Öyle gözüküyor ki iktidara hakim siyasetçilerin bakış açısıyla, önümüzdeki seçimin AKP-MHP ekibi için önemi, ülkenin selameti için öneminden daha büyüktür.

Ekonomi gözlüğüyle baktığımızda, ülkemiz büyük bir krize ve siyasi karmaşaya sürüklenmektedir. Bu seçim tabii ki Türkiye’nin kaderini belirlemeyecek fakat öyle gözüküyor ki Türkiye’nin kaderi üzerinde zar atanlar seçime bel bağlamış olarak, salt partisel güçleri ile değil, maalesef siyasi etiğe fevkalade aykırı şekilde devlet gücüyle de seçime abanmaya yeminliler. Ne var ki başta iktidar koalisyonu olmakla beraber hiçbir siyasi partinin uygun bir sandalye kapmak dışında ülkenin herhangi bir derin yarasına ucundan dahi olsun değindiği görülmemektedir. Bu durum, maalesef karşı karşıya olduğumuz acı gerçektir. Anlamsız tartışmalarda partilerin birbirlerine anlamsız eleştiri yöneltmenin ötesinde akla ve mantığa uygun bir proje yoktur ortada. Böylesi siyasi karmaşa ve sandalye kapma yürüyüşünde kim güce ulaşırsa ulaşsın, ülkenin kaderinde büyük bir değişiklik olmayacaktır.

Halkımız bir yandan ekonomik krizle boğuşurken, diğer yandan da Anayasa-Yargıtay çatışması üzerinden Anayasa ve sistem tartışmasına sürüklenmektedir. Bunun üzerine bir de İslam kozunun ortaya atılmasıyla, ulusun Anayasa’nın kökten değiştirilme yoluna sürüklendiği anlaşılmaktadır. Halka açık bir dayatma olan bu duruma yol açan sebep nedir? Böylesi karmaşık siyasi manevraları salt ulusal partiler arası manevra olarak yorumlamak aşırı saflığa girebilir. Meseleyi biraz daha derin düşündüğümüzde, gerileyen kapitalist dünyada emperyalist siyasetin Türkiye üzerindeki oyunları ile karşı karşıya gelebiliriz. Belki de bu yürüyüş, emperyalist tarafından seçime hazırlanan parti ve/veya partiler aracılığı ile Türkiye’yi böl-yönet ortamına sürüklemek amacıyla oynanan bir oyundur.

Neoliberal dönemin tüm uluslara dayattığı fevkalade etkili iki siyasi ajanın biri alt kimlikler meselesi, diğer ise dinciliktir. Alt kimlikler tartışması yeni olmamakla beraber, kapitalizm sıkıştıkça ısıtılarak siyesilerin önüne koz olarak sürülen etkili bir ajandır. İşin ilginci şudur ki siyasiler de bu ciddi sorunu samimi şekilde çözme yerine, seçimlerde ileri-geri manevra alanı olarak kullanmaktadırlar. Türkiye, her yönü ile mozaik bir ulus topluluğudur. Alt kimlikler olarak yansıyan bu mozaik yapı ulusumuzun sosyolojik zenginliği olduğu kadar, ekonomik ve felsefi gücünün de temelidir. Kaderde ve kıvançta bir toplum ifadesi ancak söz konusu zenginliğin parçalanmadan, karşılıklı hukuksal anlayış ve bireysel saygı üzerine kurulu birlikteliğinde mümkün olur. Peki, neden böyle bir birlikteliği kurup yaşatamıyoruz. Yaşatmamız istenmiyor çünkü yaşanmamız/yaşatılmamız istenmiyor! Bu konuda salt küresel emperyalizmi suçlamak da sorunun içsel dinamiklerinden kaçırmak anlamına gelir. Şöyle ki ülke çapında homojen bir yayılım göstermeyen ekonomik durumda Doğu ve Güneydoğu yörelerinin kalkınması, Batı sermayesinin yedek işçi ordusu ve ucuz emek ihtiyacına zıttır. Aynı şekilde, Doğu ve Güneydoğu yörelerinin kalkınması kıt sermaye üzerinde bölgeler arası rekabeti güçlendirerek, sermaye maliyetini Batı sanayisi için pahalandırır. Görülüyor ki bölgesel kalkınma ve gelişme tüm ülke lehine olduğu halde, kısa dönemde Batı sermayesinin aleyhinedir. İster bu seçimde ister diğer seçimlerde bu konuda anlamlı bir plan ve programın hemen hiçbir parti tarafından ortaya koyulmamış olması ülkemizdeki siyasi etik ve anlayış açısından bir zaaf değil midir? Bu konuyu kapatmadan, halkımızın, özellikle de geri kalmış/bıraktırılmış yörelerdeki halkımızın siyasi yönelişleri de bir başka açıdan derin yaralarımızdandır. Ağalık sorunları, tarikat ilişkileri kökünden çözülmeden bu sorunlardan halkı sorumlu tutmak da bir başka sorumsuzluktur.

Neoliberalizmin öne çıkardığı alt kimliklerin ikinci ajanı ise dinciliktir. Halkımızın büyük çoğunluğunun samimi olarak İslam dinine bağlı olduğu açıktır. AKP’nin son yirmi yılda bu konuda ülke halkımıza yaptığı hiçbir katkı olmadığı gibi, tam tersi, kutsal duyguların siyasi arenada kirletilmesi yolunu açarak, tüm diğer alanlara olduğu gibi bu alana da çok büyük bir zarar verdi. Kutsal inanç alanı siyasete bulandırılarak ciddi olarak yozlaştırıldı, tahrip edildi, siyasete ve piyasa kurnazlıklarına alet edildi, hatta dincilik yoz sosyal ve siyasal yaşamlara perde olarak çekildi. Bu sorun üzerine şimdilerde bir de şeriat konusu işlenmeye başladı. İslam dininin diğer semavi dinlerden en bariz farkı, meziyeti hatta üstünlüğü kurumsallaşmamış olup, yaratıcı ile kulun arasına hiçbir sınıf, zümre, kurum ya da insanın giremeyeceğidir. Bundan da başka, kutsal kitapta dinde zorlama olamayacağı hükmü açık ve net iken, adeta Türk vatandaşlığı pasaportuna sahip olabilmek için ileri sürülen din koşulu, hem de belirli bir form ve şeriat bağlamında din koşulu ulus tanımına da tek millet tanımına da terstir. İşte emperyalizmin kasıtlı katılaştırdığı din kurumu ile halkların bölünmesinin sağlanması projesi tam da budur. Ülkemizde, Türkiye pasaportu taşıyan herkesin farklı din, inanç ve anlayışa sahip olması çok ciddi vatandaşlık hakkı ve güvencesidir. Sovyetlerin dağılmasından sonra halkımıza öğretilen “ılımlı İslam” tezi ve iyi Müslüman’ın tek niteliğinin “Alnının secdeye değmesi” sloganı tam bir aldatmacadır. Alnın secdeye değmesi, yaratıcı ile kul arasındaki meseledir. Buna mukabil, bireyin diğer bireylerle ya da toplumsal ilişkisi veya iş dünyasındaki davranışıdır bireyler arasında aranan meziyet ya da insanca davranış. Kutsal inancın deruni felsefesine girilmeden ve buna ilişkin kuralların ihlal dahi edilebilecek şekilde kutsal inancın sadece şekli uygulamasının öne çıkarılması ne dine ne de ulusa hizmettir. Bu politikalarla ulusumuz Allah’a kulluktan emperyaliste kulluğa dönüştürülmektedir.

Ulus devletlerin temelini ulusal birlik oluşturur. Ulusal birlik, biri dinsel ve kimlikler konusunda saygılı politika, diğeri ise güçlü ekonomi olarak iki temel üzerine oturur. Merkez Bankası sorunlarının da gündeme alındığı modelde bu iki direğin de ortadan kaldırıldığı yenidünya düzeninde, özellikle de ekonomik olarak kalkınmakta olan ekonomilerde birey öne çıkartılırken, alt kimlikler de güçlendirilerek politik arenaya sürülerek ulus devlet dokusu yıpratılmaktadır. İlk bakışta demokrasi ve insan haklarına uygun görülen bu politik aletlerin, biraz derin analizde neoliberal dönemin etkili sömürü araçları olduğu anlaşılır. Farklı dinlere ve farklı kimliklere saygılı olarak, neden kapitalizmin sıkıştığı bu dönemde bu tür hilelere başvurulduğunu sakince düşünmeli ve konuşmalıyız!

QOSHE - Seçim kızıştıkça görüntü hüzün veriyor - İzzettin Önder
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Seçim kızıştıkça görüntü hüzün veriyor

39 13
10.02.2024

Öyle gözüküyor ki iktidara hakim siyasetçilerin bakış açısıyla, önümüzdeki seçimin AKP-MHP ekibi için önemi, ülkenin selameti için öneminden daha büyüktür.

Ekonomi gözlüğüyle baktığımızda, ülkemiz büyük bir krize ve siyasi karmaşaya sürüklenmektedir. Bu seçim tabii ki Türkiye’nin kaderini belirlemeyecek fakat öyle gözüküyor ki Türkiye’nin kaderi üzerinde zar atanlar seçime bel bağlamış olarak, salt partisel güçleri ile değil, maalesef siyasi etiğe fevkalade aykırı şekilde devlet gücüyle de seçime abanmaya yeminliler. Ne var ki başta iktidar koalisyonu olmakla beraber hiçbir siyasi partinin uygun bir sandalye kapmak dışında ülkenin herhangi bir derin yarasına ucundan dahi olsun değindiği görülmemektedir. Bu durum, maalesef karşı karşıya olduğumuz acı gerçektir. Anlamsız tartışmalarda partilerin birbirlerine anlamsız eleştiri yöneltmenin ötesinde akla ve mantığa uygun bir proje yoktur ortada. Böylesi siyasi karmaşa ve sandalye kapma yürüyüşünde kim güce ulaşırsa ulaşsın, ülkenin kaderinde büyük bir değişiklik olmayacaktır.

Halkımız bir yandan ekonomik krizle boğuşurken, diğer yandan da Anayasa-Yargıtay çatışması üzerinden Anayasa ve sistem tartışmasına sürüklenmektedir. Bunun üzerine bir de İslam kozunun ortaya atılmasıyla, ulusun Anayasa’nın kökten değiştirilme yoluna sürüklendiği anlaşılmaktadır. Halka açık bir dayatma olan bu duruma yol açan sebep nedir? Böylesi karmaşık siyasi manevraları salt ulusal partiler arası manevra olarak yorumlamak aşırı saflığa girebilir. Meseleyi biraz daha derin düşündüğümüzde, gerileyen kapitalist dünyada emperyalist siyasetin Türkiye üzerindeki oyunları ile karşı karşıya gelebiliriz. Belki de bu yürüyüş, emperyalist tarafından seçime hazırlanan parti ve/veya partiler aracılığı ile Türkiye’yi böl-yönet ortamına sürüklemek amacıyla oynanan bir oyundur.

Neoliberal dönemin tüm uluslara dayattığı fevkalade etkili iki siyasi ajanın biri alt kimlikler meselesi, diğer ise dinciliktir. Alt kimlikler tartışması yeni olmamakla beraber, kapitalizm sıkıştıkça ısıtılarak siyesilerin önüne koz olarak sürülen etkili bir ajandır. İşin ilginci şudur ki siyasiler de bu ciddi sorunu samimi şekilde çözme yerine, seçimlerde........

© Evrensel


Get it on Google Play