Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kalabalık bir heyetle ziyaret ettiği Irak’tan 26 imzalanmış anlaşmayla, daha önemlisi kalkınma yolu projesine güncel rötuşları atarak dönmesinden itibaren Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun jeopolitik pozisyonunun nasıl değişeceğine ilişkin birçok beyan işitiliyor. Irak tarafından da Avrupa’dan gelişmeleri analiz etmeye çalışanlar arasında da bu kavramı kullananların sayısı az değil.

Coğrafyanın; devletlerin mevcut ve gelecekteki düzenini belirleyen bir etken olduğunu söyleyen, ‘Coğrafya bir kaderdir’ sözü kendisine vehmedilen ilk düşünür İbni Haldun olmuştu. O zamandan bu yana kah bir bilim dalı kıymetine yükseltilerek kesin ve öngörülebilir ilişkileri açıklamaya, kah coğrafyanın sonuna eklenen politikanın hakkını vererek, devletlerin reflekslerini ve yayılma potansiyellerini hem analiz etmeye hem de gerekçelendirmeye yarayan bir kullanışlı bir araç haline geldi. Türkiye de şimdiye kadar bağımlılık ilişkilerine gönüllü dahli sırasında, bütün pazarlıklarını, varlığının değerine işaret eden jeopolitik kartını masaya sürerek yaptı.

Jeopolitik şimdilerde belirli bir coğrafyada politik irade gücünü kullanma hak, iddia ve ısrarını temsil ediyor. Ekonomik ve silahlı gücü geliştiği oranda, bölgedeki çelişkilerin sağladığı olanakları da değerlendirerek Türkiye yönetimi, jeopolitik önemini artıracağı, bölgenin kaderini belirleyeceği iddiasında.

Nitekim Türkiye tarafı el sıkıştığı Irak yönetimine ve Irak Bölgesel Kürt Yönetimine bu hak ve iddiasını jeopolitik bir heyecanla dayatmış durumda. Basra Körfezi’nden başlayarak Şırnak’ın Ovaköy bölgesinden Türkiye’ye girip oradan Londra’ya kadar ulaşacak, milyonlarca dolar maliyetli kara ve demir yolu inşası gibi bir çılgın projenin güvenlik sorununu Pençe-Kilit operasyonlarına devam ederek Irak içinde üstlenme şartı koşuyor.

Kamuoyuna yazın başlayacağı ilan edilen harekatın sonucunda, Irak sınırları içinde, Türkiye’nin kontrolü altında kalacak 30-40 kilometrelik bir güvenlik bölgesi talep ediliyor Irak Başbakanı Sudani’den. Bu talebin Irak’taki federal yönetimin bütün parçalarını Türkiye kadar heyecanlandırdığı söylenemez. 30-40 kilometre hikayesi Suriye’ye yapılan harekatlar sırasında da gündeme gelmiş; Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı adı verilen operasyonlar ile birlikte Türkiye Suriye’nin kuzeyine bir güzel yerleşmişti.

Irak ile yapılan bu devasa ticaret anlaşmasında ileri sürülen şartlar, Türkiye iktidarlarının Kerkük’ü ve Musul’u geri alma, hiç değilse el ve kontrol altında bulundurma hayallerinin hâlâ devam ettiğini bilen komşuya, bu tecrübe nedeniyle ürkütücü gelmesi normal. Türkiye Talabani’yi köşeye sıkıştıran tehditlerle, Barzani’yi sıcak vaatlerle yanına çekmeye çalışıyor. Sadece çelişik çıkarlara mensup mezheplere değil aynı zamanda sınıfsal olarak da bölünmüş olan Irak’ta, Kürt burjuvazisinin Barzani kanadı Türkiye’yi tahkim mahkemesinde yargılanmaya götüren illegal petrol transferi konusundaki iş birliğinden beri zaten bir kader ortaklığı içine girmeye meyyal. Çünkü Irak merkezi hükümetine meydan okumaya gerek duymadan ortadaki büyük pastayı paylaşmak var işin ucunda. Bölgede şimdiden 600’e yakın köy boşaltıldı. Talabani ise henüz bu topa girmiş değil.

Irak topraklarında yapılacak operasyon aynı zamanda Türkiye’nin ‘üs’lenmesi anlamına gelecek. Halihazırda Başika’da bulunan üssün benzerlerinin inşa edileceği sınır ötesinin kontrol yetkisiyle birlikte ülkenin toprak bütünlüğünün Türk Misakımillî’si aleyhine daralacağı kuşku götürmez.

Kalkınma yolu, üzerinden nakil araçlarının geçtiği ‘kuru’ bir kanal değil. Aynı zamanda köy boşaltmalarından kentsel dönüşüme, Kanal İstanbul projesinden, yol boyunca yapılacak kentsel dönüşüme, açık ve serbest bölge kuruluşlarına, güzergahta kurulacak sanayi tesislerine kadar uzun vadeli bir dizi dönüşüm planına bağlı olarak yerinden etmelere de yol açacak bir proje. Türkiye’nin jeopolitiğine yatırım yapan iktidar kalkınmayı, yani aslında sermayenin ‘dikensiz gül bahçesinde’ büyümesini elbette çok boyutlu düşünüyor.

İçeride Kürt sorununun barışçıl çözümü konusunda hiçbir adım atmaya yanaşmayan iktidarın kendi güvenliğini sınır ötesinde silahlı yöntemlerle tesis etme macerası yeni başlamadı ve bundan bir sonuç da alamadı. İç politika meydanını gerip harlamaktan, nüfus üzerinde nüfuz kurmaktan başka görünür bir çıktısı olmadı sertlik yönteminin.

Kalkınma yolunun sınır içine girdiği Şırnak’ta belediye seçimlerini AKP kazansın diye şehre taşımalı seçmen yığan iktidar için yolun güvenliğinin içerideki şartları doğal olarak başta Kürtler olmak üzere ikna edilemeyen Türkiye ‘lokal halkı’nın suskunluğu olacak. Türkiye sermayesi ve iktidarı çıktığı pazarda bile kendi bekası için ihtiyaç duyduklarını komşuya, bölgeye ve içeriye ‘jeopolitik’ üstünlük diye pazarlıyor. Ancak son tahlilde bu büyük ticari girişim büyüme, kalkınma, jeopolitik üstünlük elde etme gibi resmi hikayelerle iç politikanın malzemesi olmaya başladı bile.

Ne var ki jeopolitik, halkına iktisadi ve sosyal savaştan başka bir şey vadedemeyen iktidarların ne tahtına ne bahtına kefil olabiliyor. Bir de o jeopolitiğin üzerinde, İkinci Dünya Savaşı Almanya’sından farklı olarak kendi ‘yaşam alanları’nı ve yine ticaret yollarını genişletmeye çalışan başka devletlerin, egemen güçlerin gözü, silahı ve kurgusu da var. Rekabet var, gerilen fay hatları var.

QOSHE - Jeopolitik ne tahtını ne bahtını… - Nuray Sancar
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Jeopolitik ne tahtını ne bahtını…

28 32
26.04.2024

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kalabalık bir heyetle ziyaret ettiği Irak’tan 26 imzalanmış anlaşmayla, daha önemlisi kalkınma yolu projesine güncel rötuşları atarak dönmesinden itibaren Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun jeopolitik pozisyonunun nasıl değişeceğine ilişkin birçok beyan işitiliyor. Irak tarafından da Avrupa’dan gelişmeleri analiz etmeye çalışanlar arasında da bu kavramı kullananların sayısı az değil.

Coğrafyanın; devletlerin mevcut ve gelecekteki düzenini belirleyen bir etken olduğunu söyleyen, ‘Coğrafya bir kaderdir’ sözü kendisine vehmedilen ilk düşünür İbni Haldun olmuştu. O zamandan bu yana kah bir bilim dalı kıymetine yükseltilerek kesin ve öngörülebilir ilişkileri açıklamaya, kah coğrafyanın sonuna eklenen politikanın hakkını vererek, devletlerin reflekslerini ve yayılma potansiyellerini hem analiz etmeye hem de gerekçelendirmeye yarayan bir kullanışlı bir araç haline geldi. Türkiye de şimdiye kadar bağımlılık ilişkilerine gönüllü dahli sırasında, bütün pazarlıklarını, varlığının değerine işaret eden jeopolitik kartını masaya sürerek yaptı.

Jeopolitik şimdilerde belirli bir coğrafyada politik irade gücünü kullanma hak, iddia ve ısrarını temsil ediyor. Ekonomik ve silahlı gücü geliştiği oranda, bölgedeki çelişkilerin sağladığı olanakları da değerlendirerek Türkiye yönetimi, jeopolitik önemini artıracağı, bölgenin kaderini belirleyeceği iddiasında.

Nitekim Türkiye tarafı el sıkıştığı Irak yönetimine ve Irak Bölgesel Kürt Yönetimine bu hak ve iddiasını jeopolitik bir heyecanla dayatmış durumda. Basra Körfezi’nden başlayarak Şırnak’ın Ovaköy bölgesinden Türkiye’ye girip oradan Londra’ya kadar ulaşacak, milyonlarca dolar maliyetli kara ve demir yolu inşası gibi bir çılgın projenin güvenlik sorununu Pençe-Kilit operasyonlarına devam ederek Irak içinde........

© Evrensel


Get it on Google Play