Gönül isterdi ki, yeni yılın ilk yazısında göze ve kulağa hoş gelen konulardan söz edebilseydim. İnanın buna çalıştım, fakat olumsuz olaylar buna imkan vermedi.

Yeni yıla girmeye günler kala içimizi burkan acılar yaşadık, çok sayıda kerpiç eve, evin boyutlarını aşan Türk Bayrağı asıldı. Bunun üzerine kimileri ‘Şehitler üzerinden siyaset yapmayın’ ya da benzeri ifadelerle tüm aleyhte söylentileri kısmaya ve susturmaya çalıştı, kimileri de, şehitlere dahi saygısızlık olacak şekilde, kerpiç ev sakinlerine şehitlik mertebesinin nasip olduğunu dillendirdi. İkisinin de yanlış ve ulusa karşı saygısız siyasetin vitrin sözlerinden öte zerre kadar değeri yoktur. Tüm şehitlerimize Allah’tan vasi rahmet, ailelerine ve ulusumuza başsağlığı diliyorum.

Bilindiği gibi Türkiye, terör konusu ile yıllardır askeri alanda mücadele içindedir. Her iki tarafta da binlerce, hatta on binlerce can kaybı yaşandı. Peki, sonuç nedir? Zaman zaman oluşan kısmi suskunluk ya da canlar pahasına şiddetli baskılama ile topluma terör belasının kökünün kazındığı intibaını verici siyasi manevradan öte ortada kalıcı bir netice yoktur. Tüm yönetsel ve hukuksal müzakere yollarının tüketilip, siyaset ve diyaloğun bittiği noktada tabii ki her ülke kendi bağımsızlığını, birlik ve beraberliğini korumak, hatta zorda kaldığında savunmak durumundadır. Fakat bu hamle öncesinde siyaseten reddedilenlerin insani ve siyasi haklarına saygılı şekilde siyaset içine alınarak hem ülkemiz üzerinde emeller besleyen yabancı devletlerin müdahale olanağının, hem de iç siyaset avantajlarının kaldırılması gibi tüm sorunlu alanların tüketilmesi yönünde yönetsel ve siyasi çabaların ortaya koyulması gerekir. Şehitler üzerinde eleştiri yapılmasının engellenmesi, dolaylı yoldan hükümet politikalarına eleştiri yapılmasının engellenmesidir.

Kadın cinayetleri, hukukun araçsallaştırılması, ondan da öte yozlaştırılması, danışıklı dövüş mü yoksa gerçek mi olduğu meçhul AYM-Yargıtay çatışması, İsrail zulmüne karşı Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Uluslararası Adalet Divanına başvurmayı düşünmesine karşın, bizim ülke içinde tepinip ticarete devamla yetinmemiz; üretime yönlendirilemeyen ekonomiyi servet aktarımı rant yoluyla ile çevirmeye çalışmamız; hangi dağda ya da denizde rafine etmeye dahi gerek kalmadan kullanılabilecek petrol bulunması komedisi; tüm bunlara tuz biber ekercesine ne olduğu belli olmayan projenin bir parçası olarak da ülkenin hızla çoğalabilecek yabancı unsurlarla doldurulması ve hepimizin mahcubiyetine yol açan Avrupa’ya şantaj utanmazlığımızın artık insanın içini sıktığını görmemiz gerekiyor.

Türkiye yönetiliyor da, toplumun kutsallığı da dahil olarak, hemen her kurumunun çökertildiği durumda ülkenin gerçekten kendisini ülkesine hizmete adamış siyasetçiler tarafından mı yönetildiği kuşkusuna kapılmamak işten bile değil! Bir ülkenin geleceğini tehlikeye atabilecek şekilde tüm kurum ve dokularının bu denli tahribi, insanlarının ‘bir taraf ya da bertaraf’ edilmesi, parlak ümidimiz gençlerimizin ve yetişmiş doktorlarımızın geleceklerini göremeyip yurt dışına gitmeleri başta siyasiler olmak üzere hepimizi tedirgin etmiyorsa, onlara ülkenin gidişatı hakkında bir mesaj vermiyorsa, bu ülkeyi kim, hangi amaca göre gütmektedir?

Ülke içinde seçim kaybetmiş bir parti başkanının ve yöneticisinin çekilmesi çok temel bir ahlak kuralıdır. Bu hüküm doğrudur da, bir inatla yandaşları varsıl, ülkeyi yoksul kılabilen, uluslararası arenada ülkeyi alt kümelere doğru çekmeyi başarabilen bir siyasal erkin hiç değilse sahte videolara sarılmadan seçimlerin dürüst yapmasına olanak sağlaması, salt burjuva ahlakı açısından değilse bile, ülkenin ve bizzat kendisinin selameti açılarından elzem değil midir? Yalan söylemler, tutulmayan vaatler, bağımsız olması gereken kamu kurumlarını adeta mutlak yetkili sıfatı ile baskı ve denetim altına almak halkımızın refahına ve geleceğine hizmet edici politik tavırlar olarak görülebilir mi?

Politik ve mali bu denli çukura itilmiş bir ülke halkının hiç değilse son kurtuluş olarak bir konuyu çok dikkatle ele alması kaçınılmazdır. Hiç sözü dolandırmaya gerek yoktur; halkımızın samimi dinle bir ilgisi olmayan okullara kadar sokulan dincilik, gericilik, tarikatçılık konusunu dikkatle düşünüp, kararını vicdanına göre verme zamanı geçmektedir. Eğer yalan söyleniyorsa, eğer verilmiş sözlerden vaz geçiliyorsa, eğer emanete uyulmuyor ihanet ediliyorsa, eğer haksız şekilde insanlara eziyet ediliyorsa, bunları halka reva görenlerin topluma yansıttıkları sahte görüntüye aldanılmamalıdır. Eğer kutsal öğretiden bir şeyler öğrenilmemiş, hiçbir yorum geliştirilip, hal ve hareketler ya da siyasi kararlarda adalet gözetilmemişse, o siyasi erke yol veren halk da aynı şekilde sorumludur, ona da yazık olur. Adalet ve kutsallık toplumun temelidir. Bu iki temel direk sallanıyorsa, yeni bir depreme dahi gerek kalmadan toplum dağılmaya mahkumdur.

Acaba, ‘Ortadoğu’da sınırlar değişmelidir’ düsturu ile siyasetini yürüten okyanus ötesi gücün hedefindeki Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında siyasilere verilen görev bu mudur?

Değerli okurlara yalanların sürdürülemez olacağı mutlu yıllar, sağlıklı, huzurlu günler temenni ederim!

QOSHE - Sürdürülebilir yalan - İzzettin Önder
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sürdürülebilir yalan

15 6
06.01.2024

Gönül isterdi ki, yeni yılın ilk yazısında göze ve kulağa hoş gelen konulardan söz edebilseydim. İnanın buna çalıştım, fakat olumsuz olaylar buna imkan vermedi.

Yeni yıla girmeye günler kala içimizi burkan acılar yaşadık, çok sayıda kerpiç eve, evin boyutlarını aşan Türk Bayrağı asıldı. Bunun üzerine kimileri ‘Şehitler üzerinden siyaset yapmayın’ ya da benzeri ifadelerle tüm aleyhte söylentileri kısmaya ve susturmaya çalıştı, kimileri de, şehitlere dahi saygısızlık olacak şekilde, kerpiç ev sakinlerine şehitlik mertebesinin nasip olduğunu dillendirdi. İkisinin de yanlış ve ulusa karşı saygısız siyasetin vitrin sözlerinden öte zerre kadar değeri yoktur. Tüm şehitlerimize Allah’tan vasi rahmet, ailelerine ve ulusumuza başsağlığı diliyorum.

Bilindiği gibi Türkiye, terör konusu ile yıllardır askeri alanda mücadele içindedir. Her iki tarafta da binlerce, hatta on binlerce can kaybı yaşandı. Peki, sonuç nedir? Zaman zaman oluşan kısmi suskunluk ya da canlar pahasına şiddetli baskılama ile topluma terör belasının kökünün kazındığı intibaını verici siyasi manevradan öte ortada kalıcı bir netice yoktur. Tüm yönetsel ve hukuksal müzakere yollarının tüketilip, siyaset ve diyaloğun bittiği noktada tabii ki her ülke kendi bağımsızlığını, birlik ve beraberliğini korumak, hatta zorda kaldığında savunmak durumundadır. Fakat bu hamle öncesinde siyaseten reddedilenlerin insani ve siyasi haklarına saygılı şekilde siyaset içine alınarak hem ülkemiz üzerinde emeller besleyen yabancı devletlerin müdahale olanağının, hem de iç siyaset avantajlarının kaldırılması gibi tüm sorunlu alanların tüketilmesi yönünde yönetsel ve siyasi çabaların ortaya koyulması gerekir. Şehitler üzerinde eleştiri yapılmasının........

© Evrensel


Get it on Google Play