6 Şubat depremlerinin yol açtığı ölümlerin ve yıkımların somut nedenleri AKP iktidarı ve sermayenin organik basını tarafından “asrın felaketi” diye görünmez kılınmak istense de gerçek “felaketin” ne olduğu her geçen gün biraz daha açığa çıkıyor. Deprem bir doğa olayı, ama etkilerini bu denli yıkıcı hale getiren sermayenin sınırsız tahakkümü. Merkezi veya yerel ölçek fark etmeksizin, sermaye birikiminin akışkanlığını korumayı amaçlayan, finans, toprak ve rant ilişkisine göre şekillenen ekonomi ve imar politikaları “asrın gerçek felaketi”dir.

Depremlerin sermaye sınıfını ilgilendiren boyutu, üretimdeki ve meta dolaşımındaki duraksamanın, sabit sermaye yıkımlarının ihracatı ve tedarik zincirlerini ne ölçüde etkilediğidir. Cumhurbaşkanlığının “Türkiye depremleri” raporuna göre, depremin yaşandığı 11 ildeki 38 organize sanayi bölgesinde (OSB) yer alan 4 bin 997 şirkette yaklaşık 550 bin işçi çalışıyordu. Deprem bölgesindeki illerin toplam milli gelirden aldığı pay yüzde 9.8 iken; tarım, sanayi ve imalat sektörlerinin payı GSYH paylarının üzerindedir. 11 ilin tarım sektörü ise milli gelirde yüzde 15 ile önemli bir paya sahip.

Tekstil ve ham maddeleri, hazır giyim ürünleri, hububat, bakliyat, yağlı tohum, çelik, tarım ürünleri gibi kalemlerdeki üretim hacmi bu illerin ihracatının lokomotifidir. Depremden önce toplam ihracatın yüzde 8.6’sını gerçekleştiren 11 il içerisinde Gaziantep, Hatay, Adana ve Kahramanmaraş sırasıyla en çok ihracat payına sahip şehirlerdir.

Türkiye’nin sermaye kompozisyonu, AKP iktidarı ile birlikte büyüyüp çeşitlenirken, dış pazar ve kaynak arayışı artarken, üretken sermayenin uluslararasılaşması daha fazla yoğunlaşırken, yığınsal meta üretiminin ve ticaretin deprem nedeniyle duraksaması bir kriz başlığıdır.

TÜRKONFED’in “Depremler sonrası tedarik zinciri dayanıklılığı” raporuna göre üretim süresinin uzaması, tedarik zincirindeki kırılmanın bir göstergesiyken, tedarik zinciri maliyetleri (üretim, depolama, dağıtım, nakliye ve talep yönetimi) artmıştır. TÜRKONFED’in araştırmasına göre, deprem bölgelerindeki şirketlerin tedarik zinciri ve lojistikle ilişkili en çok artan maliyetleri şunlar: yüzde 13 ile üretim maliyetleri; yüzde 12 ile tedarik maliyetleri; yüzde 12 ile işletme maliyetleri; yüzde 10 ile nakliye maliyetleri; yüzde 9 ile teslimat maliyetleri; yüzde 7 ile ulaştırma maliyetleri; yüzde 7 ile sabit maliyetler; yüzde 6 ile bozulan depo kurtarma maliyetleri; yüzde 6 ile işlem maliyetleri; yüzde 5 ile kurtarma maliyetleri.

Tülin Öngen Hoca’mız, kapitalist devletin krizinden bahsederken bileşenlerden birisinin birikim krizi olduğunun altını çizer. Birikim krizi, arz ile talep arasındaki dengesizlikten doğan ve pazarla sınırlı kalan devresel dalgalanmalardan farklı olarak, siyasal ve kurumsal düzeyde tüm toplumsal formasyonu etkileyen bir kriz türüdür. Bu nedenle, depremin coğrafi büyüklüğü ve ekonomik yükü göz önünde bulundurulduğunda, üretim ve istihdamla ilgili yapısal sorunlardan kaynaklanan bir krizin yaşanmaması için telafi edici önlem ve destek arayışı da hızlanmıştır.

Resmi verilere göre 110 milyar doları geçen depremin ekonomik maliyetini karşılamak için şimdiye kadar sadece 30 milyar dolarlık telafi ve destek sağlandı. Büyük çoğunluğu konut/altyapı inşaatı, barınma, tarımsal destek ve OSB’lere ayrılan kaynağın yeterli olmayışı, depremden etkilenen 11 il ölçeğinde üretimin ve ihracatın eski temposuna dönmesi için dış finansman arayışını ve girişini de hızlandırdı.

Türkiye ile dayanışma amacıyla başlatılan uluslararası seferberliğin en önemli ayağını küresel finans ve sermaye kurumlarının kredi ve likidite “yardımları” oluşturuyor. Kredileri salan en önemli üç kurum, Dünya Bankası (DB), Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) ve Uluslararası Finans Kurumu (IFC). Verilen kredilerin büyük çoğunluğunda yer alan ortak terminolojide “kalkınma”, “yeniden inşa”, “sürdürülebilir büyüme”, “karbon emisyonu”, “yeşil dönüşüm” ve “yeşil finansman” terimleri geçiyor. Avrupa Yeşil Mutabakatında yer alan ilkeler çerçevesinde şekillenen kredilerin temel özelliği, hem reel üretimi karakterize etme yoluyla, hem de finansal piyasalar aracılığıyla “yeşil kapitalist” üretim modelinin egemenliğini kurmak, merkez ülkelerin sanayi sistemlerini ve paradigmalarını ihraç ederek mevcut bağımlılık ilişkilerini derinleştirmektir.

Küresel finans kuruluşlarının kredileri, sermaye yatırımlarına ihtiyaç duyan çevre ve yarı-çevre ülkelerin üretimini yeniden düzenlemekle kalmaz, siyasal dinamikleri ve ülkelerin emperyalist iş bölümündeki pozisyonlarını da ayarlar. Bu doğrultuda verilen deprem kredilerinin genel yapısı şöyle:

1) EBRD, 2023 yılında depremden sonra toparlanma ve destek amaçlı toplamda 2.5 milyar avroluk finansman sağladı. Depremden etkilenen bölgedeki şirketlere 800 milyon avrodan fazla kaynak ayrıldı.

2) EBRD, afet müdahale çerçevesi kapsamında finansman ihtiyaçları ve “yeşil ve dirençli ekonomi” için QNB Finansbank ile 110 milyon dolar, Akbank ile 90 milyon dolar, Denizbank ile 109 milyon dolar tutarında anlaşmalar imzaladı. İş Bankası ve Yapı Kredi bankalarıyla da yapılan anlaşmalarla birlikte EBRD toplam 400 milyon avro finansman sağladı.

3) IFC, DB ile koordineli bir şekilde, depremden etkilenen illerde istihdamın, sürdürülebilir büyümenin desteklenmesi ve rekabet gücünün artırılmasına yardımcı olmak amacıyla Sanko Holdinge 150 milyon dolar tutarında “yeşil kredi” verdi. Kredi, holding bünyesinde, yeşil sertifikalı iplik fabrikası ve geri dönüş tesisi inşası için Sanko Tekstil; ambalaj malzemeleri için yeşil sertifikalı üretim tesisi kurması için Süper Film ve çimento üreticisi Çimko şirketleri arasında pay edildi.

4) EBRD, depremden sonra şirketlerin bölgedeki faaliyetlerine devam etmesi için Enerjisa Enerji’ye 100 milyon avro, polyester üreticisi SASA Polyester’e 75 milyon avro ve enerji şirketi Mav Elektrik’e 25 milyon avro kredi sağladı.

5) EBRD, 2023 yılında Türkiye’de 48 projeyi finanse etti. Bu yatırımların yüzde 91’i doğrudan şirketlere yönelik olurken, toplam finansmanın yaklaşık yüzde 58’i yeşil ekonomiye geçişe yönelik oldu.

“Yeşil” kapitalizme geçişi hızlandırma hedefiyle hazırlanan finansman paketleri; düşük karbon emisyonlu ürünlerin üretimi, yeşil yatırım, sürdürülebilirlik gibi başlıklar ve gerekçelerle verildi. Bu kapsamda, ING Türkiye ve ING Leasing’e 100 milyon avroluk finansman paketi tahsis edildi; ayrıca lastik üreticisi Brisa Bridgestone’a 90 milyon avro; üretim tesislerinin “yeşil” modernizasyonu için Türk Traktör’e 70 milyon avro; Ülker Bisküvi’ye 75 milyon avro; Borusan EnBW’ye Hollanda Girişimci Kalkınma Bankası FMO ile sendikasyon yapısı altında verilen 200 milyon avro kredi dağıtıldı.

Uluslararası finansal kurumların dağıttığı krediler, sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması süreçlerinin bir uzantısıdır. Marksist Düşünür Ernest Mandel, sermayenin uluslararası düzeyde iç içe geçip merkezileşmesini açıklarken, sermaye üzerindeki komuta gücünün uluslararasılaşmasının ya bir ülkeden ötekine ya da bir ulusal sermaye sahipleri grubundan birkaçına mülkiyet transferi biçiminde gerçekleştiğini belirtir. Bu da eşitsiz ve birleşik gelişim yasasını hakim kılar.

Dağıtılan deprem kredilerinin şirketlere hangi gerekçe kapsamında verildiği bilinse de anlaşma hükümleri kamuoyuna yansımadı. Ne var ki, emperyalist bağımlılık ilişkilerinin tarihsel seyri bize güncel biçiminin de özü itibarıyla bir değişiklik barındırmadığını; yoğun kaynak transferi, mülksüzleştirme dalgası ve proleterleşmeyi beraberinde getireceğini gösteriyor. 6 Şubat’tan sonra yaşanan onca yıkıma ve acıya rağmen, depremden en az hasarla çıkan yine şirketler oldu. Şirketlere tanınan ulusal ve uluslararası öncelik, birikim modeliyle, devlet biçimiyle ve devletin uluslararasılaşmasıyla ilgilidir ve başka bir yazının konusu olacaktır.

QOSHE - Finansal oligarşinin deprem kredileri nereye gidiyor? - Kansu Yıldırım
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Finansal oligarşinin deprem kredileri nereye gidiyor?

11 1
03.03.2024

6 Şubat depremlerinin yol açtığı ölümlerin ve yıkımların somut nedenleri AKP iktidarı ve sermayenin organik basını tarafından “asrın felaketi” diye görünmez kılınmak istense de gerçek “felaketin” ne olduğu her geçen gün biraz daha açığa çıkıyor. Deprem bir doğa olayı, ama etkilerini bu denli yıkıcı hale getiren sermayenin sınırsız tahakkümü. Merkezi veya yerel ölçek fark etmeksizin, sermaye birikiminin akışkanlığını korumayı amaçlayan, finans, toprak ve rant ilişkisine göre şekillenen ekonomi ve imar politikaları “asrın gerçek felaketi”dir.

Depremlerin sermaye sınıfını ilgilendiren boyutu, üretimdeki ve meta dolaşımındaki duraksamanın, sabit sermaye yıkımlarının ihracatı ve tedarik zincirlerini ne ölçüde etkilediğidir. Cumhurbaşkanlığının “Türkiye depremleri” raporuna göre, depremin yaşandığı 11 ildeki 38 organize sanayi bölgesinde (OSB) yer alan 4 bin 997 şirkette yaklaşık 550 bin işçi çalışıyordu. Deprem bölgesindeki illerin toplam milli gelirden aldığı pay yüzde 9.8 iken; tarım, sanayi ve imalat sektörlerinin payı GSYH paylarının üzerindedir. 11 ilin tarım sektörü ise milli gelirde yüzde 15 ile önemli bir paya sahip.

Tekstil ve ham maddeleri, hazır giyim ürünleri, hububat, bakliyat, yağlı tohum, çelik, tarım ürünleri gibi kalemlerdeki üretim hacmi bu illerin ihracatının lokomotifidir. Depremden önce toplam ihracatın yüzde 8.6’sını gerçekleştiren 11 il içerisinde Gaziantep, Hatay, Adana ve Kahramanmaraş sırasıyla en çok ihracat payına sahip şehirlerdir.

Türkiye’nin sermaye kompozisyonu, AKP iktidarı ile birlikte büyüyüp çeşitlenirken, dış pazar ve kaynak arayışı artarken, üretken sermayenin uluslararasılaşması daha fazla yoğunlaşırken, yığınsal meta üretiminin ve ticaretin deprem nedeniyle duraksaması bir kriz başlığıdır.

TÜRKONFED’in “Depremler sonrası tedarik zinciri dayanıklılığı” raporuna göre üretim süresinin uzaması, tedarik zincirindeki kırılmanın bir göstergesiyken, tedarik zinciri maliyetleri (üretim, depolama, dağıtım, nakliye ve talep yönetimi) artmıştır. TÜRKONFED’in araştırmasına göre, deprem bölgelerindeki şirketlerin tedarik zinciri ve lojistikle ilişkili en çok artan maliyetleri şunlar: yüzde 13 ile üretim maliyetleri; yüzde 12 ile tedarik maliyetleri; yüzde 12 ile işletme maliyetleri; yüzde 10 ile nakliye maliyetleri; yüzde 9 ile teslimat maliyetleri; yüzde 7 ile ulaştırma maliyetleri; yüzde 7 ile sabit maliyetler; yüzde 6 ile bozulan depo kurtarma maliyetleri; yüzde 6 ile işlem maliyetleri; yüzde 5 ile kurtarma maliyetleri.

Tülin Öngen Hoca’mız, kapitalist devletin krizinden bahsederken bileşenlerden birisinin birikim krizi........

© Evrensel


Get it on Google Play