İklim değişikliğinin tüm dünyadaki yaşamı tehdit eder bir noktaya doğru hızla yol aldığı gerçekliği karşısında kapitalist dünyanın reflekslerinden birisi düşük emisyonlu teknolojilerin tercih edilmesine yönelik politikalar geliştirmek oldu. Küresel ısınmaya yol açtığı bilimsel olarak kanıtlanan fosil yakıtlardan uzaklaşma, karbon emisyonu en az olan ve giderek sıfırlanan teknolojilere yönelme, karbon emisyonu ticareti, hatta ‘küçülme’ vb. politikalar hiç de öyle bugünden yarına bir çırpıda uygulanabilecekmiş gibi görünmüyor.

En son yapılan COP28 toplantısının sonuç bildirgesinde tıkanmaya yol açan asıl mevzuu da bu idi aslında. Gelişmiş kapitalist ülkelerle birlikte sanayileri büyük oranda fosil yakıt üretimine bağlı ülkeler, tam da bu yüzden fosil yakıtların terk edilmesi önerilerine ayak diriyorlar. Ancak şöyle de bir durum var; şimdiye kadar fosil yakıtların küresel ısınmadaki (Siz bunu küresel felaket diye okuyun lütfen) rolünü kabule yanaşmayan bu ülkeler, COP28 zirvesinde sonuç bildirgesini sulandırma politikasında başarılı olsalar da fosil yakıtlardan uzaklaşmadan bahseden karar metnine imza attılar. Lütfettiler! Onların bu yüce gönüllü lütuflarını “olumlu bir gelişme” olarak alkışlayan liberal çevrelerden de alkışlarını aldılar!..

Türkiye ise COP28’de, iklim değişikliği yüzünden çok büyük sıkıntılar yaşayan dezavantajlı ülkeler için oluşturulan “kayıp ve zarar fonu”ndan pay talep etmesi ve spekülatif emisyon rakamları nedeniyle “iklim fonu fırsatçısı” denilerek ayıplandı. “Yenilenebilir enerji” adı altında çoğunluğu yandaş enerji şirketlerine dev kaynaklar aktaran, bunların doğayı talan eden politikalarına göz yuman Türkiye fosil yakıtları terk etme ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelme protokollerini de imzalamadı. Oysa iklim değişikliğine yol açan salımları en fazla yapan 15 ülkeden biri Türkiye. Üstelik 2053’te net sıfır emisyon hedefine ulaşacağını duyurmuştu daha önce. Yapılan hesaplamalar Türkiye’nin emisyonlarının 2030 yılında 2020 yılına kıyasla yüzde 33, 1990 yılına kıyasla yüzde 248 artacağını gösteriyor. Hal böyle iken 15 yıl boyunca emisyon arttırarak nasıl 2053 yılında “Net sıfır” olunacak sorusuna da mantıklı bir yanıt verilemiyor.

Avrupa Birliği’nin sera gazı emisyonlarını azaltma ve iklim değişikliği ile mücadele etme stratejilerinden biri olarak ortaya attığı “emisyon ticaret sistemi” (ETS) düşük emisyonlu teknolojilere geçişin teşvik edilmesini öngörüyor. Türkiye’nin henüz hazırlık aşamasındaki ETS’deki pozisyonunu inceleyen İTÜ İşletme Mühendisliği Bölümünde Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Atıl Aşıcı bir “ölü doğum” olasılığından söz ediyor.

ETS’nin sera gazlarının azaltımında faydalanılabilecek en önemli araçlardan biri olduğunu ileri süren Aşıcı’nın verdiği bilgilere göre 2023 yılı itibarıyla küresel emisyonların yüzde 18’i, 36 farklı ETS altında kontrol edilmeye çalışılıyor. Aşıcı’nın aktarımlarına göre Türkiye, belli büyüklükteki imalat sanayii ve elektrik santrallerini 2025 yılı başından itibaren ETS kapsamına almayı planlıyor.

Bu konuya dair kendisinin yaptığı bir araştırmanın verilerini paylaşan Aşıcı şu değerlendirmelerde bulunuyor; “Türkiye ETS’si, 2030 yılı için belirlenen emisyon azaltım hedefinin yetersizliği nedeniyle, ölü doğma riski taşıyor. Üstelik ETS kapsamının yalnızca emisyon büyüklüğüne bağlı olarak belirlenmesi, kirletici sektörlerde faaliyet gösteren tesislerin, ETS dışı kalması sonucunu doğurabilir”.

Aşıcı bu öngörüsünü şu temeller üzerine oturtuyor; “Yetkililerin beyanlarına göre, yılda 100 bin ton ve üzeri karbondioksit (CO2) emisyonu yapan elektrik, demir-çelik, alüminyum, çimento, cam, seramik, alçı, kireç, kağıt, rafineri ürünleri ve kimyasal ürün üreten tesisler, ilk etapta kapsam altına alınacak. Ancak tesis seçim kriteri olarak sadece emisyon büyüklüğünü kullanmanın ve 100 bin tondan az emisyon yapan tesisleri hariç tutmanın olumsuz sonuçları var. Çalışmalar gösteriyor ki böyle bir durumda alçı, cam, mineral yün ve demir üreten hiçbir tesis, ETS kapsamında yer almayacak. Bu durum, Türkiye sanayiinin karbonsuzlaşma çalışmalarını olumsuz etkileyecek.”

Bu konuda en eski ve en yaygın uygulanan örneklerden olan Avrupa Birliği (AB) ETS’sinin örnek alınabileceğini iddia eden Aşıcı, bu doğrultuda yapılması gerekenin tesis kriterlerinin ürün bazında belirlenmesi olduğu görüşünde. Aşıcı, böylece 100 bin tonun altında salım yapan tesislerin de kapsam altına alınabileceğini söylüyor.

Aşıcı’nın “Emisyon bütçesini aşan şirketlerin, emisyon bütçesinin tamamını tüketmemiş şirketlerden kirletim hakkı (tahsisat) satın alması gerekiyor. Böylelikle tesisler, daha az salım yapmaya teşvik ediliyor. Tabii ki bu sistem ancak, karbon fiyatının yeterli bir düzeyde seyretmesi halinde işe yarıyor” sözleri sistemin hem işleyişini hem açığını ortaya koyuyor. .

Bir de karbon yoğun tesislerin kullanmadıkları karbon tahsisatlarını satması durumu var. AB ülkelerinde bazı şirketlerin 2008 ve 2015 yılları arasında fazladan edindikleri tahsisatları satarak toplamda 7.5 milyar avro kazandıkları hesaplanmış. İşin ekonomik boyutuyla yaklaşıldığında bir “haksız kazanç” söz konusu ama ekolojik boyutu küresel felaket tüccarlığı gibi son derece etik dışı bir yorumu hak ediyor.

Aslında tüm bu olan biten; fosil yakıtlardan bir türlü uzaklaşamama, B planı olarak yenilenebilir enerji sektörünün piyasaya sürülmesi, nükleere bel bağlama, ETS gibi iklim değişikliğini önlemeyi bile birer ticaret mantığı ile yönetmeye soyunma politikaları iklim krizinin nedeninin bizatihi kapitalizmin kendisi olduğunu ortaya koyan örnekler arasında. Kapitalistler “müflis tüccardan” daha ötesi artık. Onlar, yol açtıkları küresel felaketin ticaretini de yaparak ahlaksızlığın dibini sıyırma peşindeler!..

QOSHE - Küresel felaket tüccarlığı!.. - Özer Akdemir
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Küresel felaket tüccarlığı!..

24 32
07.01.2024

İklim değişikliğinin tüm dünyadaki yaşamı tehdit eder bir noktaya doğru hızla yol aldığı gerçekliği karşısında kapitalist dünyanın reflekslerinden birisi düşük emisyonlu teknolojilerin tercih edilmesine yönelik politikalar geliştirmek oldu. Küresel ısınmaya yol açtığı bilimsel olarak kanıtlanan fosil yakıtlardan uzaklaşma, karbon emisyonu en az olan ve giderek sıfırlanan teknolojilere yönelme, karbon emisyonu ticareti, hatta ‘küçülme’ vb. politikalar hiç de öyle bugünden yarına bir çırpıda uygulanabilecekmiş gibi görünmüyor.

En son yapılan COP28 toplantısının sonuç bildirgesinde tıkanmaya yol açan asıl mevzuu da bu idi aslında. Gelişmiş kapitalist ülkelerle birlikte sanayileri büyük oranda fosil yakıt üretimine bağlı ülkeler, tam da bu yüzden fosil yakıtların terk edilmesi önerilerine ayak diriyorlar. Ancak şöyle de bir durum var; şimdiye kadar fosil yakıtların küresel ısınmadaki (Siz bunu küresel felaket diye okuyun lütfen) rolünü kabule yanaşmayan bu ülkeler, COP28 zirvesinde sonuç bildirgesini sulandırma politikasında başarılı olsalar da fosil yakıtlardan uzaklaşmadan bahseden karar metnine imza attılar. Lütfettiler! Onların bu yüce gönüllü lütuflarını “olumlu bir gelişme” olarak alkışlayan liberal çevrelerden de alkışlarını aldılar!..

Türkiye ise COP28’de, iklim değişikliği yüzünden çok büyük sıkıntılar yaşayan dezavantajlı ülkeler için oluşturulan “kayıp ve zarar fonu”ndan pay talep etmesi ve spekülatif emisyon rakamları nedeniyle “iklim fonu fırsatçısı” denilerek ayıplandı. “Yenilenebilir enerji” adı altında çoğunluğu yandaş enerji şirketlerine dev kaynaklar aktaran, bunların doğayı talan eden politikalarına göz yuman Türkiye fosil yakıtları terk etme ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelme protokollerini de imzalamadı. Oysa iklim değişikliğine yol açan salımları en fazla yapan 15 ülkeden biri Türkiye. Üstelik 2053’te net sıfır emisyon hedefine ulaşacağını duyurmuştu daha........

© Evrensel


Get it on Google Play