Bütçe, hükümetin bir yıllık icraatının kamu harcaması ve kamu gelir sistemiyle topluma sunulan hizmet ve yük bileşiminin yansımasıdır. Diğer bir deyişle, bütçenin bize bir yıllık sürede hükümetin hangi harcamalarla hangi kesimlere hizmet sunacağı ve bu hizmetlerin maliyetini hangi vergilerle hangi kesimlere yıkacağını gösterir. Halkımızın hemen hemen her bütçe döneminde sıkça dile getirerek, “Sermayeye değil, halka bütçe” ya da “Savaşa değil, eğitime bütçe” gibi sloganlarla hükümetin tercihlerini sorgulaması bu gerçeğin ifadesi olup, siyasi tercihlerde değişim talebinin yansımasıdır.

Bugünkü tartışmamızda 2023 yılı bütçesinde oluşan devasa açık ve bu açığın nasıl kapatılacağı meseleleri üzerinde yoğunlaşarak, hükümetin siyasi tercihlerinin hangi toplumsal kesimin lehine ya da aleyhine olduğu konusuna ışık tutmak istiyorum.

Önce bütçeye biraz yukarıdan bakalım. 2023 yılı bütçesi 1.4 trilyon liraya ulaşan açığı ile son yirmi yılın en üst seviyesini zorlamıştır. Ulusal gelire oranının yüzde 5.5 olan muazzam açık, yapılan harcamaların önlenemez yükselişini ortaya koyduğu gibi, gelecek dönem bütçelerini de bir hayli sıkışık konuma sokmaktadır. Bu denli devasa açıkta yaşanan depremin de payının olduğu açıktır ancak tüm yükü depreme yıkamayız. Bilindiği üzere, ilgililerin yer ve neredeyse zaman dahi vererek deprem felaketine işaret etmiş olmalarına rağmen, yaşanan depremin böylesi can ve mal kaybına yol açmasının maliyeti önceden önlem alması gereken hükümeti aklamaz, tam tersi, sorumlu kılar. Evet, depreme karşı önlem de bir maliyettir ancak hem alınacak tedbirin maliyeti yıkım ve yeniden inşadan daha düşük kalır hem de hiçbir şekilde paha biçilemez can kaybı bu denli yüksek yaşanmış olmazdı. Maliyetler sadece para hesabı değildir. Her şeyi metalaştırmış olan AKP hükümeti maliyetten kaçarken halka hem can hem de para olarak çok daha büyük maliyet yıkmıştır, yıkmaktadır. Kısacası, sermaye ve varsıl insanlar yönünde ağırlığını koymaktan çekinmeyen iktidar bu büyük açığı depremin arkasına saklayarak geçiştiremez.

Bütçe açığının çok önemli bir ayağını, hükümet yetkililerinin bütçeden bir kuruş dahi çıkmadığı iddiasıyla giriştiği yap-işlet-devret ve kamu-özel ortaklığı modellerine verilen döviz endeksli ödeme garantisi oluşturmaktadır. Bu işlem hükümet yetkililerine siyasi rant sağlarken, maalesef, topluma büyük yük yıkmıştır, nesiller boyu da bu yük devam edecektir. Bu meselenin mali yönünün ötesinde aynı zamanda işin siyasi tercih yönü de söz konusudur. Bu süreçte dikkate etmemiz gereken iki önemli nokta bulunmaktadır. Bunlardan biri, söz konusu altyapı yatırımlarına girişen sermaye sahiplerine yapılan ödemeler dolar esaslı olduğundan enflasyondan etkilenmemekte fakat maalesef bu ödemeler ekonomideki fiyat artışına sebep olmakta, hatta hız vermektedir. Bu durum şunu da göstermektedir ki halkın oyları ile iktidara gelmiş olan siyasi kadro halkına rağmen sermayeyi korumakta ve sermayenin çıkarlarını halkın çıkarları aleyhine desteklemektedir. Bu düşünce tarzı bizi şuraya da taşımaktadır ki günümüzün neoliberal sitem koşullarında ulusal hükümetlerimiz ulusal çıkara değil, uluslararası sermayenin çıkarlarına, yani emperyalizme hizmete yönelmektedir.

Bütçe açığının halkın vicdanını inciten diğer bir sebebi de sermaye lehine halkın aleyhine çok haksız bir uygulama olarak kur korumalı mevduata yapılan katkılardır. Kur korumalı mevduat, bilindiği üzere, yüksek miktarda döviz sahibi varsıl insanların varsıllıklarının satın alma gücünün devlet garantisine alınması ve korunmasıdır. Bu garantilerin bir kısmı Merkez Bankasından bir kısmı da Hazineden ödenmektedir. Günümüzün iç kanatan bir konusu olarak emeklilere verilen aylık, emekçilere ödenen ücret ortada iken, buralara kaynak bulma zorluğu ileri sürülürken, oylarımızla iktidara taşımış olduğumuz siyasilerin, her ne hikmetse, varsılları incitmemesi iç acıtıcıdır. Sistem öyle kurulmuştur ki varsılın varsıllık durumuna bir zarar gelmesin diye, halkın parasının erimesi gerekmektedir!

Bütçe açıklarının ezeli olduğu gibi, sürdürülen politikalarla ebedi olmaya aday bir diğer konusu da terörle mücadele uğruna harcanan değerli kaynaklardır. Yani, halkımızın savaşa değil, eğitime ya da sağlığa kaynak diye bağırdığı konu! Türkiye 40 yılı aşkın süredir terör olayını siyasi yollardan çok, polisiye ve askeri yollardan çözmeye çalışmıştır. Her iki taraf için de bu sürecin ne denli yıpratıcı olduğu açık olmakla beraber, izlenen siyaset bağlamında kalıcı bir çözüm de pek gözükmemektedir. Hükümet çabalarının politik ilişkiler ve görüşme alanına çevrilip, bir şekilde ulusal çıkarlar doğrultusunda çözme yoluna gidilmesinin taraflar lehine olacağı ortadadır. Her ülkenin ulusal güvenliğini sağlaması ve sınırlarının koruması amacıyla her yola başvurması doğaldır ancak bu koşul ülke içinde tüm sorun çözme yollarının bitmiş olmasıyla meşruiyet kazanır. Bunun da ötesinde, terör sorununun çözümü emperyalist ülkelerin ülkemiz üzerindeki manevra alanını da ortadan kaldırır. Çatışmanın sonlandırılması ile serbest kalacak fonlar eğitim ve sağlık alanlarında kullanılabilir, özellikle Güneydoğu Bölgesi’nde çocukların karda kışta uzun yerlere eğitim için gitmeleri engellenmiş, insanlarımıza daha uygun koşullarda sağlık hizmeti sunulmuş olabilir.

Yüksek bütçe açığı enflasyona sebep olduğu gibi, aynı zamanda da açığın kapatılması için dış ve iç borçlanmalar yapılırken toplumu yüksek faiz yükümlülüğüne sokar. Faiz ödemelerinin bütçede ağırlıklı yer tutması bir yandan varsıl kesime faiz ödemeleriyle kaynak aktarımı sağlanmış, diğer yandan da bu ödemeler için halkın üzerine yük yıkılmış olmaktadır. Kısacası, borç stokunun artması, halkın üzerine ağır yük yıkılması anlamına gelir. Bu çetrefil konudaki çelişki şuradadır ki seçim yatırımı yaparken oy alan iktidar, bunun maliyetini seçimden sonra vergi ve sair yükümlülüklerle halka yıkmaktadır.

Söz konusu bütçe açığı sadece yapılmış harcamalarda politik tercihin nasıl yanlı olarak varsılların çıkarı doğrultusunda kullanıldığını ortaya koyar. Açığın kapatılmasında uygulanan gelir sistemi de ikinci bir göstergedir. Her gün TV kanallarında sergilenen tüketim vergileri halkımıza, özellikle de dar ve orta gelirli vatandaşlarımıza büyük ve haksız yükler yıkmaktadır. Bunun anlamı da şudur ki oylarımızla iktidara taşıdığımızı siyasi kadro, gayet kararlı olarak tercihini sermayeden yana, hatta uluslararası sermayeden yana koyarak, bedeli halka yıkmada bir beis görmemektedir.

Hükümetin uyguladığı bu politikalar halkımızın seçimlerde yansıttığı siyasi tercihlerinin bir tür yansıması ise söylenecek fazla bir söz yoktur ancak eğer durum tersi ise halkımızı bu tersliğin faturasını seçtiği ajanına ağır şekilde çıkarması siyasi etik gereğidir.

QOSHE - Bütçe ve devlet ideolojisi - İzzettin Önder
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bütçe ve devlet ideolojisi

23 19
20.01.2024

Bütçe, hükümetin bir yıllık icraatının kamu harcaması ve kamu gelir sistemiyle topluma sunulan hizmet ve yük bileşiminin yansımasıdır. Diğer bir deyişle, bütçenin bize bir yıllık sürede hükümetin hangi harcamalarla hangi kesimlere hizmet sunacağı ve bu hizmetlerin maliyetini hangi vergilerle hangi kesimlere yıkacağını gösterir. Halkımızın hemen hemen her bütçe döneminde sıkça dile getirerek, “Sermayeye değil, halka bütçe” ya da “Savaşa değil, eğitime bütçe” gibi sloganlarla hükümetin tercihlerini sorgulaması bu gerçeğin ifadesi olup, siyasi tercihlerde değişim talebinin yansımasıdır.

Bugünkü tartışmamızda 2023 yılı bütçesinde oluşan devasa açık ve bu açığın nasıl kapatılacağı meseleleri üzerinde yoğunlaşarak, hükümetin siyasi tercihlerinin hangi toplumsal kesimin lehine ya da aleyhine olduğu konusuna ışık tutmak istiyorum.

Önce bütçeye biraz yukarıdan bakalım. 2023 yılı bütçesi 1.4 trilyon liraya ulaşan açığı ile son yirmi yılın en üst seviyesini zorlamıştır. Ulusal gelire oranının yüzde 5.5 olan muazzam açık, yapılan harcamaların önlenemez yükselişini ortaya koyduğu gibi, gelecek dönem bütçelerini de bir hayli sıkışık konuma sokmaktadır. Bu denli devasa açıkta yaşanan depremin de payının olduğu açıktır ancak tüm yükü depreme yıkamayız. Bilindiği üzere, ilgililerin yer ve neredeyse zaman dahi vererek deprem felaketine işaret etmiş olmalarına rağmen, yaşanan depremin böylesi can ve mal kaybına yol açmasının maliyeti önceden önlem alması gereken hükümeti aklamaz, tam tersi, sorumlu kılar. Evet, depreme karşı önlem de bir maliyettir ancak hem alınacak tedbirin maliyeti yıkım ve yeniden inşadan daha düşük kalır hem de hiçbir şekilde paha biçilemez can kaybı bu denli yüksek yaşanmış olmazdı. Maliyetler sadece para hesabı değildir. Her şeyi metalaştırmış olan AKP hükümeti maliyetten kaçarken halka hem can hem de para olarak çok daha büyük maliyet yıkmıştır, yıkmaktadır. Kısacası, sermaye ve varsıl insanlar yönünde ağırlığını koymaktan çekinmeyen iktidar bu büyük açığı depremin arkasına saklayarak geçiştiremez.

Bütçe açığının çok önemli bir ayağını, hükümet yetkililerinin bütçeden bir kuruş dahi çıkmadığı iddiasıyla giriştiği yap-işlet-devret ve kamu-özel ortaklığı modellerine verilen döviz........

© Evrensel


Get it on Google Play