Tasavvur edelim ki, bir emperyalist devlet yurt içinde ajanlarını belirleyerek, belirli maaş karşılığında ülkenin büyük bir bölümünün mal varlığını talanla görevlendirmiş olsun. Görevlendirilmiş haramiler de büyük bir iştahla işlerine koyulup verilen görevi yerine getirerek, talan etme görevlerini hakkıyla yapsın ve sağlanan toplam gelirden kendi paylarını fazlasıyla aldıktan sonra kalanını da patronlarına göndermiş olsun. Sonuçta halkın büyük bölümü yoksullaşmış, küçük bir azınlık ise dünyalığını, hem de yedi nesil sülalesine kalacak kadar servet yapmış olarak fütursuzca, hatta arsızca ortada dolaşsın. Sonra da servetlerini tüketecek yer bulamayan bu yüzsüzler, insanların pazar artıklarından yiyecek topladığı günlerde milyarlarla satılan arabalara, lahmacun siparişi verir gibi yönelirken ne utanç ne de rahatsızlık duysun! Peki, bu garip durumu nasıl yorumlayabiliriz? Bence, şöyle bir yorum getirebiliriz, bu kişilerin ya algılamasında bir eksiklik var, ya da servet sarhoşluğunun zirvesine ermiştir.

Diğer yandan koşan enflasyonu nefes nefese takip eden Merkez Bankası politika faizi de, kurumsal görevi fiyat istikrarını sağlamak olan Bankanın IMF destekli iğreti yöneticilerine karşı mahcubiyetten gıdım gıdım yükselme eğilimini sürdürürken, sanırım içinde ‘İnşallah kısa sürede şu faiz belasını yakalar ve geçerim’ diye dua ediyordur. Elbette, ileride bir gün yakalayacaktır da, acaba arşıalemin hangi tepe faiz ve fiyat kesişme ekseninde! Ne yapsın zavallı faiz haddi, ani yükselişlerle elinde hazine bonosu olan bazı kamu bankalarının, geçmişte olduğu gibi, batağa sürüklenmesin diye suları fazla ürkütmeden hareket etmek durumundadır. Tüm bunlara rağmen, yine de Allah razı olsun bu yeni yönetimden, hiç değilse AKP tapınıcılarına karşı daha ilk cümlelerinde, uygulanmış olan politikaların yanlış olduğunu telaffuz etmiş oldular. Yeni yöneticiler bu gerçeği telaffuz etti de, ne gariptir ki halkımız o bir tümcenin derin hakikatine değil de, Eski Bakan Nebati Beyefendi’nin görevi devrederken derin bir ‘ohh!’ çekmesine takıldı. Ne de olsa nüktedan halkımız en ince espriyi dahi hiç atlamadan, tüm derinliği ile algılar ve anlar. Yani vefakar halkımız hiçbir vefa örneğini karşılıksız bırakmaz, karşılığı ne olursa olsun!

Peki, hani NAS vardı; NAS varsa bize ne oluyordu ki! Bu NAS sadece iktidarın bir kanadı için mi geçerli idi de, aynı yönetim sorumluluğu altında bir alt yönetici değişimi ile NAS uygulamadan kalktı. Acaba NAS’a uyulmamanın vebalinin, faiz kararını alanların üzerinde olması için bir tür noter senedi mi yapıldı! Bu senedin geçerliliği hakkında ulemadan bir fetva gelse de, biz de şöyle bir rahat nefes alsak. Ne hazindir ki, salt faiz olayı NAS’a takılırken ulemadan, ahlaken ve dinen uyulması gereken husus sadece faiz midir, diye bir sorgulama dahi gelmedi. Acaba ulema NAS’ın ne olduğu hakkında bir bilgi sahibi mi değil, yoksa bir zamanlar mesken almak için bankadan faizle kredi başvurusu yapılabilir diye fetva verdiği için geri adım mı atamadı, bilemedim şimdi!

Bir düşünelim değerli dostlarım, şu kısa yazıda devlet yönetimi, ekonomi kuralı, kutsal yasalar ya da düşünceler birbirine öylesine karıştı ki, gerçekten işin içinden nasıl çıkılabilir, bilemedim. Bu pazar günü Laiklik Meclisi toplantısı var. Umuyorum bu ve benzeri konuların laiklikle nasıl yaşamsal bir ilgisinin olduğu çok can alıcı örneklerle halkımıza yansıtılabilir. Çünkü laiklik dinsizlik demek olmadığı gibi, halkın kutsalının iğfal edilerek toplum aleyhine işler yapmak yerine, devlet işlerinin ehil kişiler tarafından bilim kuralı dahilinde yapılmasını amirdir. Çünkü laiklik, kamu yöneticilerinin halkının karşısında bilimsel ve yönetsel kural ve söylemle çıkmasını, insanların kutsal duyguları sömürülürken bazı kesimlere avantaj oluşturulmasını engelleyen çok önemli ahlaksal kuraldır. Çünkü laiklik, yukarıda sözünü ettiğim görevli avantacılara, lüks arabalara milyarları döktürebilecek kadar haksız ve yanlış kararlarla insanların kanının emilmesine karşıdır. Eğer laiklik bu ve benzeri olumsuzlukları engelleyen kural ise, bir düşünelim, laikliğe karşı çıkan kesimler acaba kimlerdir ve bunların amaçları acaba ne olabilir!

Faiz tartışmalarının başladığı dönemlerdeki döviz kuru ile bugünkü döviz kurunu, o dönemdeki fiyatlarla bugünkü fiyatları karşılaştırdığımızda, adeta biz hangi akla uyarak bu yola girdik, diye düşünmeden edemiyoruz. O kadar da cahil olarak görmeyelim kendimizi! Örneğin, hangimiz ya da hangi tanıdığımız şu ünlü kur korumalı mevduata yanaştı? Peki, o hesaplar durmadan yükselirken, sizce kimlerin cebinden çıkan paralar sel oldu da hesap sahiplerinin mal varlığına geçti. Eğer amaç, yanlış düşünmüyorsam, döviz kuru yükselişini önlemek idi ise, tüm baskılara, eş dosttan binbir rica ve minnetle, adeta ulusal onurumuzu rencide edici tavırlarla alınan borçlarla, daha doğrusu yapılan swaplarla da olsa kur tutulabildi mi? Bunun yanıtını yeni yılda, özellikle de yerel seçimlerden sonra daha net olarak alabileceğiz. Acaba, Şimşek ve Erkan ikilisi neden enflasyonun yeni yılda zirve yapacağını, ancak mart ayı ve sonraları düşme eğilimine gireceğini ifade buyurdular ki! O da, enflasyonun düşmesi, genel fiyat artış hızının gerilemesi olup, fiyatların gerilediği anlamını taşımadığını artık muhterem halkım çok iyi biliyor. Yani halkım, fiyatların, artış hızı düşmüş olarak da olsa artmaya devam edeceğini çok iyi biliyor, eğer bilmiyorsa da öğrenecektir.

Şimdi gelelim bütün bu kısa laf kalabalıklığını neden yaptığıma. Değerli okuyucularım, ülkemiz geçmiş dönemlerin sömürgeci politikaları çerçevesinde silahlı güçler tarafından işgal ve talan edilmiş olsaydı, herhalde her birimiz ilk kurşun atan kişi olma şerefine nail olmak isterdik. Şimdi bir de, bu talana ilaveten bazı kamu tesisleri ve kuruluşları yine haraç-mezat piyasaya sunuldu. Biz hesabı kimden soracağız, kaybettiklerimizi nasıl geri alacağız?

Biraz zor durumda olduğumuz ortada. Sizce neden? Bence, hükümet erkinin kimi hukukçuların desteği ile devlet kademesini ele geçirme çabasının engellenememiş olmasındandır. İşte bu treni kaçırmış olduğumuzdan dolayıdır ki, bugün elimiz kolumuz bağlı kalmış durumundayız. İş bununla da bitmiyor, hükümet erkinin devletleşmesi nedeniyle tüm süreçleri meşru itiraz ya da yargı alanına taşıyamadığımız gibi, bir de halkın kutsal duygularının sömürülmesi yoluna sapılmış olduğundan, halka da yaslanamıyoruz. Ne hazindir ki, işlerin selamete çıkarılabilmesi için yaslanmaya yöneldiğimiz halkımız da bu karmaşa ve aldatmaca oyununda en dipte olarak en fazla zarar gören kesimdir. Fakültede Anayasa Hukuku Hoca’mız rahmetli Hüseyin Nail Kubalı, siyasilerin anayasayı ihlaline karşı, o dönemde, bir yargı merciinin olmadığını, halka yönelmenin de genel siyasi tercihler doğrultusunda bir sonuç vermeyeceğini fevkalade derin üzüntü ile anlatırdı. Hey gibi Kubalı Hoca hey, şimdi kalk da gör, vaktiyle bizzat senin asistanın olmuş kişi de bu kervana katılmış, hatta belki de senden ya da meslektaşlarından hukuk dersi almış meslek sahipleri de bu cehennemin oluşturulmasında mesleki destek vermiş olarak dünyalığını yaptılar.

Toplumsal olayların dinamikleri de diyalektik süreçlere tabidir; karanlığın antitezi kesinlikle aydınlıktır!

QOSHE - Bir hikâye ve gerçek - İzzettin Önder
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir hikâye ve gerçek

16 10
25.11.2023

Tasavvur edelim ki, bir emperyalist devlet yurt içinde ajanlarını belirleyerek, belirli maaş karşılığında ülkenin büyük bir bölümünün mal varlığını talanla görevlendirmiş olsun. Görevlendirilmiş haramiler de büyük bir iştahla işlerine koyulup verilen görevi yerine getirerek, talan etme görevlerini hakkıyla yapsın ve sağlanan toplam gelirden kendi paylarını fazlasıyla aldıktan sonra kalanını da patronlarına göndermiş olsun. Sonuçta halkın büyük bölümü yoksullaşmış, küçük bir azınlık ise dünyalığını, hem de yedi nesil sülalesine kalacak kadar servet yapmış olarak fütursuzca, hatta arsızca ortada dolaşsın. Sonra da servetlerini tüketecek yer bulamayan bu yüzsüzler, insanların pazar artıklarından yiyecek topladığı günlerde milyarlarla satılan arabalara, lahmacun siparişi verir gibi yönelirken ne utanç ne de rahatsızlık duysun! Peki, bu garip durumu nasıl yorumlayabiliriz? Bence, şöyle bir yorum getirebiliriz, bu kişilerin ya algılamasında bir eksiklik var, ya da servet sarhoşluğunun zirvesine ermiştir.

Diğer yandan koşan enflasyonu nefes nefese takip eden Merkez Bankası politika faizi de, kurumsal görevi fiyat istikrarını sağlamak olan Bankanın IMF destekli iğreti yöneticilerine karşı mahcubiyetten gıdım gıdım yükselme eğilimini sürdürürken, sanırım içinde ‘İnşallah kısa sürede şu faiz belasını yakalar ve geçerim’ diye dua ediyordur. Elbette, ileride bir gün yakalayacaktır da, acaba arşıalemin hangi tepe faiz ve fiyat kesişme ekseninde! Ne yapsın zavallı faiz haddi, ani yükselişlerle elinde hazine bonosu olan bazı kamu bankalarının, geçmişte olduğu gibi, batağa sürüklenmesin diye suları fazla ürkütmeden hareket etmek durumundadır. Tüm bunlara rağmen, yine de Allah razı olsun bu yeni yönetimden, hiç değilse AKP tapınıcılarına karşı daha ilk cümlelerinde, uygulanmış olan politikaların yanlış olduğunu telaffuz etmiş oldular. Yeni yöneticiler bu gerçeği telaffuz etti de, ne gariptir ki halkımız o bir tümcenin derin hakikatine değil de, Eski Bakan Nebati Beyefendi’nin görevi devrederken derin bir ‘ohh!’ çekmesine takıldı. Ne de olsa nüktedan halkımız en ince espriyi dahi hiç atlamadan, tüm derinliği ile algılar ve anlar. Yani vefakar halkımız hiçbir vefa örneğini karşılıksız bırakmaz, karşılığı ne olursa olsun!

Peki, hani NAS vardı; NAS varsa bize ne oluyordu ki! Bu NAS sadece iktidarın bir kanadı için mi geçerli idi de, aynı yönetim sorumluluğu altında bir alt........

© Evrensel


Get it on Google Play