Ortadoğu’da egemen olmaya ve bölgeyi kendi stratejik yedeği haline getirmeye çalışmayan emperyalist ülke yok gibi. ABD ve Rusya askeri üs, donanma ve askerleriyle bölgede. Akdeniz’e donanma gönderen İngiltere ile Fransa zaman zaman hava bombardımanlarına katılıyor, bölgede etkilerini hissettiriyorlar. Çin silahla değil, ama güçlü ekonomisi ve bölge ülkeleriyle yaptığı ticari-mali anlaşmalarla varlığını kanıtlamakla kalmıyor, kendisini dayatıyor.

Ortadoğu’daki egemenlik hesapları emperyalistlerinkinden ibaret değil. Bölgenin orta-boy kapitalist ülkeleri de birbirleriyle rekabet halinde güçlerini kanıtlama ve yayılma peşinde. Bir yandan her biri başlıca birer büyük emperyalist devlete yaslanıyor, bir yandan da emperyalistler arasındaki sürtüşme ve çatışmalardan yararlanıp aradan sıyrılarak kendi “özel çıkarlarını” gerçekleştirmeye çalışıyorlar. İsrail, Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Mısır bu tür ülkeler.

İran ve Suudiler, mezhep ayrılıklarını kışkırtıp örneğin Yemen ve Lübnan gibi ülkelerdeki yandaşlarını da kullanarak yakın zamana kadar çatışan iki güç merkezi durumundaydı. Çin arabuluculuğunda yumuşayıp diplomatik ilişki kurdular.

Türkiye, İsrail ve Mısır’la karşı cephelerde görünüyor ve güç yarıştırıyordu. Yarış hala sürse bile artık Amerikan patronajında anlaşmış görünüyorlar. Örneğin Türkiye Filistin halkına uyguladığı soykırım boyunca İsrail’le ticaretine hiç ara vermedi.

Bölgeye yönelik Amerikan ve NATO girişimlerine paralel olarak ve batılı emperyalistlerin ikirciksiz desteğinden güç alarak İsrail’le, sırtını 400 milyar dolarlık anlaşma imzaladığı Çin’e dayayan İran arasındaki rekabet ve çatışma ise bölgeyi ve giderek dünyayı etkileyen asıl güç çekişmesi durumunda. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırganlığının da beslediği iki ülke arasındaki rekabet ve çatışma yatışma bir yana gittikçe tehlikeli bir hal alarak tırmanışta.

Şanghay İşbirliği Örgütü üyesi olan İran, bölgeye yönelik plan ve stratejisi açısından engel sayarak Amerikan emperyalizminin de doğrudan hedef aldığı ülkelerden biri. Kontrgerilla şefi Kasım Süleymani’nin Bağdat’ta bombalanarak öldürülmesi örneğinde olduğu gibi doğrudan saldırmaktan kaçınmadığı bu ülkeye karşı, ABD aynı zamanda sıkı bir ambargo da uyguluyor.

ABD ve İsrail arasındaki genel uyum ve işbirliğinin yanında bu iki ülkenin İran’a yönelik amaç birliği İsrail azgınlığının temel bir nedeni ve dayanağı.

Uzak ve yakın geçmişte gerçekleşen iki ülke arasındaki çatışmalar bir yana, önce İsrail 1 Nisan’da İran’ın Şam Konsolosluğunu vurdu. İran’ın Suriye dahil ülke dışındaki operasyonlarını yürüten “Devrim Muhafızları Kudüs Gücü” komutanlarının da içinde olduğu 16 kişiyi öldürdü. Üstlenmedi.

Çin’in de stratejik tutumuna paralel olarak savaşın yayılmasından kaçınan İran’ın yanıtıysa gecikmedi. Yanıtsız bıraksa “şamar oğlanı”na döneceğini düşündü. Bir kısmı balistik yüzden fazla füze ve dronla İsrail’e saldırdı. Çoğu “Demir Kubbe” denen füze savunma sistemi tarafından etkisiz hale getirilen füzelerin birkaçı İsrail’in askeri tesislerinde hasara neden oldu. İsrail “can kaybı yok” açıklaması yaptı!

İran’ın egemenliğinin gereği olduğu iddia ettiği yanıtının ne ulusal çıkarla ne de ülkenin bağımsızlığıyla ilgisi kurulabilir. İran’ın gerek İsrail’le rekabeti gerekse bu ülkeye yönelik son füze saldırısı, ABD liderliğinde NATO ittifakıyla Çin-Rusya ittifakı ve ŞİÖ arasındaki rekabet ve dünyanın yeniden paylaşılması mücadelesinin bir parçası. Yanı sıra, bu iki ülke Ortadoğu’da nüfuz sahibi olma ve yayılma mücadelesi yürütüyor.

İsrail kabinesi, İran’a “hızlı ve göze göz dişe diş” mi yoksa “bekleyip planlayarak güçlü bir yanıt” mı verilmesi gerektiğini tartıştı. Ve ikisinin ortasını kararlaştırdı. İran yanıtına İsrail yanıtı hızlı geldi. İsfahan’daki İran Hava Kuvvetleri üssü ateş altına alındı. İran’ın hava savunma sistemi de koruyucu duvar ördü, ancak yine de zayiat var mı, varsa ne kadar, bilinmiyor.

Şimdi sıranın İran’da olduğu düşünülüyor ve İran karşı saldırısı bekleniyor.

Bu karşılıklı saldırganlık nereye kadar sürecek? Duracak mı? Ne zaman duracak? Sürerse, İran’la İsrail arasında topyekûn bir savaşa mı dönüşecek? Dönüşürse, burada kalır mı, dünyayı bir savaşa mı sürükler? –Bütün bu sorular yanıtsız kalıyor!

İki ülke arasındaki karşılıklı saldırıların görünür tetikleyicisi, HAMAS’ın İsrail’e yönelik 7 Ekim saldırısıyla İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırımı. Halkın ulusal haklarının da ötesinde var olma hakkının da inkar edildiği Filistin Sorunu, bölgenin temel bir sorunu. Uluslararası gelişmeleri de etkiliyor. Açık ki, batılı emperyalistlerce desteklenen ve Filistin halkına yönelik bir soykırım uygulamakta olan İsrail’in izlediği politikalar Ortadoğu’daki içinden çıkılmaz durumun temel nedeni. Bununla kalmıyor, İran’la sürdürdüğü güç gösterisi bölgeyle birlikte tüm dünyayı tehdit ediyor.

İsrail’le ilişkilerini “normalleştiren” Mısır, Ürdün, Fas, BAE gibi bölgenin gerici Arap ülkeleri çoktan Filistin’e desteklerini kestiler. İsrail’i tanıyor ve onunla ekonomik, mali, ticari ilişkilerini sürdürüyorlar. Türkiye de öyle. Suudiler tam ilişkilerini “normalleştiriyor”du ki, HAMAS saldırısı geldi ve süreç ertelendi. Mısır, Gazze’ye “nefes borusu” olabilecek Refah Kapısı’nı bile kapalı tutuyor. Dolayısıyla İsrail ile İran arasında sınırlı kalacak bir güç dalaşından doğrudan etkilenmeyeceklerdir. Hatta yine iki ülkeyle sınırlı kalmak koşuluyla, hem İran’ı hem de İsrail’i zayıflatacak bu çatışmadan yarar bile umacakları düşünülebilir.

Yine de sınırlı kalsa bile, bir İran-İsrail savaşı örneğin Hindistan’dan başlayıp İsrail üzerinden Avrupa’ya ulaşacak “Yeni Ekonomik Koridor”un kurucusu ve finansörlerinden olan Suudi Arabistan’ın işine gelmeyecektir.

Ve olası bir İran-İsrail savaşının sadece Suudilerin işine gelmeyeceğini düşünmek eksik ve hatalı olur. Silah satışı, “bölge gücü” olarak öne çıkma olanağı gibi belirli yönleriyle işlerine geleceği öngörülebilecek Türkiye ve Mısır gibi ülkelerin de, böyle bir savaşın yıkıcı sonuçlarından kaçınmaları olanaksız gibidir. Enerji kaynaklarıyla nakil yolları ve başta tahıl sevkiyatı olmak üzere tedarik zincirinin değiştirilmesini koşullayan Ukrayna Savaşı göstermiştir ki, böyle bir savaş bölgede çok şeyin değişmesine neden olacaktır. Basra Körfezi, Kızıldeniz ve Süveyş Kanalının bu durumda nasıl işlevsel olacağı sorusu yanıtsızdır. İran ve Körfez ülkelerinin enerji sevkiyatı kadar enerji fiyatlarının akıbeti ve bundan hemen ilk akla gelebilecek enerji bağımlısı Çin, Almanya ve Türkiye gibi ülkelerin nasıl etkilenecekleriyse şimdiden tahmin edilebilir. Yine kolay tahmin edilebilecek bir şey, belirli müttefikleri zarar görecek olsa bile, tüm bunların en başta ABD’nin çıkarlarına uygun düşeceğidir. Öte yandan Rusya Ukrayna’da batağa saplanmışken, Çin’in henüz askeri olarak kendisiyle boy ölçüşebilecek güce ulaşmadan savaşmaya ya da dayatmalarını kabul etmeye zorlanması kuşkusuz ABD’nin en çok isteyeceği şeydir.

Ne İran’ın füze saldırısının ardından başta ABD olmak üzere emperyalistlerin “taraflara itidal tavsiye” etmesine ne de ABD’nin İsfahan’a yönelik İsrail saldırısını desteklemediğini açıklamasına inanılabilir. Ortadoğu’yu her an patlamaya hazır “barut fıçısı” haline getiren en başta onlardır.

ABD’yle ilgili olarak ileri sürülen bu ülkenin “Asya-Pasifik’e güç aktarmak üzere eskisi kadar önem vermediği Ortadoğu’dan çekilmekte olduğu” ve “bölgede savaşın yayılmasını istemediği” içerikli görüşlerin ikisi de tamamen yanlıştır.

ABD Ukrayna’nın Rusya’ya karşı sürdürdüğü savaşın arkasındaki başlıca güçtür. Daha ileri giderek, Ukrayna’da Rusya ile asıl olarak ABD ve NATO’nun savaştığı söylenebilir. ABD’nin Çin’le rekabeti ise, Asya-Pasifik’le sınırlı değildir ve Ortadoğu dahil dünya ölçeğindedir.

Ve asıl sorun da buradadır. İran-İsrail çatışmasının bir dünya savaşına götürme riski yok değildir. Zaten emperyalistlerin rekabetiyle iyice gerilmekte olan dünyanın hangi bölgesindeki hangi gelişmenin, içinde, Japon ve Avrupalı emperyalistleri peşine takmış görünen ABD ile Çin-Rusya bloku arasındaki çatışmanın zincirlerinden boşanarak yeni bir dünya savaşına dönüşme riskini barındırdığını kimse bilemez.

QOSHE - İsrail-İran güç gösterisi nereye varacak? - Mustafa Yalçıner
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İsrail-İran güç gösterisi nereye varacak?

13 17
19.04.2024

Ortadoğu’da egemen olmaya ve bölgeyi kendi stratejik yedeği haline getirmeye çalışmayan emperyalist ülke yok gibi. ABD ve Rusya askeri üs, donanma ve askerleriyle bölgede. Akdeniz’e donanma gönderen İngiltere ile Fransa zaman zaman hava bombardımanlarına katılıyor, bölgede etkilerini hissettiriyorlar. Çin silahla değil, ama güçlü ekonomisi ve bölge ülkeleriyle yaptığı ticari-mali anlaşmalarla varlığını kanıtlamakla kalmıyor, kendisini dayatıyor.

Ortadoğu’daki egemenlik hesapları emperyalistlerinkinden ibaret değil. Bölgenin orta-boy kapitalist ülkeleri de birbirleriyle rekabet halinde güçlerini kanıtlama ve yayılma peşinde. Bir yandan her biri başlıca birer büyük emperyalist devlete yaslanıyor, bir yandan da emperyalistler arasındaki sürtüşme ve çatışmalardan yararlanıp aradan sıyrılarak kendi “özel çıkarlarını” gerçekleştirmeye çalışıyorlar. İsrail, Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Mısır bu tür ülkeler.

İran ve Suudiler, mezhep ayrılıklarını kışkırtıp örneğin Yemen ve Lübnan gibi ülkelerdeki yandaşlarını da kullanarak yakın zamana kadar çatışan iki güç merkezi durumundaydı. Çin arabuluculuğunda yumuşayıp diplomatik ilişki kurdular.

Türkiye, İsrail ve Mısır’la karşı cephelerde görünüyor ve güç yarıştırıyordu. Yarış hala sürse bile artık Amerikan patronajında anlaşmış görünüyorlar. Örneğin Türkiye Filistin halkına uyguladığı soykırım boyunca İsrail’le ticaretine hiç ara vermedi.

Bölgeye yönelik Amerikan ve NATO girişimlerine paralel olarak ve batılı emperyalistlerin ikirciksiz desteğinden güç alarak İsrail’le, sırtını 400 milyar dolarlık anlaşma imzaladığı Çin’e dayayan İran arasındaki rekabet ve çatışma ise bölgeyi ve giderek dünyayı etkileyen asıl güç çekişmesi durumunda. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırganlığının da beslediği iki ülke arasındaki rekabet ve çatışma yatışma bir yana gittikçe tehlikeli bir hal alarak tırmanışta.

Şanghay İşbirliği Örgütü üyesi olan İran, bölgeye yönelik plan ve stratejisi açısından engel sayarak Amerikan emperyalizminin de doğrudan hedef aldığı ülkelerden biri. Kontrgerilla şefi Kasım Süleymani’nin Bağdat’ta bombalanarak öldürülmesi örneğinde olduğu gibi doğrudan saldırmaktan kaçınmadığı bu ülkeye karşı, ABD aynı zamanda sıkı bir ambargo da uyguluyor.

ABD ve İsrail arasındaki genel uyum ve işbirliğinin yanında bu iki ülkenin İran’a yönelik amaç birliği İsrail azgınlığının temel bir nedeni ve dayanağı.

Uzak ve yakın geçmişte gerçekleşen iki ülke arasındaki çatışmalar bir yana, önce İsrail 1 Nisan’da İran’ın Şam Konsolosluğunu vurdu. İran’ın Suriye dahil ülke dışındaki operasyonlarını yürüten “Devrim Muhafızları Kudüs Gücü” komutanlarının da içinde olduğu 16 kişiyi öldürdü. Üstlenmedi.

Çin’in de stratejik tutumuna paralel olarak savaşın yayılmasından........

© Evrensel


Get it on Google Play