Cep telefonunun ön kamerasını açtı. Sağ eliyle tuttuğu telefonu gözlerinin hizasından yukarı doğru kaldırıp kolunu uzatabildiği kadar ileriye doğru uzattı. Kimi arkasında, kimi omuz başında telefonun ekranından görünen kareye girmek için kafalarını sağa sola eğenlerden herkesin ekranda görüldüğüne kanaat getirince boştaki eliyle telefonun ekranına doğru el salladı. Birkaç saniye sonra telefondan sanki gerçek bir fotoğraf makinesinin deklanşörüne basılmış gibi bir ‘klik’ sesi geldi. O anın bir fotoğraf karesinde donmasından hemen önce en güzel ve sevimli hallerini takındıklarını sanarak hareketsiz poz veren grup bir anda gevşedi.

Bazıları yine de koşup telefonda çekilen fotoğrafa bakmak istediler, “nasıl çıkmışız” diyerek. “Aaaa ama gözüm kapalı çıkmış” dedi ortaya yaşlı, epeyce abartılı makyajlı kadın avukat. Tam kapalı da değildi aslında. Eskilerin ‘şehla’ dedikleri bir şekil almıştı gözleri. “Tekrar çekilelim” sözleri havada uçuşup kaldı.

Kadın “Yaaa nereye gittiniz, gelin tekrarrr...” diye bir süre daha mızmızlansa da kimseden bu yönde bir hareket gelmedi. Sadece biraz ötelerinde bir adam olduğu yerde durmuş onlara bakıyordu. Adamın bakışları bomboş gibi geldi kadına önce, sonra gözlerindeki şaşkınlığı ve ayıplamayı görür gibi oldu. Elli yaşlarında, uzun boylu, yağmurda ıslanan kır saçları dimdik hale gelmiş, kalın kabanının içine boynunu gömmüş, müstehzi bir ifade ile dudaklarını büzmüş olan adam, bir süre daha kendilerini izledikten sonra dönüp uzaklaştı.

“Deli mi ne?” diye kısık sesle söylendi kadın arkasından. Kadının dikkatinin adama yoğunlaşması cep telefonu sahibine yaramış, telefonunu kurtardığı gibi hemen o da tam tersi bir yöre doğru seğirtmişti. Kadın bu garip durumu da ayıpladı. “Herkes bir tuhaf bugün ayol” diye düşündü. “İsmeett, nereye yahu, niye kaçıyorsun? Sanki yedik telefonunu!” diye arkasından seslendi.

Hiç üşenmeyip fotoğraf çektirenleri sonuna kadar izleyen, adam yerel bir gazetede köşe yazarlığı yapıyordu. Grubun, feldspat ocağının önünde bir kurt yeniği gibi yarısı yok olmuş tepeyi arkalarına alıp “selfi sırıtması” ile fotoğraf çekinmeleri garibine gitmişti. Garip bulmaktan öte içindeki duygu ayıplamaydı. Neye gülüyorlar ki şimdi bunlar! Dağın, çamların, insanların haline bak! Bunlar ise fotoğrafta en güzel ve sevimli ben çıkayım diye sırıtıyorlar, diye düşünerek baktı önündeki gruba. Kadının yeniden fotoğraf çektirme çabasına kimseden destek gelmemesine sevindi. Bir an için göz göze geldiği kadını, şaşkın bakışlarındaki soru işaretiyle baş başa bırakıp, az ötede şemsiyelerin altında birbirine sokulup sohbet eden çevreci gruba doğru yürüdü.

*

Dar asfalt yol, Latmos’un birbirinden ilginç şekiller almış eşsiz kayaları, her biri dev brokolileri andıran fıstık çamları ve iki gündür usul usul yağan yağmurun oluşturduğu küçük gölcüklerin arasından geçiyordu. Yağmur, birkaç ay önce bu bölgede öylesine şiddetli bir şekilde yağmıştı ki, gece yarısı yarım saat içinde dereler taşmış, yollar ve köyler sel suları altında kalmıştı. Sulara kapılan otomobillerden birisinin içinde bulunan beş kişiye mezar olmuştu Latmos’un dar vadileri.

Yol, Çavdar ile Karakaya köylerinin ortasında maden işletmesinin adeta içinden geçiyordu. Bu nedenle asfalt yolun üzeri bir karış toprakla kaplıydı. Tozumasını önlemek için bir tanker sabahtan bu yana her 15 dakikada bir suluyordu yolu. Bu kadar sulanan yol bu sefer de balçık haline geldi.

Bu sabah uçağı ile günlük güneşlik bir İstanbul gününü arkasında bırakıp keşif için bu çamurlu yollara gelen şirketin kıdemli avukatı İsmet ayağına bulaşan balçığı yol kenarındaki bir taşa silerken, keşif minibüsünün içinde yağmurun yavaşlamasını bekleyen bilirkişi heyetine de söyleniyordu; “Hepsi şeker ya! Eriyecekler sanki azıcık ıslansalar!..”

Gerçekten de sakince yağıyordu yağmur ama altında kalanı da ıslatan bir sakinlikti bu. Tam yağmur durdu deyip araçların içinden çıkan şirketin teknik elemanları ve diğer avukatları ile birlikte günün anısına bir selfi çekmişlerdi ki yeniden hızlandı yağmur. Keşif minibüsünden çıkıp etrafı incelemeye başlayan heyetin büyük kısmı da hemen minibüse döndüler bu yüzden.

Şirketin adeta boya küpüne düşmüş gibi makyajlı avukatından telefonunu kurtaran İsmet, hızlanan yağmur nedeniyle şemsiyesini açıp bir sigara yaktı.

Mıcır dökülmüş alandaki keşif minibüsünün yan tarafında büyük bir şemsiyenin altında birbirine sokulan iki adamın konuşmaları geldi kulağına. Minibüsün sol duldasına yaslanan adamlar aracın sağ yanından yaklaşan Avukat İsmet’i görmediler. Uzun minibüsün yanında durup dikkat çekmeden az önce yaktığı sigarasını tüttüren İsmet iki metre yakınında kendisini görmeyen kişilerin konuşmalarının tamamına yakınını duyuyordu.

Konuşanlardan birisi biraz önce fotoğraf çekilirken kendilerine dik dik bakan adamdı. Diğerini tanımıyordu ama çevrecilerden olduğuna emindi. Şemsiye tutan uzun boylu adamla başını kaldırarak konuşan tıknaz, haki renkte şapkası bulunan 60-65 yaşlarındaki adam şunları anlatıyordu; “Bu gezdiğimiz alanda tescil edilmiş bir tane kaya resmi var. Çatındere kaya resmi. Ancak hemen yakınında, tescilleri henüz tamamlanmamış iki kaya resmi, bir fresk ve haç işaretleri var. Yine bu bölgede antik taşköprü, antik yol, kaya mezarları ve antik zeytinyağı ve demir işlikleri de bulunmakta. Bunlar bilinenler tabii. Kapsamlı bir yüzey araştırmasında daha çok veriyle karşılaşılabilir”.

Avukat İsmet bölgeyi az çok biliyordu. Bu dağın vadilerinde 8 bin 500 yıllık kaya resimleri olduğunu duymuştu ama diğer sayılanlardan haberi yoktu. Şaşırdı o nedenle.

Tıknaz adam devam etti konuşmasına, “Alman Arkeolog Dr. Anneliese Peschlow tarafından bu bölge de Tarih Öncesi devirde yaşayan insanların kullandığı Mal Kayası Mağarası bulundu. Ayrıca 8 bin yıllık resimlerin olması, Karya dönemine ait kaya mezarları, Bizans Dönemi’ne ait bulgular ve zeytin işçiliğine ait yapıların varlığı burasının adeta bir açık hava müzesi niteliği taşıdığını gösterir. Bu nedenle mutlak korunması, buradaki kayalar ve arazi yapısının çok hassas bir şekilde incelenmesi gerekli. Yoksa birçok tarihi bulgu yok olup gidecek!..”

Hemen arkasında minibüsün kapısı açıldığında suçüstü yakalanmış gibi irkildi İsmet. Sigarasını atıp kapıdan inmeye başlayan bilirkişi heyetine yöneldi. Yağmur durmuştu. Madenin diğer görevlileri de arazi aracından çıkıp geldiler hemen. Az ötedeki çevreci grupta yaklaştı bilirkişilere. Hakim, bir kez daha gezilecek alanı ve yanıtlanması istenen soruları hatırlatıp grubun önünde maden işletmesine doğru yürüdü.

Avukat İsmet, az önce duyduklarını düşünüyordu hâlâ. Bir kez daha bu şirketlerin avukatlığını yapmanın şeytanın avukatlığı ile aynı olduğu duygusu belirdi içinde. Tıknaz adamın sözleri kafasında dolanıp durdu keşif boyunca; “Bu madenler açık hava müzesi olması gereken Latmos’u yok edecekler!”

QOSHE - Latmos’da yağmurlu bir bilirkişi keşfi - Özer Akdemir
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Latmos’da yağmurlu bir bilirkişi keşfi

13 58
21.01.2024

Cep telefonunun ön kamerasını açtı. Sağ eliyle tuttuğu telefonu gözlerinin hizasından yukarı doğru kaldırıp kolunu uzatabildiği kadar ileriye doğru uzattı. Kimi arkasında, kimi omuz başında telefonun ekranından görünen kareye girmek için kafalarını sağa sola eğenlerden herkesin ekranda görüldüğüne kanaat getirince boştaki eliyle telefonun ekranına doğru el salladı. Birkaç saniye sonra telefondan sanki gerçek bir fotoğraf makinesinin deklanşörüne basılmış gibi bir ‘klik’ sesi geldi. O anın bir fotoğraf karesinde donmasından hemen önce en güzel ve sevimli hallerini takındıklarını sanarak hareketsiz poz veren grup bir anda gevşedi.

Bazıları yine de koşup telefonda çekilen fotoğrafa bakmak istediler, “nasıl çıkmışız” diyerek. “Aaaa ama gözüm kapalı çıkmış” dedi ortaya yaşlı, epeyce abartılı makyajlı kadın avukat. Tam kapalı da değildi aslında. Eskilerin ‘şehla’ dedikleri bir şekil almıştı gözleri. “Tekrar çekilelim” sözleri havada uçuşup kaldı.

Kadın “Yaaa nereye gittiniz, gelin tekrarrr...” diye bir süre daha mızmızlansa da kimseden bu yönde bir hareket gelmedi. Sadece biraz ötelerinde bir adam olduğu yerde durmuş onlara bakıyordu. Adamın bakışları bomboş gibi geldi kadına önce, sonra gözlerindeki şaşkınlığı ve ayıplamayı görür gibi oldu. Elli yaşlarında, uzun boylu, yağmurda ıslanan kır saçları dimdik hale gelmiş, kalın kabanının içine boynunu gömmüş, müstehzi bir ifade ile dudaklarını büzmüş olan adam, bir süre daha kendilerini izledikten sonra dönüp uzaklaştı.

“Deli mi ne?” diye kısık sesle söylendi kadın arkasından. Kadının dikkatinin adama yoğunlaşması cep telefonu sahibine yaramış, telefonunu kurtardığı gibi hemen o da tam tersi bir yöre doğru seğirtmişti. Kadın bu garip durumu da ayıpladı. “Herkes bir tuhaf bugün ayol” diye düşündü. “İsmeett, nereye yahu, niye kaçıyorsun? Sanki yedik telefonunu!” diye arkasından seslendi.

Hiç üşenmeyip fotoğraf çektirenleri sonuna kadar izleyen, adam yerel bir gazetede köşe yazarlığı yapıyordu. Grubun, feldspat ocağının önünde bir kurt yeniği gibi yarısı yok olmuş tepeyi arkalarına alıp “selfi sırıtması” ile fotoğraf çekinmeleri garibine gitmişti. Garip bulmaktan öte içindeki duygu ayıplamaydı. Neye gülüyorlar ki şimdi bunlar! Dağın, çamların, insanların haline bak! Bunlar ise........

© Evrensel


Get it on Google Play