Bayramın son günlerinde değerli okur dostlarımı ekonomi ile huzursuz etme yerine, düşündüm ki, günlük yaşantımıza dair biraz eleştirel, biraz da komik kaçabilecek bir yazı yazsam daha iyi olur. İşte bu düşünce ile bugün sizlerle birkaç toplumsal gözlemimi paylaşmak istiyorum.

Geçen gün Göktürk’te bir arkadaşıma gidecektim. Düşündüm ki, Yenikapı-Hacıosman metrosuyla Gayrettepe’ye gidip, orada Gayrettepe-Havaalanı metrosuna transfer ederim. Bu planımı uygulamaya koyuldum, alışık olduğum üzere Gayrettepe’ye geldim. Trenden indim de, havaalanı metrosu için platform değiştirmem gerek, fakat buraya nasıl gideceğim? Hiçbir yerde yolcuya yol gösterecek bir işaret ya da tabela yok. Ben de atadan-dededen kalma geleneklerimize başvurdum ve sordum. Bana yukarı çıkmamı söylediler. Çıktım yukarı, orada bir AVM’ye ve metrobüse giden yolu işaret eden tabela vardı. Bu tabelaların yanında ince bir tabela havaalanı metrosunu gösteriyordu. Tamam, buldum dedim ve yola koyuldum. Fakat ilerledikçe, AVM ve metrobüs levhaları belirli aralıklarla muntazaman devam ediyor ve bana doğru yolda olduğumu güvenle ikaz ediyordu, fakat havaalanı metrosu ile ilgili bir işaret yoktu. Peki, bir gösterge ya da tabela sistemi olduğuna göre ve bu tabelalarda sadece AVM ve metrobüs ikazı olduğuna göre, acaba ben yanlış yolda mı idim! İlk ikazda sadece iki işareti görünce, yanlış yoldayım diye düşündüm ve geri döndüm, fakat baş kısma geldiğimde yine havalimanı metrosu tablosuna göre aynı yola bir kez daha koyuldum ve bu kez ısrarla devam ettim. Ortalarda bir yerde ufak bir tabela gördüğümde biraz rahatladım. Fakat bu kez de, koca bir alanda inen ve çıkan yürüyen merdivenler de sadece “metroya gider” tabelası var. Güzel’de hangi metroya gider? Orada duran bir güvenlik mensubuna sordum ve emin olarak yoluma devam ederken, bu arkadaşa niçin ikaz edici bir tabela olmadığınım gülerek sorduğumda, bana haklı olduğumu, hatta ben şaşırdığıma göre yabancıların daha zor durumda kalabileceklerini haklı olarak ifade etti. Peki, yabancılardan o arazi delme makinelerini alıyoruz ve artık teknik olarak kolaylaşan toprak altı yolları yapıyoruz da, acaba Batılılardan bize ilgili tabelaları koymanın gerektiği ikazını da mı alsak? Bu düşüncem bir Batı hayranlığı ya da Batı karşısında eziklik değil, fakat görsek dahi öğrenmeye karşı direncimize kızgınlığımdır. Geçmişte biz zamanlar New York’a gitmem gerekiyordu. Çok tedirgindim, zira dünyanın en büyük havalimanlarından birinde kaybolur muyum, diye endişeli idim. Uçaktan indiğimde tüm endişe bulutları dağıldı, zira neredeyse her adımda benim hangi yolu takip edeceğimi ikaz eden fevkalade net levhalar, adeta bana eşlik etti ve beni nihai aşamaya taşıdı.

Daima sorma ve sorarak adres bulma ya da yola devam etme alışkanlığının haklı ve anlaşılabilir bir geçmiş hikayesi vardır. Cep telefonları ve “konum bildirme” sistemi ortaya çıkmadan önce geçerli olan adres sorma mantığı kabul edilebilir bir durum idi. Zira o zamanlar sadece adresi bildiğimizde, her an elimizde bir harita olmayacağına göre, adres sormak oldukça makul olabilirdi. Şimdi elimizde telefonlar olduğuna göre, birbirimize böyle bir külfet vermeye artık gerek yok. Doğru da, Gayrettepe İstasyonunda metrodan inildiğinde, metrobüse, ilgili AVM’ye giden yol tarifi yanında daha ilk platformda havalimanı metrosuna giden yolu gösteren tabelanın olması gerekmez mi? Demek ki, elimize en modern araçları alsak, dağları delecek en ileri delme makinelerine sahip olsak da davranış kodlarımızı bir türlü değiştiremiyoruz. Bunun anlamı da şudur ki, o müthiş alet veya araçlara sahip olmakla davranışlarımızı çağdaşlaştırmada geri kalabiliyoruz. Cep telefonları yaşamımıza girdiğinden beri, sanki annemizin karnında telefonla haberleşiyormuşuz gibi, bu ‘elektronik tesbih’e mahkum oluyor, bağımlı kalıyoruz. Hadi gençleri bir kalem geçiyorum. Peki ya yaşlılara ne demeli. Anlaşılan, o kadar baskı altında kalmışız ki, telefona kavuştuğumuzda, yaydan fırlamış gibi, o kutsal aleti elimizden, kulağımızdan bir an olsun uzak tutamıyoruz. Bu nasıl bir bağımlılık, hem de isteyerek binlerce lira para ödeyerek ve her yıl bir yenisini, bizi daha karmaşık zincirlere bağlayan yeni modelini alarak, esaret konumumuzu algılayamadan, mutluluğumuza mutluluk katıyoruz.

Yeni teknolojiye karşı mıyım? Hayır, kesinlikle değilim. Ancak, denetim altına alınmamıza ve köleleştirilmemize karşıyım. Bir zamanlar bir ülkenin İstanbul Başkonsolosu ile bir yemek davetinde bulunduğumda, beni çok rahatsız eden ve bir o kadar da üzen bir durumla karşı karşıya kaldım. Sadece beş kişilik o yemekte bir arkadaş cep telefonunu tabağının yanına koydu. İki kez de telefonla konuştu. Fakat ileri ülke temsilcisi olan diplomat konuk telefonunu cebinden hiç çıkarmadı. Yemek bittiğinde telefonu ile şoförünü aradı ve kalkıyor olduğunu söyledi ve telefonunu cebine koydu. Ben o telefon aşığı arkadaşım adına çok utandım, zira daveti yapan bendim. Nedir bu görgüsüzlük, anlayamıyorum! Evet, telefon çok önemli bir iletişim ve ulaşım aracıdır, sabit telefon sisteminin mobil telefon sistemine dönüştürülmesi de çok önemli ve çok yararlı bir gelişmedir. Her gelişmeden olduğu gibi bundan da yararlanmak gereklidir. Fakat bu gelişme ne görgüsüzce varsıllık göstergesine dönüştürülmeli, ne de aklın bir aletteki oyuna teslimiyetine, ne de etrafı rahatsız edercesine ve tüm ailevi durumu faş edercesine kalabalık mekanlarda etrafı rahatsız etmeye yol açmalıdır. Ama ne hazindir ki, bizzat maliyetini cebimizden ödeyerek kendimizi bu muazzam teknolojiye teslim ediyoruz ve bu davranışları özgürlük olarak karşılıyoruz. Yazık!

Bayram bitti, olsun, değerli okurlara sağlık, mutluluk ve başarılı bir yaşam dileme günleri devam ediyor!

QOSHE - Bir bayram yazısı - İzzettin Önder
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir bayram yazısı

22 1
13.04.2024

Bayramın son günlerinde değerli okur dostlarımı ekonomi ile huzursuz etme yerine, düşündüm ki, günlük yaşantımıza dair biraz eleştirel, biraz da komik kaçabilecek bir yazı yazsam daha iyi olur. İşte bu düşünce ile bugün sizlerle birkaç toplumsal gözlemimi paylaşmak istiyorum.

Geçen gün Göktürk’te bir arkadaşıma gidecektim. Düşündüm ki, Yenikapı-Hacıosman metrosuyla Gayrettepe’ye gidip, orada Gayrettepe-Havaalanı metrosuna transfer ederim. Bu planımı uygulamaya koyuldum, alışık olduğum üzere Gayrettepe’ye geldim. Trenden indim de, havaalanı metrosu için platform değiştirmem gerek, fakat buraya nasıl gideceğim? Hiçbir yerde yolcuya yol gösterecek bir işaret ya da tabela yok. Ben de atadan-dededen kalma geleneklerimize başvurdum ve sordum. Bana yukarı çıkmamı söylediler. Çıktım yukarı, orada bir AVM’ye ve metrobüse giden yolu işaret eden tabela vardı. Bu tabelaların yanında ince bir tabela havaalanı metrosunu gösteriyordu. Tamam, buldum dedim ve yola koyuldum. Fakat ilerledikçe, AVM ve metrobüs levhaları belirli aralıklarla muntazaman devam ediyor ve bana doğru yolda olduğumu güvenle ikaz ediyordu, fakat havaalanı metrosu ile ilgili bir işaret yoktu. Peki, bir gösterge ya da tabela sistemi olduğuna göre ve bu tabelalarda sadece AVM ve metrobüs ikazı olduğuna göre, acaba ben yanlış yolda mı idim! İlk ikazda sadece iki işareti görünce, yanlış yoldayım diye düşündüm ve geri döndüm, fakat baş kısma geldiğimde yine havalimanı metrosu tablosuna göre aynı yola bir kez daha koyuldum ve bu kez ısrarla devam ettim. Ortalarda bir yerde ufak bir tabela gördüğümde biraz rahatladım. Fakat bu kez de, koca bir alanda inen ve çıkan yürüyen merdivenler de sadece “metroya gider” tabelası var. Güzel’de hangi metroya gider? Orada duran bir güvenlik mensubuna sordum ve emin olarak yoluma devam ederken, bu arkadaşa niçin ikaz edici bir tabela olmadığınım gülerek sorduğumda, bana haklı olduğumu,........

© Evrensel


Get it on Google Play