2024-2026 dönemi için hazırlanmış orta vadeli program (OVP), hemen arkasından 2024-2028 yıllarını kapsayan 12. kalkınma planı, paranın ve kaynakların bunlarla uyumlu bir biçimde dağıtımının yapıldığı 2024 bütçesi, öngörülebilir bir ekonomik sistemi güvenceye alma iddiasını taşıyor. Bu plan ve programlardaki hedefleri, janjanlı ifadelerinden soyarak anlamakta yarar var.

Krizlerden krizlere sürüklenen, doğasında enflasyon ve işsizlik olan kapitalizmde öngörülebilir bir ekonomik düzenden söz etmek mümkün değil. Bu koşullarda ancak sermayenin güçlendirilmesi için nelerin yapılabileceğine, kapitalizmin ‘fıtratında’ olan ekonomik kriz ve çalkantıların yine sermaye için nasıl aşılabileceğine devlet tarafından bir yol haritası çizilebilir, güvence verilebilir. Ekonomik programlar esas olarak ulusal ve uluslararası tekellerin en yüksek yararı gözetilerek hazırlanır. Ve öyle de olmuştur.

OVP metninde şöyle yazıyor: “Makroekonomik ve finansal istikrarı güçlendirmeyi, yüksek katma değerli üretimi teşvik etmeyi, yeşil ve dijital dönüşüm odağıyla verimlilik ve ihracat artışı yoluyla büyümeyi ve cari işlemler dengesinde kalıcı iyileşme sağlamayı, enflasyonu orta vadede tek haneye düşürmeyi, iş ve yatırım ortamını iyileştirmeyi ve afetlerle etkin mücadele ederken mali disiplini korumayı esas alan politika zeminini tesis etmeyi amaçlamaktadır.” Burada sözü geçen politika zemininin tesis edilmesi yasaların, kararnamelerin, açık-gizli fiili müdahalelerin yapılmasının yanı sıra işçi ve emekçi sınıfların bu programlara uyum sağlayacak biçimde birer beşeri sermayeye dönüştürülmesi anlamına gelir.

Böyle bir hedefe bağlı olarak; kadınların ekonomik rolünden sosyal ve aile ilişkilerine kadar düzenleyici işlev gören bütün eski birikimin nasıl tasfiye edileceği de bu parlak ifadelerin arkasından sırıtır.

Bu yeni başlayan bir süreç olmamasına rağmen 2024 sonrası için koşullar kadınlar için daha da ağırlaştırılmıştır. Yani bir süredir kadın beşeri sermayesinin yeni görevi emek gücünün ve neslin yeniden üretiminin sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi bahsi içinde özel bir rol oynamaktır.

Beşeri sermaye kavramı rekabetçi kapitalizme özgü bir kavram. Bireylerin rekabet üstünlüğü elde etmesini sağlayan yetenek, deneyim, bilgi ve becerilerinin geliştirilmesini ifade etse de toplumsal bütünlük içinde ele alındığında emekçilerin toplam kapasitesi üzerinde yapılan ekonomik ve politik işlemleri, düzenlemeleri ifade eder.

Siyasal anlamda bir tekel olan tek adam iktidarının, sermaye çıkarlarını gözeten ekonomik programlarında işçi ve emekçi kadınlar da ‘öngörülebilir’ hale gelmesi beklenen beşeri sermayenin fiziki taşıyıcıları olarak tanımlanmıştır.

Hemen her sektörde at oynatan büyük tekellerin vergi borçları siliniyor, devlet teşvikleri dağıtılıyor ve borçları ödeniyor. Bankalar onlar için çalışıyor. Bunun yükü düşük ücretler, artan işsizlik ve enflasyon, dolaylı-dolaysız vergiler biçiminde halkın üzerine yağmur gibi yağıyor. Kadın cinsi de böyle bir düzenin sürebilmesi için adım adım biçimlendiriliyor.

‘Öngörülebilir’ bir düzende kadına dayatılan, esnek çalışma sisteminin düşük ücretli, güvencesiz, örgütsüz, medeni hukuk tarafından koruması kaldırılmış, örgütsüz kolonlarını oluşturmak. İkincisi; ‘Ailede en az bir kişinin asgari koşullarda çalışması’ gibi dar bir ufka sığdırılmış çalışma rejiminde ikinci planda kalmak. Zaten kirayı bile karşılayamayan asgari ücretle ailenin geçimini kıt kanaat sağlamak. Üçüncüsü; devlete yük olan sosyal politikalar birer birer tasfiye edilirken sosyal yardıma muhtaç duruma gelmek. Dördüncüsü milli ve dini değerlerle donatılmasını sağlayan eğitimden geçerek yeni nesiller için önemli bir kılavuz haline gelmek.

Bu planların yazılı metinlerinde kadın sözcüğünün ve akla yasal koruma, kazanılmış hakların kurumlaşması, kadınların toplumsal yaşam içindeki konumlarını güçlendirmeye yönelik politikaların ve bütçelendirmenin gereklerinin konuşulabileceği bir zemini hatırlatan toplumsal cinsiyet kavramının geçmemesi dikkat çekicidir. Çünkü özellikle emekçi kadınlar yaşam, iş ve istihdam koşullarının güçlendirilmesi bağlamında değil, ailenin nasıl güçlendirileceği ile ilgili olarak ele alınır.

İdeal olarak, birbirine sevgi, saygı ve koruma duygularıyla bağlı dört kişiden oluştuğu varsayılan ailenin zemininde deprem üreten fay hatlarını arka arkaya harekete geçiren ve yıkıntıların üzerine gecekondu dikmeye çalışan iktidar için aile, kadının ve çocukların baskı-şiddet sarmalında yaşadığı bir ailedir. Kız çocuklarının okullaşma oranında düşüşü buna bağlı olarak erken evlenmeleri teşvik eden, istismar, şiddet ve kadın cinayetlerinin artışına ilişkin hiçbir cezai yaptırıma yanaşmadığı halde failleri ödüllendiren, boşanmaların engellenmesi için bir dizi önlem alan iktidarın ‘ailesi’ sosyal yardıma muhtaç bir birim haline getirilmiş durumda. Tüketimin kısılması pahasına ‘ihracat odaklı kalkınma’ya odaklanan ekonomi düzenlemesi bağlamında korunmak istenen ailede, kadın, bu kadere razı olmuş, olmuyorsa şiddetle susturulması gereken merkezi bir bireydir.

Ayrıca nüfusun giderek yaşlandığı günümüzde ‘emeklileri’ açlık sınırında yaşatan ücret politikası nedeniyle çocuklarına muhtaç bırakılması bu ideal 4 kişilik ailenin üzerine bakım emeğini de yıkarak kadını bir kez daha ezmektedir. Eğitim, sağlık sistemindeki özelleştirmeler ve yıkım, çocuk bakımı da kadının üzerine binmiş durumdadır. Bu programlar kreş, bakımevleri, kadın sığınmaevleri gibi bakım yükünü rahatlatan önlemlerin üstünü neredeyse bir kalemde silmiş durumdadır. Tersine çocuklar da hem fiziksel hem de bir sosyal sermayeye dönüşmekte, MESEM denilen ucuz iş gücü pazarında sermayenin hedefleri doğrultusunda ağır sömürüye maruz kalmaktadır. Bunun sonucu okullaşmanın düşüşü, eğitim düzeyinin gerilemesi, çocuk bedenlerinin bodurlaşması olmuştur. Çünkü ‘Asım nesli yetiştirmek istiyoruz’ diyen Erdoğan’ın öngördüğü genç nüfus sermayeye ucuz emek gücü kaynağı olarak kaydedilmiş durumdadır.

Ailenin güçlendirilmesi, üyeleri sefalet sınırında yaşayan bakım yükünün ağır bir külçe gibi kadınlara yıkıldığı, erkek cinsin ıslah edici olarak tayin edildiği, dünyevi talepleri asgariye indirilerek kadın cinsinin sindirilmiş olduğu bir ailedir aslında. Kadın gericiliğin nesle aktarıcısı olarak tahayyül edilmiştir.

Planlar ve programlar yeşil dönüşüm, askeri savunma sanayii, dijital dönüşüm, uzay teknolojisi gibi birtakım kavramlarla ‘uçarken’ kadınlara vadedilen dini cemaat ve tarikatlar aracılığıyla beşeri sermayelerini geliştirmek olmuştur. Kız çocuklarına, mezar maketi önünde ağıt yakmanın öğretildiği; bakanlığı adına kendi cemaatiyle ‘protokol’ imzalayabilen bir milli eğitim bakanının okullara tarikat ve cemaatlerden öğreticiler atadığı bir dönemden geçiliyor. Emekçi kadınlar için bilgi, beceri, birikim geliştirmenin açık adresi iktidarın sivil toplum kuruluşu (STK) olarak ilan ettiği cemaat ve tarikatlar olduğu ilan edilmiş, pratiğe geçilmiş durumda. Kadınlar adına konuşan cüppeliler kaç çocuk doğurmaları gerektiğinden, ne yiyip içeceklerine, nasıl giyineceklerine, gülüp gülmeyeceklerine kısacası bedensel duruşlarından kamusal alandaki rollerine kadar her şeye karar veriyorlar. Bunun adı da ‘Kadınların güçlendirilmesi’ oluyor.

İktidar gerçekte kadının da emekçi ailesinin de düşmanıdır. Ne var ki aileyi asıl yıkıma uğratanın kendisi olduğunu gizleyebilmek için hayali düşmanlar üretmeyi de iyi becermektedir. İstanbul Sözleşmesi’ni ortadan kaldırırken, kadınlar aleyhine yasalar çıkarır ve Medeni Kanun’u iğdiş ederken imal edilen düşman LGBTİ oldu. LGBTİ’nin kutsal aileyi yıkmaya çalıştığı her fırsatta tekrarlandı. Dikkati bu hayali düşmana çevirirken kadınların kalan kazanımlarının altını oymak için devasa hamleler yapmaya devam etti. Yıkabildiği kadar yıktı.

***

Emekçi kadınlar yoksulların en yoksulu, bağımlıların en bağımlısı haline geliyor, getiriliyor. Buna rağmen sermayenin beşeri sermayesi olarak uysal köleler haline getirilmeye karşı sessiz sedasız kalmaları, üstelik rıza göstermeleri bekleniyor. Bu dayanılmaz koşullarda bıçak kemiğe dayandı. İşçi ve emekçi kadınlar için buna yüksek sesle hayır demekten, birleşerek mücadele etmekten başka bir seçenek yok. Kapitalizmin yüklerini taşıyan yorgun kölelere dönüşmemek için bu sistemi değiştirmek; emekçi kadınların ekonomik ve sosyal haklarını esas alan düzeni kurmak gerekiyor.

Sessizlik rızaya sayılacak, kuşatmanın sonu gelmeyecek çünkü.

QOSHE - Kalkınma planları ve programlarında kadın: Bir beşeri sermaye - Nuray Sancar
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kalkınma planları ve programlarında kadın: Bir beşeri sermaye

22 23
03.03.2024

2024-2026 dönemi için hazırlanmış orta vadeli program (OVP), hemen arkasından 2024-2028 yıllarını kapsayan 12. kalkınma planı, paranın ve kaynakların bunlarla uyumlu bir biçimde dağıtımının yapıldığı 2024 bütçesi, öngörülebilir bir ekonomik sistemi güvenceye alma iddiasını taşıyor. Bu plan ve programlardaki hedefleri, janjanlı ifadelerinden soyarak anlamakta yarar var.

Krizlerden krizlere sürüklenen, doğasında enflasyon ve işsizlik olan kapitalizmde öngörülebilir bir ekonomik düzenden söz etmek mümkün değil. Bu koşullarda ancak sermayenin güçlendirilmesi için nelerin yapılabileceğine, kapitalizmin ‘fıtratında’ olan ekonomik kriz ve çalkantıların yine sermaye için nasıl aşılabileceğine devlet tarafından bir yol haritası çizilebilir, güvence verilebilir. Ekonomik programlar esas olarak ulusal ve uluslararası tekellerin en yüksek yararı gözetilerek hazırlanır. Ve öyle de olmuştur.

OVP metninde şöyle yazıyor: “Makroekonomik ve finansal istikrarı güçlendirmeyi, yüksek katma değerli üretimi teşvik etmeyi, yeşil ve dijital dönüşüm odağıyla verimlilik ve ihracat artışı yoluyla büyümeyi ve cari işlemler dengesinde kalıcı iyileşme sağlamayı, enflasyonu orta vadede tek haneye düşürmeyi, iş ve yatırım ortamını iyileştirmeyi ve afetlerle etkin mücadele ederken mali disiplini korumayı esas alan politika zeminini tesis etmeyi amaçlamaktadır.” Burada sözü geçen politika zemininin tesis edilmesi yasaların, kararnamelerin, açık-gizli fiili müdahalelerin yapılmasının yanı sıra işçi ve emekçi sınıfların bu programlara uyum sağlayacak biçimde birer beşeri sermayeye dönüştürülmesi anlamına gelir.

Böyle bir hedefe bağlı olarak; kadınların ekonomik rolünden sosyal ve aile ilişkilerine kadar düzenleyici işlev gören bütün eski birikimin nasıl tasfiye edileceği de bu parlak ifadelerin arkasından sırıtır.

Bu yeni başlayan bir süreç olmamasına rağmen 2024 sonrası için koşullar kadınlar için daha da ağırlaştırılmıştır. Yani bir süredir kadın beşeri sermayesinin yeni görevi emek gücünün ve neslin yeniden üretiminin sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi bahsi içinde özel bir rol oynamaktır.

Beşeri sermaye kavramı rekabetçi kapitalizme özgü bir kavram. Bireylerin rekabet üstünlüğü elde etmesini sağlayan yetenek, deneyim, bilgi ve becerilerinin geliştirilmesini ifade etse de toplumsal bütünlük içinde ele alındığında emekçilerin toplam kapasitesi üzerinde yapılan ekonomik ve politik işlemleri, düzenlemeleri ifade eder.

Siyasal anlamda bir tekel olan tek adam iktidarının, sermaye çıkarlarını gözeten ekonomik programlarında işçi ve emekçi kadınlar da ‘öngörülebilir’ hale gelmesi beklenen beşeri sermayenin fiziki taşıyıcıları olarak tanımlanmıştır.

Hemen her sektörde at oynatan büyük tekellerin vergi borçları siliniyor, devlet teşvikleri dağıtılıyor ve borçları ödeniyor. Bankalar onlar için........

© Evrensel


Get it on Google Play