Şubat ayında 36 kadın cinayeti işlendi. 17 kadın “Boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, evlenmeyi reddetmek, ilişkiyi reddetmek” gibi bahanelerle öldürüldü. 12 cinayet, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun raporuna ‘şüpheli’ olarak kaydedildi. İlkokuldaki bir kız çocuğu maket bir mezarın önünde, öldüğü varsayılan annesine bağıra çağıra ağıt yakma simülasyonu yaratmaya zorlanırken kendisine hoca denilen bir zat kadınların edep yerlerine epilasyon yaptırmalarının zina olduğunu buyurdu. Muhtemelen daha niceleri var.

Milli Eğitim Bakanı, “Tarikatlarla yaptığımız protokolleri artıracağız” dedikten sonra okullara din görevlileri ile sayısı belirsiz cemaat mensuplarını ‘değer eğitmeni’ olarak gönderen, bunların arasına kendi partisiyle, destekçisinin militanlarını da ekleyen iktidarın yasayla-yasal olmayan arasındaki sınırı iyice belirsizleştirdi. Bu durum, kadınların kıl-tüy sorunu, beden postürü, bakışı, eyleyişi, karşı cinsle ilişkileri, duygularını dışa vurumu ve tercihlerini belirlemeye yönelik iktidar söylem ve pratiklerinin içler acısı halini de gösteriyor. Pedagoji, psikoloji, hijyen, sağlık, kadın hakları, medeni yasa, ceza yasası gibi zaman içinde oluşan ve hayatın düzenlenmesini sağlayan değişik düzlemlerdeki ilkelerin birer birer iptal edildiği bir zamandan geçiyoruz.

Kadın, dayatılan yaşam biçimi ile ölüm arasına iyice sıkıştırıldı. Devletin yaşamla politika arasında kılcal damarlar örmesi, nüfusun ehlileştirilerek kontrol altında tutulması elbette yeni bir şey değil. Antik çağlardan bu yana, Aristo’nun ‘politik hayvan’ olarak tarif ettiği insanın biyolojik, duygusal ve zihinsel eğitimi siyasetin konusuydu. Nüfusun sınıfsal, ırksal ayrıştırılmasının yanı sıra cinsiyet düzenine ilişkin pozitif ve negatif değerlerin oluşturulması sayesinde makbul yurttaşın sınırlarının çizilmesi, sonra bu değerlerin zorla ya da iyilikle içselleştirilmesi iktidarların başlıca işi oldu. İktidar, yaşamaya layık olanla olmayanı yasalarında açıkça zikrettiği gibi, yetkilerini delege ettiği küçük iktidar odakları ve kamuoyu araçlarıyla toplumu daima kuşattı. Kimin yaşayacağına ve ölümü hak ettiğine bir sistem dahilinde karar veren bu iktidar dizgesiydi.

Yakın tarih, iktidarların nüfusu ehlileştirme çabasına karşı verilen sınıf ve kadın mücadeleleriyle doludur. Bu mücadelelerin zaferleri ve kazanımları yasal haklar cümlesine alınarak çerçevelendi. Günümüzde faşizan hareketler ve partilerin hızla geliştiği görülüyor. Buna paralel olarak hakları değersizleştirmeye, önemsizleştirmeye ve iptaline yönelik siyasi pratik nüfuz alanlarını daha da geliştirdi ve hoyratlaştı. Türkiye bu zincirleme gelişmenin özgün bir parçası durumunda.

Yirmi yıl önce dini bir buyruk olan türban insan hakları, kadınların iş ve eğitim hakkı gibi mevzuatın kapsama alanına dahil edilmekteydi. Böylece kadın haklarının bağlamı istikrarsızlaştırıldı. Haklar formel bir eşitlik vadetmekteydi ancak hak tartışması biyolojik benzemezliğin fıtraten eşitsizliğe eşitlendiği ve doğallaştırıldığı bir düzleme açılabildi. Bizzat Erdoğan “Ben kadın-erkek eşitliğine inanmam” diyordu.

Sedef Erkmen, “Türkiye’de Kürtaj, AKP ve Biyopolitika” adlı çalışmasında yasal bir hak olarak kabul edilmiş kürtajın yasaklanmasına karşı dünyadaki kadın direnişinin fetüsün hakkı tartışmasıyla nasıl bastırılmaya çalışıldığına, direnen kadınların sorumsuzluk, bencillik ve bireycilikle suçlandığına işaret ediyor. Hakların uygun koşullarda geriye alınabilmesinin koşulu, bunun yeni bir “değer”lenme veya hak anlayışına evriltilmesiyle paralel yürüyor. Türkiye’de ise din adına ileri sürülen hükümlerle.

Siyasi iktidar, cinsiyet düzenini kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarına uydurmaya çalışırken bazen resmen bazen gayriresmi yollarla yeni söylemler üretti. Resmi kürsülerden kadının kılığına kıyafetine, gülmesine, erkekli kızlı hayatlarına, kaç çocuk doğuracağına, doğumun sezaryenle mi yoksa normal mi yapılacağına kadar her konuda laf üreten bürokrasi zamanla bu söylemi güçlendirecek delegelerini imal etmeye de başladı. Çünkü dini kendi hizmetine koşan iktidarın lütfettiğinin ötesinde bir kadın hakkı olamaz!

“Çalışmanıza gerek yok, filanca duayı okuyun, para nasıl gelir görün” diyen hoca lakaplı biri, iktidarın eteklerine duayla yapışanların uygunsuz zenginleşme yolunu ve rantı dini açıdan nasıl makbul gösteriyorsa, sayısız başkaları da iktidarın tasvip ettiği kadınların hangi beden ve ruh terbiyesinden geçmesi gerektiğini, taleplerinin ekonomik ve siyasi içeriğini de nasıl şekillendireceğini her gün yenisi icat edilen fetvalarla öğretmekteydi.

Fabrikalarda ve atölyelerde siyasi hegemonyanın aparatçıkları, çalışarak hayatını kazanmaya çalışan kadınlara “aptal, salak, hayvan” diye seslenerek yoksulluğu zeka ve beceri yoksunluğuyla ilişkilendirirken “politik hayvan”ın insan mertebesine geçişini sağlayan hükümler önce dinen sonra yasal olarak belirlendi. Çok küçük yaşlardan itibaren başlayan bağımlılaştırma pratiklerinin ekonomi politiği şuydu: Erken yaşta evlilikler, kapanma, okulsuzlaştırma, düşük ücret, güvencesizleştirme, bakım emeği yükünün artırılması, esnek çalışma, tecavüzcüsüyle evlenme… Nihayet var olan haklarından soyunmanın ardından gelen bir yeni cinsiyet tertibi. Bu kadının birazcık aklı varsa yapacağı en iyi şey, kendisine iyi bir hayat sunabilecek dini ve parası bütün, her dediğine itaat edeceği biriyle, üçe beşe bakmadan evlenerek sınıf atlamak olacaktı. Yoksa “Ortada kalacaklardı”.

Epilasyondan kadın cinayetlerine ve oradan ölüye ağıt yakma şeklini dikte eden simülasyonun birbiriyle ilişkisi, tek tek kadınları hizaya çeken iktidar biyopolitikasının sınırlarının kapsama alanının ne kadar geniş olduğunu gösterir. Bu kuşatmayı boşa çıkarmak ve cinsiyet tertibini kökünden sökmek de kadınlara düşüyor.

QOSHE - Ölümle yaşam tertibi arasında kadın - Nuray Sancar
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ölümle yaşam tertibi arasında kadın

10 16
08.03.2024

Şubat ayında 36 kadın cinayeti işlendi. 17 kadın “Boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, evlenmeyi reddetmek, ilişkiyi reddetmek” gibi bahanelerle öldürüldü. 12 cinayet, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun raporuna ‘şüpheli’ olarak kaydedildi. İlkokuldaki bir kız çocuğu maket bir mezarın önünde, öldüğü varsayılan annesine bağıra çağıra ağıt yakma simülasyonu yaratmaya zorlanırken kendisine hoca denilen bir zat kadınların edep yerlerine epilasyon yaptırmalarının zina olduğunu buyurdu. Muhtemelen daha niceleri var.

Milli Eğitim Bakanı, “Tarikatlarla yaptığımız protokolleri artıracağız” dedikten sonra okullara din görevlileri ile sayısı belirsiz cemaat mensuplarını ‘değer eğitmeni’ olarak gönderen, bunların arasına kendi partisiyle, destekçisinin militanlarını da ekleyen iktidarın yasayla-yasal olmayan arasındaki sınırı iyice belirsizleştirdi. Bu durum, kadınların kıl-tüy sorunu, beden postürü, bakışı, eyleyişi, karşı cinsle ilişkileri, duygularını dışa vurumu ve tercihlerini belirlemeye yönelik iktidar söylem ve pratiklerinin içler acısı halini de gösteriyor. Pedagoji, psikoloji, hijyen, sağlık, kadın hakları, medeni yasa, ceza yasası gibi zaman içinde oluşan ve hayatın düzenlenmesini sağlayan değişik düzlemlerdeki ilkelerin birer birer iptal edildiği bir zamandan geçiyoruz.

Kadın, dayatılan yaşam biçimi ile ölüm arasına iyice sıkıştırıldı. Devletin yaşamla politika arasında kılcal damarlar örmesi, nüfusun ehlileştirilerek kontrol altında tutulması elbette yeni bir şey değil. Antik çağlardan bu yana, Aristo’nun ‘politik hayvan’ olarak tarif ettiği insanın biyolojik, duygusal ve zihinsel eğitimi siyasetin konusuydu. Nüfusun sınıfsal, ırksal ayrıştırılmasının yanı sıra cinsiyet düzenine ilişkin pozitif ve negatif değerlerin oluşturulması sayesinde makbul yurttaşın sınırlarının çizilmesi, sonra bu değerlerin zorla ya da iyilikle içselleştirilmesi iktidarların başlıca işi oldu. İktidar,........

© Evrensel


Get it on Google Play