Eliyle ileride görünen sazlıkları işaret ederek, “Ben dokuz-on yaşlarındayken, Gediz’in kenarında hayvan güderdik. O zamanlar içmek için evden su götürdüğümü hatırlamıyorum. Nehrin kıyısındaki sazlıkların arasından suyu avuçlar, kumunu süzer, içerdik” dedi Ömer Sezgin. Turgutlu Ovası’nda, yemyeşil tarlaların ortasındaki iki katlı evinin terasında çekim yaparken, Gediz’in eski hali ile ilgili sorumuzu böyle yanıtladı.

Gediz, 50 metre ötemizdeydi. Bulunduğumuz teras kattan sazlıkların ve söğüt ağaçlarının ardındaki nehrin suyunu göremiyorduk. Ova ise dümdüz uzanıyordu önümüzde. Taa Çaldağı’ya kadar küçük tepeciklerle dalgalanan ova, dağın eteklerinde puslar içinde belli belirsiz koyu yeşil bir hat olarak seçilen ormanda son buluyordu. Kış güneşinin altında topraktan beyaz bir buğu yükseliyor, tek tük ağaç ve evler bu buğunun içinde tül bir perdenin gerisindeymiş gibi tütüyordu. Ovanın doğu tarafı ise neredeyse Turgutlu’nun yoksul gecekondu mahallelerini görebileceğiniz kadar düzlüktü.

Çocukluğunu anlatırken 60- 65 yaşlarında gösteren adamın mavi gözlerinde özlem bulutları peydahlandı. Onu yarım asır öncesinden bugüne döndürmek için bir soru yetti. Gediz’in şimdiki durumunu öğrenmek için,

“Ya şimdiki Gediz?” diye sordum

Gözlerindeki bulutlar kayboldu aniden, suratını buruşturdu; “Şimdi elimi bile yıkamıyorum!” dedi.

Gediz’in el yıkanmayacak derecede kirli halini, yarım saat kadar önce, Ömer Sezgin’le daha tanışmadan, o bizi evinin terasına çay içmeye çağırmadan önce, yakından görmüştük. Yeni yeni yeşillenmeye meyletmiş tarlaların ortasında ilerleyen toprak yola aracımızı park edip çimlenmiş buğdayların yanından, çamurlara bata çıka ilerlerken, sazlıkların içinden sesini duyduğumuz nehri bir türlü göremiyorduk. İnsan boyunu aşan sazların ortasından giden ve bir süre sonra çamurlu bir suyun altında görünmez olan yol, doğrudan nehre çıkıyordu. Nehrin üzerindeki alçak köprü son yağmurlarla coşan suların altında kaybolmuştu. Gediz’in yanına vardığımızda hızla akan nehri neden göremediğimizi anladık. Su, sazlıklar ve toprak aynı renkteydi…

Hani internette zırt pırt önümüze çıkan, bulunduğu arazinin rengine kendini uydurmuş, doğanın bir parçası olmuş leopar, bukalemun, yılan gibi hayvan fotoğrafları vardır ya. İşte o haldeydi nehir! Uzaktan bir fotoğraf çeksek, ancak dikkatlice baktıktan sonra, yeşil tarlaları sarışın yatay bir çizgi halinde kesen sazlıkların gerisinde bir nehir olduğu fark edilebilirdi.

Sadece son yağmurlarla yüklendiği toprağı değil, onlarca farklı kimyasal ve evsel atık kirilliğini de taşıdığını biliyorduk bu suların. Binlerce yıldır Gediz Havzası’na can olan bu sular artık gittiği yere kirliliği de taşıyordu. İşte Ömer Sezgin’in “Gediz’e bugün elimi bile sokmuyorum” demesinin nedeni buydu.

Buraya, Turgutlu Ovası’nın ortasına yapılan biyogaz elektrik üretim tesisi ile ilgili çekimler yapmak için gelmiştik. On yıl önceki Çaldağı’da nikel madeni mücadelesi sürecinden tanıdığımız ve madenin deneme üretim tesislerinin tam karşısındaki bağında çekimler yaptığımız Mehmet Orhan bugün de Gediz’in kenarında bize, biyogaz firmasının atıklarını tankerlerle getirip nehre döktüğünü anlattı.

“Gece yarısından başlayarak geliyor kamyonlar. Şafak sökene kadar 5-6 kamyon, hemen on dakikada atıkları nehre boşaltıp geldikleri yoldan gizlice gidiyorlar. Kaç kere jandarmaya ihbarda bulunduk. Bir sonuç çıkmadı” dedi.

Teras katta çayımızı yudumlarken evin hemen yanından geçen yolun kıyısındaki tarlayı gösterdi Ömer Sezgin, “Tarlanın rengine dikkat ettiniz mi?”

Gösterdiği tarla, birkaç parmak uzamış yeşil bitkilerle kaplı yanındaki diğer tarlalardan biraz farklıydı hakikaten. Enine sürülmüş toprağın belli yerlerinde biriken suyun rengi simsiyahtı. Tarlanın diğer kısımlarında da yeşillikler arasında kelleşen yerden görünen toprak siyaha çalan bir renge bürünmüştü.

Bu durumu şöyle anlattı Ömer Sezgin; “Biyogazcılar tankerlerle bu tarlalara atıklarını boşalttılar, “doğal gübre bu” diye. Köylüler de sıraya girdi ne yalan söyleyeyim. Bunlardan birisi de benim amcaoğlum. Şu ilerideki tarla onun. Bu atıklar döküldükten sonra tarladaki mısır biraz büyüyüp kurudu. Tekrar ekti, yine kurudu. Bu yıl ekmedi. Bu atıkları içine çekemiyor toprak. Göllenip kalıyor böyle” dedi.

“Hakikaten gübre mi bu biyogaz atıkları” diye yanımdaki Vedat Çömlekçioğlu’na sordum. Makine mühendisliğinden emekli olmuş, çevre yönetimi bölümünde yüksek lisans yapmış ve kendi ifadesiyle 30 yıldır çevre mücadelesinin içinde olan birisiydi. Gülerek önündeki kalın klasörleri karıştırdı, bir kağıdı çekip aldı içinden. Turgutlu İlçe Tarım Müdürlüğünün biyogaz atıklarında yaptığı analiz sonucu ile ilgiliydi yazı. Büyük harflerle; “...Analiz sonucunda tuz içeriğinin yüksek olduğu tespit edilmiş olup, tarım arazilerinde tuzluluk sorunu yaratacağından dökülmesi uygun değildir” yazıyordu.

Ömer beyin amcaoğlunun tarlasındaki mısırların neden kuruduğu anlaşılmıştı. Vedat Çömlekçioğlu, tesisle ilgili şu bilgileri de verdi; “2020 yılında çalışmaya başladılar. Günde 591 ton hayvan dışkısı giriyor işletmeye. Bu dışkılar bakterilerle fermente edilip metan gazı üretiliyor. Bu gaz yakılarak elektriğe çevriliyor. Her gün 72 ton katı, 1043 ton sıvı fermente atık çıkıyor. Şirket bu atıkları önce tarlalara, sonrada da Gediz Nehri’ne dökmeye başladı, gizli gizli. Gediz’e 880 metre uzaklıkta tesisler.”

Gediz’e dökülen bu atıkların içindeki maddeler nedeniyle ileride nehirde müsilaj olabileceğini söyleyen Çömlekçioğlu dünyanın en güzel ovasında yapılan bu katliama karşı yapayalnız olduklarını söylüyordu. Çömlekçioğlu’nun “İzmir’in içme suyunun yarısı, Manisa’nın ise tamamı Gediz Havzası’ndan sağlanıyor” sözlerini Ömer Sezgin; “Su aldığımız kuyunun derinliği bu yıl 75 metreye kadar çıktı. Bu ovada kıyametin başlaması gibi bir şey” diyerek doğruladı.

İzzettin köyüne girmeden sola dönüp tarlaların arasındaki küçük bir tepenin üzerine kurulu tesisleri görmeye gittik. İçinde hayvan gübrelerinin fermente edildiği üç tane kocaman kubbe vardı tepede.

Yolda karşımıza çıkan vidanjörlere “Gediz’in neresine boşaltacaklar atıklarını acaba?” diyerek baktık.

Öğle sonu güneşini arkamıza alıp Turgutlu’ya dönerken aracımızın içindeki sohbette hâlâ, “Son iki yıldır ilk defa kuruduğunu görüyoruz Gediz’in. Ovanın sularının derine kaçması Gediz’in kıyametidir. Ne nehre ne köylüye, ne ülkeye sahip çıkan var. Yalnızız, Yapayalnızız!...” cümleleri dolaşıyordu.

QOSHE - Gediz’in kıyameti! - Özer Akdemir
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Gediz’in kıyameti!

25 37
28.01.2024

Eliyle ileride görünen sazlıkları işaret ederek, “Ben dokuz-on yaşlarındayken, Gediz’in kenarında hayvan güderdik. O zamanlar içmek için evden su götürdüğümü hatırlamıyorum. Nehrin kıyısındaki sazlıkların arasından suyu avuçlar, kumunu süzer, içerdik” dedi Ömer Sezgin. Turgutlu Ovası’nda, yemyeşil tarlaların ortasındaki iki katlı evinin terasında çekim yaparken, Gediz’in eski hali ile ilgili sorumuzu böyle yanıtladı.

Gediz, 50 metre ötemizdeydi. Bulunduğumuz teras kattan sazlıkların ve söğüt ağaçlarının ardındaki nehrin suyunu göremiyorduk. Ova ise dümdüz uzanıyordu önümüzde. Taa Çaldağı’ya kadar küçük tepeciklerle dalgalanan ova, dağın eteklerinde puslar içinde belli belirsiz koyu yeşil bir hat olarak seçilen ormanda son buluyordu. Kış güneşinin altında topraktan beyaz bir buğu yükseliyor, tek tük ağaç ve evler bu buğunun içinde tül bir perdenin gerisindeymiş gibi tütüyordu. Ovanın doğu tarafı ise neredeyse Turgutlu’nun yoksul gecekondu mahallelerini görebileceğiniz kadar düzlüktü.

Çocukluğunu anlatırken 60- 65 yaşlarında gösteren adamın mavi gözlerinde özlem bulutları peydahlandı. Onu yarım asır öncesinden bugüne döndürmek için bir soru yetti. Gediz’in şimdiki durumunu öğrenmek için,

“Ya şimdiki Gediz?” diye sordum

Gözlerindeki bulutlar kayboldu aniden, suratını buruşturdu; “Şimdi elimi bile yıkamıyorum!” dedi.

Gediz’in el yıkanmayacak derecede kirli halini, yarım saat kadar önce, Ömer Sezgin’le daha tanışmadan, o bizi evinin terasına çay içmeye çağırmadan önce, yakından görmüştük. Yeni yeni yeşillenmeye meyletmiş tarlaların ortasında ilerleyen toprak yola aracımızı park edip çimlenmiş buğdayların yanından, çamurlara bata çıka ilerlerken, sazlıkların içinden sesini duyduğumuz nehri bir türlü göremiyorduk. İnsan boyunu aşan sazların ortasından giden ve bir süre sonra çamurlu bir suyun altında görünmez olan yol, doğrudan nehre çıkıyordu. Nehrin üzerindeki alçak köprü son yağmurlarla coşan suların altında kaybolmuştu. Gediz’in yanına vardığımızda hızla akan nehri neden göremediğimizi anladık. Su, sazlıklar ve toprak aynı renkteydi…

Hani internette zırt pırt önümüze çıkan, bulunduğu arazinin rengine........

© Evrensel


Get it on Google Play