Cesaretle haykıralım: “Hiçbir günü kutlamıyorum!” Evet, ne kadınlar gününü, ne emekçiler gününü ve ne de emekliler gününü/yılını kutlamıyorum! Eğer bu günlerin gerçek anlamı varsa, neden erkekler günü ya da patronlar günü yok ki!

Tenzilatlı sezon fiyatlarında önce fiyatlar yükseltilir, sonra düşürülür. Bunun adı da indirimli fiyatlar olur. İşte özel günler olarak ezilenlere yutturulan tam da budur. Ne hazindir ki, bu günü kutlayanlar da çoğunlukla bizzat ezilenler olmaktadır!

Lise yaşamımda böyle bir gün kutlaması ile ilgili hazin bir hikaye hiç aklımdan çıkmaz ve o gün yaptıklarıma her hatırlayışımda üzülürüm. Hikâye şöyle: Mezuniyete 66 gün kala son sınıf öğrencileri ilginç kıyafetlerle okul bahçesinde serbest bir gün yaşar. Hocalarla şakalaşır, yumurta atar, hatta zarar vermeyecek şekilde üstüne boya dahi dökebilir. Böyle coşkulu bir gün yaşadık ve küçük aklımıza göre günü mutlulukla akşam ettik. Ertesi gün coğrafya dersimiz vardı. Derse girdik ve Ziya Hoca (Ziya Baba) biraz da hiddetle sınıfa şöyle bir baktı ve “Siz dün ne yaptınız” dedi. Biz, gençlik haylazlığıyla olayı coşkulu şekilde anlattık. Bunun üzerine Ziya Hoca fevkalade sinirlendi ve “O günün anlamını biliyor musunuz” diye sordu. Hiç birimiz bilmiyorduk o günün anlamını. Biz o günün bir festival ya da eğlence günü olduğunu düşünmüştük. Ziya Hoca o günün, ABD’de kölelere tanınan bir günlük serbestlik/özgürlük günü olduğunu söyledi. Tabii çok utandık ve o yıldan sonra böyle bir saçmalığın bir daha yaşanmamış olduğunu öğrendim.

Bir kadın, sadece erkekler tarafından mı eziliyor? Eğer durum böyle ise, bir kadın önce anne olarak oğlunu nasıl yetiştiriyor, kızını nasıl baskılıyor? O zaman kim kimin düşmanı ya da baskılayıcısı?

Evet, kadınlar gününün kimi politik, kimi emekçi kadınlara ait özel ve hüzünlü çok farklı hikayesi vardır. “Dünya Kadınlar Günü” olarak 8 Mart gününün belirlenmesine kaynaklık eden olaylardan biri, Rusya’da 1917 Şubat Devrimi’nin 8 Mart günü yapılan kadın yürüyüşü ve grevleri ile başlamış olması, bir diğeri ise, 8 Mart 1857’de ABD’nin New York kentindeki bir tekstil fabrikasında grevci işçilere polisin saldırısı karşısında işçilerin direnişine polisin işçileri fabrikaya kilitlemesi ve çıkan yangında 120 kadın işçinin ölmesi, bir başkası da, 25 Mart 1911’de New York’ta bir gömlek fabrikasında gerçekleşen yangın faciası olarak tarihe geçmiştir. Muhtemeldir ki, bunlar ve bunlara benzer daha birçok acı olayların toplumlarda oluşturduğu vicdani sorumluluk sonucu adeta bir tür “Elleri temizleme” ameliyesi olarak 8 Mart 1908’de ABD’nin New York kentinde çoğu sosyalist olan kadın işçilerin öncülüğünde sendikal haklar ve kadınlara oy hakkı talepleriyle düzenlenen miting ve diğer benzeri gelişmeler bizleri bugünlere kadar taşıdı.

Çok ilginç, tüm acı olaylara kadınlar muhatap olmuş, sonra da yine kadınlar öncülüğünde bir kutlama günü oluşturulmuş! İşin püf noktası burası: Bu acı hikayeleri kutlamak mı gerek, yoksa tüm olaylar üzerinde derin derin düşünüp, sebeplerine inip bir daha bu gibi olayların, acıların, baskılamaların yaşanmaması için nelerin yapılması gerektiğinin bilincine varılması için düşünülmesi ve gerekli önlemlerin alınması mı gerek! Böylesi özel sanılan günleri düşündüğümde hep aklıma çocuğu dövmeyi bir terbiye sistemi olarak gören cahil ebeveynin sonradan ona sarılıp öpme sahtekarlığı gelir. Bu ebeveynler çocuğu önce niçin döver, sonra niçin kucaklar ve öper. Çünkü kucaklama ve öpme de, aslında, dövmenin tamamlayıcı devamından başka bir şey değildir. Olay salt dövme ile kalsaydı, dövmenin terbiyevi etkisi (kimi akıllara göre!) zayıflar ve dayak yiyen kişi dayağa sebep olan olayı düşünmeyip, tam ters dayağa karşı direnç geliştirir ki, bu durum dayağın arzulanan etkisini zayıflatır, hatta çoğu durumda eritir.

İş yerlerinde terfi konusunda, hatta akademide tartışmalar ve yükseltmelerde de maalesef kadınlar ikinci sırada işlem görmektedir. Akademik yaşamımda bu duruma tanık olmadım diyemem. Taciz, mobbing, doğrudan şiddetle baskılama akademide de sıkça görülmektedir. Bilim dünyasında da kadın bilim insanlarının sayıları ile erkek bilim insanlarının sayıları arasındaki anormal fark da bunun en iyi göstergesidir. Bunun çok ilginç örneği, anlatıldığı kadarıyla, Karl Marx’da görülmüştür. Şöyle ki, Marx bir gün bürosuna girer, neşelidir, çünkü bir makalesi pek beğenilmiş ve takdire şayan bulunmuştur. Sekreterine bu haberi coşku ile verdiğinde, kadın sekreter “Bana bir şey yok mu” gibisinden serzenişte bulunur. Marx’ın yanıtı, yazının kendisine ait olduğu, dolayısıyla mükafatın da kendisine ait olduğu şeklindedir. Bu yanıta üzülen sekreter ki Marx’a çok yakındır, yazıyı redakte etme ve tüm daktilo işlerini kendisinin yapmış olduğunu dolayısıyla kendisinin de bu taltifte bir hissesi bulunduğunu üzülerek söyler. Emek dostu Marx’ın da buna çok üzülmüş olduğunu tahmin ederim.

Kadın ve erkek, beyinsel ve beceri olarak aynı, biyolojik olarak farklı ve birbirini tamamlayan muazzam mükemmel doğa yaratıklarıdır. Muhteşem ikilisinden birinin doğa farklılığını üstünlük gibi algılama huyu (eblehliği!) acaba neyin ya da nasıl bir oluşumun eseridir! Yine akademi-iş dünyası ortamından bir örnek. Ders yılı başlıyor. Tüm akademisyenler sahnede yerini almış, öğrenciler sükunetle konuşmaları dinliyor. Günün konuk konuşmacısı bir bankanın personel dairesi başkanlığını yapan bir kadın mezunumuz idi. Konuşmasında aynen şu ifadeyi bu kulaklarım keşke duymamış olsa idi: “ Biz çalışma disiplinini sağlamak için ilk gelenler üzerinde tedhiş oluştururuz!” Ne demeli ki!

İşte sistem ve dönüştürdüğü insan!

QOSHE - Günlerin gerçek anlamları - İzzettin Önder
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Günlerin gerçek anlamları

25 1
09.03.2024

Cesaretle haykıralım: “Hiçbir günü kutlamıyorum!” Evet, ne kadınlar gününü, ne emekçiler gününü ve ne de emekliler gününü/yılını kutlamıyorum! Eğer bu günlerin gerçek anlamı varsa, neden erkekler günü ya da patronlar günü yok ki!

Tenzilatlı sezon fiyatlarında önce fiyatlar yükseltilir, sonra düşürülür. Bunun adı da indirimli fiyatlar olur. İşte özel günler olarak ezilenlere yutturulan tam da budur. Ne hazindir ki, bu günü kutlayanlar da çoğunlukla bizzat ezilenler olmaktadır!

Lise yaşamımda böyle bir gün kutlaması ile ilgili hazin bir hikaye hiç aklımdan çıkmaz ve o gün yaptıklarıma her hatırlayışımda üzülürüm. Hikâye şöyle: Mezuniyete 66 gün kala son sınıf öğrencileri ilginç kıyafetlerle okul bahçesinde serbest bir gün yaşar. Hocalarla şakalaşır, yumurta atar, hatta zarar vermeyecek şekilde üstüne boya dahi dökebilir. Böyle coşkulu bir gün yaşadık ve küçük aklımıza göre günü mutlulukla akşam ettik. Ertesi gün coğrafya dersimiz vardı. Derse girdik ve Ziya Hoca (Ziya Baba) biraz da hiddetle sınıfa şöyle bir baktı ve “Siz dün ne yaptınız” dedi. Biz, gençlik haylazlığıyla olayı coşkulu şekilde anlattık. Bunun üzerine Ziya Hoca fevkalade sinirlendi ve “O günün anlamını biliyor musunuz” diye sordu. Hiç birimiz bilmiyorduk o günün anlamını. Biz o günün bir festival ya da eğlence günü olduğunu düşünmüştük. Ziya Hoca o günün, ABD’de kölelere tanınan bir günlük serbestlik/özgürlük günü olduğunu söyledi. Tabii çok utandık ve o yıldan sonra böyle bir saçmalığın bir daha yaşanmamış olduğunu öğrendim.

Bir kadın, sadece erkekler tarafından mı eziliyor? Eğer durum böyle ise, bir kadın önce anne olarak oğlunu nasıl yetiştiriyor, kızını nasıl baskılıyor? O zaman kim kimin düşmanı ya da baskılayıcısı?

Evet, kadınlar gününün kimi politik, kimi emekçi kadınlara ait özel ve hüzünlü çok farklı hikayesi vardır. “Dünya........

© Evrensel


Get it on Google Play