP’nin Filistinli direnişçilere terörist dediği iddiasıyla çok sert sözler kullanan Erdoğan’ın; Hamas’ı Meclis kürsüsünden ve çok net ifadelerle ‘terörist’ olarak tanımlayan İyip başkanı Akşener’den adını vermeksizin ve adeta sitemle söz etmesi, bu sözler karşısında “esef” (üzüntü) duyduklarını söylemesi manidar. İyip ve Akşener ile iktidardaki siyasal terkip arasında bir süredir izleri görülen yeni paradigma arayışının eriştiği boyutu gösterdi.

Meclis Grubu şovunun bir saati aşkın süren İsrail temalı ilk yarısının ardından ikinci bölüm de tamamen iç siyasete yönelikti ve önümüzdeki dönem ihtiyaç duyulacak motivasyonu sağlamayı amaçlıyordu. 31 Mart’taki yerel seçimde İstanbul ve Ankara’nın geri alınmasını açık hedef olarak işaret etti.

Türkiye’yi bir haftadır meşgul eden ve kimi çevrelerce “devlet krizi” olarak adlandırılan........

© Evrensel


Get it on Google Play